BÖLÜM 21 | BAY LORD

248 39 93
                                    

İtiraf ediyorum... Satır aralarının boş olması beni çok üzüyor :( Oysa o satırlarda düşüncelerinizi öğrenebilir ve cümlelerin sizde oluşturduğu hislerle mutlu olabilirdim.. ve tâbi ne düşündüğünüzü görmem kurgu açısından daha verimli olurdu. Olmaz mıydı ki..

Gözlerim satırlarda ve de yıldız da..

Keyifli okumalar canlarım :)

Franklin parkta geçirdiğim yarım saatlik koşunun ardından kahve ve suyla başladığım sabahtan sonra büyük bir holdingin çalışanına yakışır biçimde sıradan görünüyordum.

Siyah kumaş pantolunun üzerine giydiğim, kalçamın biraz altında biten aynı renkteki uzun, dar ceketin kollarını dirseklerime yakın olacak kadar yukarı sıyırmış içine de bronz tenimle uyumlu bordo straplez bluz giymiştim. Uzun saçlarım sol omzumun üzerinde toplanıyorlardı. Küçük bordo taşlardan göz detayı verilmiş, gümüşi yılan kolyemin siyah deri ipi boynumu sararken bileklerime sardığım siyah deri iplerle bulabilmiştim klasik tarzdan kaçış yolunu. Aynanın karşısında geçirdiğim on dakikalık zaman dilimi son rötuşlarımı gerçekleştirmek için yeterli geldiğinde ufak ebattaki sırt çantamı da alıp evden çıktığım gibi metro durağına yöneldim.

Yirmi dakikaya ulaştığım Dorchester'da, Morrissey Bulvarı'nın hemen köşesindeki çörekçiden aldığım çikolatalı donat ve Amerikano'yu kaldırımda attığım sakin adımlar eşliğinde tüketirken bir annem olması durumunda bu davranışımdan dolayı azarlanacağım aklımın bir köşesinden geldiği gibi hızla geçip kaybolmuştu.

MMC binasının hastane girişinin hemen tersinde bulunan holding kapısından girmeden önce elimdeki karton kahve kupası ve krema bulaşmış paketten kurtuldum ve pazarlamacı Ginny'in geveze çenesine yakalanmama umuduyla hızlı adımlarla personel kartımı okuttuğum turnikelerden geçip asansör yerine merdivenlere yöneldim.

Yeterince yorgundum aslında ama bugün daha fazla yorularak sinirlerimi uyuşturmak istiyordum.

Ne de olsa John McNally'nin kibirli oğlu Lord Steve bugün Boston'a kesin dönüş yapıyordu ve bu akşam altı sularında, son iki haftadır adamın istek listesine göre düzenleyip yerleştirdiğim evinde kendisiyle buluşacak ve anahtar teslimi yapacaktım.

İçgüdülerim bu adamdan uzak durmam konusunda beni uyarıyordu.

Tehlike mi sezmiştim? Nope. Sadece belirsiz seziler...

Merdivenleri kullanarak çıktığım on yedinci katın son basamağında, yoğun laktik asit saldırısına maruz kalarak uyuşmaya hazırlanan baldırlarıma 'dur' uyarısı vererek masama ulaştım ve sandalyeme yerleştim. Bu aktivite benim için bile fazla olmuştu. Çok sürmedi. İki yana açılan teneke kapıların içinden John McNally'nin egoist suratı belirdiğinde yerimden kalkıp ellerimi karnımın üzerine yerleştirdim. "Günaydın efendim."

İhtiyaç duymadığım kabulünü başıyla verirken "Beş dakika sonra kahvemle birlikte odama gel." dedi. Katın küçük mutfağında hazırladığım McNally'nin kahvesini sağ elime alıp sol elimde tablet ve telefonla birlikte istenilen süre sonrasında geniş kapının arkasındaki odaya girdim. Aptal stilettoların parke yüzey üzerinde bıraktığı tok sesler eşliğinde masanın önündeki koltukların kenarından geçip patronun kahvesini verdim. McNally, Boston kıyılarına çevirdiği bakışlarında kendi sorularına cevap ararken, gözlüğümü düzeltip sabah rutinime başladım ve tableti açıp günlük programın üzerinden geçtim.

Bir iki düzeltmeyle noktaladığım yoğun programın ardından McNally'de kahvesini yarılamıştı. "Yıldönümü partisiyle ilgili bir problem var mı?" dedi düşünceli bir tavırla. Aklının holding sınırları içinde olmadığı beş gündür gündeminden inmeyen MMC'nin kuruluş yıldönümü partisini konuşurkenki ilgisizliği ve bakışlarının uzaklığıyla kendini gösteriyordu. "Bildiğim kadarıyla tüm hazırlıklar tamamlanmak üzere efendim. Bay Anton ve Bayan Royce konu hakkında brif vermek için sizinle kısa bir toplantı talep etmişlerdi."

STAJYERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin