| Doğu |
Çarşamba.
10.30
"Düşünme. Sakın düşünme."
Parmaklarımın arasındaki bardağa bakmamak için gözlerimi direkt karşıya dikmiştim. Sıcak çayın ısısı parmak uçlarımı yakıyordu.
Sınıfın kapısına geldiğimde derin bir nefes aldım. Tereddüt kanıma karışıp yapacağım şeye engel olmadan önce harekete geçmem gerekiyordu.
"Yap gitsin işte ulan." Diye söylenirken kapıyı aralayıp içeri bakış attım. Kimse yoktu.
Son haftanın içindeydik ve doğal olarak devamsızlık hakkını köküne kadar kullananlar dışında okula gelen yoktu. Boşluğa güvenerek içeri süzülüp elimdeki bardağı Kaya'nın masasına bıraktım. Ulan şerefsizin beni düşürdüğü hale baktıkça içim acıyordu, ama olan olmuştu bir kere.
Kantindeki tüm sallama bitki çaylarından oluşan karışıma tiksintiyle bakıp iç geçirdim. Kantinde karşılaştığımızdan ve hasta olduğunu gördüğümden beri rahat vermeyen düşüncelerle savaşıyordum. Çünkü ben böyle biri değildim, bugüne kadar kendime bile bitki çayı hazırladığım görülmemişti. Ama onun feri sönmüş gözlerini gördüğümde geçmişim geleceğim birbirine girip bitki çayına dönüşüvermişti. Tadını kontrol etmek amacıyla çaydan bir yudum aldığımda yeteri kadar şeker koyduğuma inanarak bardağı yerine bıraktım.
Cebimden not kağıdını çıkarıp bardağın yanına iliştirirken sinirden tüm kaslarım taş gibi gerilmişti.
"Not ne amına koyayım ya?" Diye homurdanırken gözlerim kağıdın üzerindeki kelimelerin üzerinde dolaştı.
"İç, iyi gelir mi? Çok yaratıcısın Doğu. Beynine sokayım senin."
Sınıfın kapısı açıldığında sıçrayarak o tarafa döndüm. Neyseki gelen Kaya şerefsizi değildi. İsminin Hazal olduğunu bildiğim kız sorgulayan bakışlarla beni süzerken gözlerimi kaçırıp hızla sınıfı terk ettim.
"Rezilsin oğlum."
Tüm öfkeme rağmen heyecandan ellerim titriyordu. En son hastaneye yanına gittiğimde bu hale gelmiştim ve bu halimi hiç sevmiyordum. Bu kadar kontrolsüz ve aciz hissetmek göğsümü ağrıtıyordu. Yalnızca o bardağı gördüğünde yüzünde oluşacak gülümsemenin sebebi olacağımı düşündüğümde hafifliyordu o ağrı.
Kantine geri döndüğümde Kaya'nın ortalarda olmadığının son derece farkında olarak bizim masaya yerleştim. Zira o civardayken insan gibi nefes alabilmek imkansızlaşıyordu. Kesik kesik soluyan bir domuzdan farkım kalmıyordu.
"Neredeydin?"
Bakışlarım gergince etrafta dolaşıp Devrim'e odaklanırken "Cehennemin dibinde." diye söylendim. Yüzünden omzuma bir tane geçirmekle telefondaki oyuna devam etmek arasında bocaladığı belli oluyordu. İkinciyi seçerek beni yok sayıp oyuna döndü.
Gergin bir bekleyişin ardından Kaya kantine girdiğinde gözlerim direkt ellerine kaydı. Karton bardağı kavrayan parmaklarına baktıkça içim titriyordu ve böyle hissettikçe kendimden daha çok nefret ediyordum.
Doğrudan Yaren'in olduğu tarafa yürüdüğünü fark ettiğimde boğazım sızladı; bir kısmı değil, tamamı. Yalan söylediğini biliyordum. Yine ona sarmamdan çekiniyordu. Farklı düşünmesini beklemiyordum çünkü farklı düşünmesi için bir şey yapmamıştım. Dünya üzerindeki en büyük göt bendim abi, adamın bana güvenmemesinden daha doğal ne olabilirdi? Ama içimdeki sızının mantıkla, gerçeklerle biraz bile ilgisi yoktu. Ne laf dinliyordu ne engellere takılıyordu.
Kıza gülümseyerek bir şeyler söylediğini görünce bakışlarımı kucağımdaki ellerime çevirdim. Abi ne oluyordu ya? Neden böyle bok gibi hissediyordum?
Kendime engel olmaya fırsat bulamadan telefonumu çıkarıp parmaklarımı ekranın üzerinde dolaştırdım.
Doğu: Adam gibi itiraf et bari.
Konuşmasını yarıda kesip cebinden telefonunu çıkardı. Ekrandan yazdıklarımı okuduğu çatılan kaşlarından belli oluyordu. Bakışları kantinde dolaşıp beni bulduğunda ne halde olduğumu belli etmemek için irademin sınırlarını zorlayarak yüzüme şerefsiz bir gülümseme yerleştirdim. Cevap yazmak için telefonu iki eliyle kavradığında gözlerimi üzerinden çekip ekrana baktım.
Kaya: Doğu salak mısın?
Doğu: Korkak mısın?
Doğu: Korkma amk.
Doğu: Bir şey yapmayacağım.
Doğu: Üç gün sonra temelli siktir olup gidiyorum zaten.
Doğu: Rahat rahat yazarsın Yaren'e.
Kaya: İnanır mısın sabırsızlıkla bekliyorum o günü.
Kaya: Daha kaç kere söyleyeceğim lan?
Kaya: Yok aramızda bir şey.
Kaya: Hastayım diye çay almış bana teşekkür edeyim dedim.
Bütün vücudum sızım sızım sızlıyordu. Ulan karşıma geçip yedi sülaleme sövse daha kolay yutkunurdum. Gözlerim yanarken bunu bastırmak için yine güldüm.
Doğu: Düşünceli kızdır Yaren.
Ayağa kalkıp kantinden çıkarken telefonu cebime soktum. Asıl istediğim çöpe atmaktı. Aldığım her nefes ciğerlerimi ağrıtıyordu.
Hangi akla hizmet gidip sırasına çay bıraktıysam o aklın her bir zerresini sikmek istiyordum. Ulan biz ne zaman bir boka benzemiştik ki, şimdi düzeleceğimizi düşünmüştüm?
Hep biliyordum; ben kabul etsem de o etmezdi, edemezdi. Devrimle Eray'a nasıl baktığını görüyordum. Bana dokunurken nasıl tereddüt ettiğini biliyordum. Ülkedeki tüm bitki çaylarını karıştırsam da olacağımız şey bu kadardı işte; ne uzardık ne kısalırdık.
Hırsla saçlarımı karıştırıp derin bir nefes aldım. Aptaldım ulan ben, katıksız maldım.
Adımlarım beni bilmediğim bir yere götürürken gözlerim ne geçtiğim yolu görüyordu ne önümü. Sadece yürüyordum. Bahçedeki bir ağacın altına çöküp sırrımı ağacın gövdesine dayarken hala kendime sövüyordum.
Gözlerimi kapatıp sızıyı yok saymaya çalıştım. Bu iş her geçen gün daha da zorlaşıyordu. Bir an önce defolup gitmem gerekiyordu, yoksa kendimi iyice rezil edecektim.
_____
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sınır hattı
Teen FictionVenüs'ün kitabıdır, o dönene kadar bu hesapta geçici olarak bulunmaktadır.