BÖLÜM 44 | BİRLİK

176 30 15
                                    

Keşke bölüm hakkındaki düşüncelerinizi bilebilsem... :(

•¤•

Jesus!

Bunu söylediğime gerçekten inanamıyorum. Ve ben kendim bile kimliğimi açık ettiğime inanamazken karşımda bana hayretler içerisinde bakan suratların bana inanmasını bekliyorum. Kendimi ifşa etmem dört yıllık ajanlık eğitimime ve yedi yıllık görev süreme bir ihanetti fakat kesinlikle pişman değildim.

Sadece benim için kayıt cihazı olmaktan başka bir işe yaramayan gözlüğü saatlerdir gereksiz yere taktığım için pişmandım.

Steve'le tokalaşmak için kaldırdığım elim havada boşta kalırken ilk tepki veren Fatih oldu ama yine de birbirine yapışan dudaklarını henüz birbirinden ayırmamıştı. Onun çıkmayan sesini Yea-seul devraldı. Şaşkın ama hala şüpheci olan çekik bakışlarıyla tüm mimiklerimi ölçmek istercesine ki aynı bakışlar aramızdaki yakın mesafeyi bozmayan Steve'de de vardı, ilk soruyu sordu. "Yani şimdi sen?" diyebildi sadece. Yine de sormak istediği soru barizdi. Kim olduğum.. Bir yalan olduğum.

Karşılık bulmayan elim aşağı indi.

"CIA'in Blackholü'ü bulmakla görevlendirdiği bir istihbarat ajanıyım."

Tanrım.. bu kadar gergin hissetmem benim için normal miydi? Belki en son.. o lanet olasıca Baltık Denizi'nde gergindim ama o görevi hatırlamak dahi istemiyordum. Umursama Carina.. umursama. Senin en güzel yeteneklerinden biri bu.. Umursama.

Steve'in bu tepkisiz hali tam karşımda dururken..

Bay Lord, Martin ve Kato gibi mevcut halini koruyup sessiz kalmayı tercih ederken Fatih ucunda oturduğu kanepeden kalkıp "Anlamama yardım et lütfen Carina.." dedi. Steve'in soğukluğu bana iki adım daha geri attırırken devam etmesi için Türk'e az önce indirdiğim elimle onay verdim. Fatih işaret parmağıyla adeta ne kadar küçük olduğumu vurgulamak istercesine beni baştan aşağı işaret etti. "Şimdi sen, McNally'nin CIA'den çaldığı bomba niteliğindeki o dosyayı bulmak için yine CIA'in sahte bir kimlikle John McNally'nin yanına gönderdiği bir CIA ajanısın. Öyle mi? Ayrıca bence gözlerin de hiç bozuk değildi senin.. taktığın o gözlük normal bir gözlük değil?"

Yakama astığım gözlüğe işaret parmağımla ufak bir fiske vurdum. "Yeap."

"CIA..CIA.. Kız ajan işte. Bir kerede anlamıyor musun sen Fatih?"

Türk, Yea-seul'ü başını dahi çevirmeden elinin tersiyle susturup "Çok şaşkınım şu an da. Sus sen!" diyerek tersledikten sonra iki elini de belini çevreleyen kemere yasladı. "Kendimi Amerikan casus filmlerinde gibi hissediyorum. Vay be.."

Yapbozunun tüm parçalarını tamamlayan birinin hissettiği rahatlığı zihninde yaşayan Kato benden ziyade Fatih'e şaşkınlıkla bakıyordu. "Fatih abi.. Sen hiçbir şeyi ciddiye almaz mısın?" Türk Kato'nun neden bahsettiğini bilmiyor gibi umursamaz bakarken "Fazla ciddiyet kalbe zarar aslanım. Hık diye gidersin bir gün. Dinle bak, hastanede hangi bölüme gidersen git şikayetlerini dinleyen ülkemin güzide doktorları ne derler bilir misin?"

"Ne abi?"

"Stres.. Senin hastalığın kaynağı stres. Ve ciddiyet eşittir stres. Bu kadar basit."

Martin'den gündemle alakasız bir gülüş koptu. "Ne alakası var lan?"

İddiasını ispatlama gururuna kapılan Fatih'le birlikte ayakta dikilmenin anlamsız olduğuna kanaat getirip koltuğuma geri oturdum. Bu konu uzardı.. Meselenin ne kadar hızla benim ajanlığımdan Türk doktorlarına vardığına anlam vermeye çalışırken Steve hala ayakta bekliyor ama umutsuzca ekip arkadaşlarına bakıyordu. Kahkaha atacak gibi oldum ama domuzu andıran küçük girişimim Steve'in ani bakışlarıyla kesilmek zorunda kalmıştı. Elbette bu arada Fatih iddiasını kanıtlamakla uğraşıyordu.

STAJYERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin