Poligondan çıkmış hemen yanındaki Ares'in 'çocukluğumun mezarı' olarak adlandırdığı evin kapısının önünde duruyorduk. İkimizde kapıyı izliyorduk.
Ares'in çocukluğu burada ölmüştü.
O adam ise katiliydi.
Hiç pişmanlık duymuş muydu? En önemlisi ise gerçekten bu kadar vicdansız olmayı nasıl başarabiliyordu? Merak ediyordum, cevap arıyordum ama bulamıyordum. Mantıklı hiçbir yanı yoktu ve de olamazdı.
Bu evde geçirdiği günleri aklımda hayal etmeye çalıştıkça şakaklarıma saplanan ağrı şiddetini arttırıyordu. Öyle ki ağrıdan gözlerim kısılmış ve küçülmüştü.
Cebinden bir anahtar çıkardı ve kapıya ilerledi. Yavaş hareket ediyordu. Bunu yapmak istemiyordu, farkındaydım.
Hızla kolunu tutarak durmasına sebep oldum. "Ares," gözleri yavaşça bana çevrildi. "Gözlerinden, hareketlerinden hatta soluk alış verişinden bile anlayabiliyorum. Eğer şu anda bunu yapmak istemiyorsan, bu eve girmek istemiyorsan gidebiliriz. Başka bir zaman yine gelme şansımız var." Dedim.
Kafasını iki yana sallayarak beni hızla reddetti. "Hayır, kesinlikle hayır." Dedi. "Bunu şimdi yapacağım, yapacağız. Artık yapmam gerekiyor."
Cümlesini bitirir bitirmez kapıyı araladı. Karanlık bir odada eşyaların karanlık silüetleri gözüme çarptı ilk önce. Önce o ardından ben girdikten sonra kapı yavaşça arkamızdan kapandı. Karanlığın ortasında ikimiz kalmıştık ve sadece nefes seslerimiz duyuluyordu.
"Işık açamayız ama şurada mumlar olacaktı." Telefonunda el fenerini açarken odanın içi biraz olsun aydınlanmıştı. Hemen sağımızda üç kapaklı büyük bir dolap vardı. Az ilerisinde bir masa vardı. Masanın üstüne, duvara yerleştirilmiş acil yardım kutusu gözüme çarpınca duraksadım.
Pamuk, tentürdiyot ve yara bandı gibi şeyler kutudan neredeyse taşmak üzereydi. Oldukça sık kullandığı belliydi. Ben evi incelerken Ares çoktan mumları yakmıştı.
Masanın yanında bir kapı vardı. Hemen arkasından tek kişilik bir yatak ve tuvalet olduğunu tahmin ettiğim küçük bir oda vardı. Evin içi bundan ibaretti.
Oldukça az eşya ama fazlasıyla acı.
Poligondan çıktıktan sonra arabaya gitmiş elinde bez bir çanta ile yanıma geri gelmişti. İçinde ne olduğunu bilmiyordum.
"Her yer tozlu, kusura bakma. Yıllardır gelmediğim gelinmesine izin vermediğim bir yerdi. İstersen yatağın üstüne otur ben şimdi kahveleri yaparım." Dedi. Bu sırada elleri çalışıyor, gözleri ise bana dokunmuyordu. Bez çantadan bir tane termos, iki bardak ve kahveleri çıkardı.
Hızla ona ilerledim ve ellerini tutarak bana bakmasını sağladım. Ama o bu isteğimi reddetmiş ve ellerini çekmeye çalışmıştı. "Bana bak Ares. Kahveyi ben yapacağım. Sadece biraz sakin olur musun?"
Elleri hafifçe titriyordu ama bu sinirden mi geçmişi hatırlamaktan mı, bilemiyordum. Onu şuanda anlayamıyordum.
Gözlerime bakmıyordu.
Ellerini ellerimden ayırarak kapıya ilerledi ve dışarı çıktı. Evin arkasında bir veranda vardı. Bir tane sandalye ve bir masa görüş açımdaydı. Masanın üstündeki küllüğün içinde üç tane sigara izmariti duruyordu.
Ares sandalyeye oturmak yerine verandanın merdivenlerine ilerledi ve ilk basamağına oturdu. Gözlerimi ondan zorlukla ayırarak kahve yapmak için termosa uzandım.
Kahveleri hazırladıktan sonra dağınıklığı toparlamış ve bez çantaya yerleştirmiştim. İki kupayı da aldıktan sonra Ares'in yanına ilerledim. Birisi beyaz diğeri ise siyahtı kupaların.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AY IŞIĞI
ChickLitAres & Ayda "Çünkü herkes herşeyi bilmek zorunda değil." - O bana sarılmış, ben ona sığınmıştım. - Eğer bazı şeyleri akışına bırakmazsan sana acı verir. Kendine acı çektirme. - Ona sarılmaya çok çok ihtiyacım vardı. "Ve her saniye daha da çok yarala...