BÖLÜM 7 | GARAJ

451 54 114
                                    


Geniş yapraklı, uzun gövdeli asırlık ağaçlarla çevrelenmiş, sık yeşil bitki örtüsünün sardığı medeniyetten uzak bu ıssız yerde insanlık bir kez daha kendini ön plana çıkarmayı başarmıştı. Her yerde olduğu gibi bu doğal güzelliğin içinde bile kavgasını, nefretini ve hırslarını bir çamur gibi etrafına bulaştırıyor, sonra da bataklığa dönüştürdüğü o çamurda tüm canlıları boğmaya azmediyordu.

Renkleri baskılayıp onları solduran bu siyah beş araçtan saçılan kurşunların her biri etrafa saçılıyor ve hafızası olan hava taneciklerine iç karartıcı bu manzarayı hatıra niyetine bırakıyordu, yine ve yeniden. Elimdeki silahtan boşalan kurşunlarla onlara katılmış ve bu anının bir parçası olmuştum bende.

Ateş hattının tam ortasındaydım.

Tetiğine bastığım silahtan ateşlenen mermiler kimseye isabet etmiyordu. Birkaç el boşluğa sıktıktan sonra ne durumda olduğumuzu öğrenmek için hızla çevreme göz gezdirdim. Camlara isabet eden kurşunların suya düşen yağmur damlalarını andırdığı küçük, puslu dairesel izlerin arasından bizi öldürmeyi kafaya koymuş adamlara baktım. Arabayla aynı hızda adımlar atan üç kişiyle aramızda mesafe giderek azalmıştı. Bay McNally camın ardındaki elverişsiz alanda yaptığı atışlarıyla bir kişiyi daha etkisiz hale getirirken iki tarafta da kayıplar olmasına rağmen diğerleri sayı ve avantaj üstünlüğünü korumaya devam ediyorlardı. Sol kolumun bileğimden asla çıkarmadığım saatime göre çatışma başlayalı on dört dakika, Mike'ı arayalı on bir dakika olmuştu. Doğru düzgün müdahale edip bir şeyler yapmazsam buradan sağ çıkamazdık. Nitekim kısa süre sonra boğuk seslerin yankılandığı arabanın içinde patronumun öfkeli sesini işittim. "İşe yara stajyer!"

Pekala...

"Tanrım affet.."

Uygun pozisyon almamı engelleyen Clark'ın alt bedenini dizimle itekleyip gaz ve frenin olduğu boşluğa düşürdükten sonra sol dizimi kırıp üstüne oturdum. Sağ ayağımla Clark'tan destek alırken sol omzumu koltuğa dayayıp konum aldım. Yüzümde kurumaya başlayan rahatsız edici kan lekeleri ve yine kanla ıslanmış pantolon ve gömleğim yüzünden esnek olmakta sıkıntı yaşıyordum. Sol elimin parmaklarıyla silah tutan elimin bileğini kavrayıp destekledikten sonra tek gözümü kısıp silahın göze yakın olan kısmındaki 'v' şeklini andıran gez'e ve namlu ucundaki çıkıntılı arpacık'a odaklanıp nişan aldım ve bize doğru giderek yaklaşan aracın ön tekerine sıktım.

Tek isabetli atışımla patlayan teker arabanın sağ tarafını yere çökertip durmasına neden olurken dudaklarımda keyifli bir tebessüm belirdi. Eş zamanlı adımlar atan adamlar gövdelerini siper edindikleri kapılara sertçe çarptıklarında patronum şaşkınlıklarındaki boşluktan istifade edip kafasına nişan aldığı bir adamı daha indirdi. "Bu da iş görür stajyer ama böyle devam edemeyiz." Yüzünü göremesem de başka çareler düşündüğünü hissediyordum, nihayet. Kendi kendine sesli planlar yapmaya başladı.

"İki cephe de kapalı. En azından... bir tanesini ekarte edebilirsek..?" İyi olurdu tabi. "..böylelikle savunmamız güçlenmiş olur. Stajyer!"

Bensiz olmaz tabi...

Camın aralığına yerleştirdiğim namlunun ucunu içeri çekip koltukla cam arasında kalan boşluktan patronuma baktım. Tam şakağımın hizasında cama saplanıp puslu dairesel görünüm katan kurşunla irkilsem de kurşungeçirmez camlara güvenim sonsuzdu. "O elindeki silahı bırak ve hemen dediklerimi yap" Dediği gibi yapıp silahı memnuniyetle yan koltuğa bıraktım. "Ne yapacağım efendim?" Gözlerini ilerideki adamlardan ayırmadan çatışmaya devam ederken başıyla arka çaprazına işaret verip ön iki koltuk arasındaki bölmeyi gösterdi. "Oradaki kapağın altında bir şişe rom olacaktı. Onu al hemen" Umarım içmeyi düşünmüyordur. Aceleci hareketlerle aralık olan ön camı kapatıp gösterdiği yerden kırmızı şarabın yanında ki romu çıkardım. "Aldım."

STAJYERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin