Final için son bölüm. Uzun mu uzun.. keyifli okumalar.
¤
•Dokuz gün sonra, 26 Eylül;
Günlerdir bu loş odaya kapatılmış, idam hükmünü bekleyen mahkumlar gibi sonumun gelmesini bekliyordum.
Zaman takibini bu sayede yapabildiğim günde sadece bir defa yemek ve su için açılan küçük alt bölmeden görünen el dışında dört gündür insan yüzü gördüğüm söylenemezdi. Üç metrekarelik dar ve küçük alanda ayaklarımı bile uzatamazken köşeye sıkıştırılmış klozetten devamlı gelen lağım kokusu günlerdir yıkanmadığım için artı bir tabaka oluşturan pis kokuma karışmış, burun kökümü sızlatıyordu. Belki rutubet ve böcek yoktu ama Little Birds'teki o karanlık bodrumdaki gibi hissetmekten alıkoyamıyordum kendimi. Yine de ne açlık, ne bu koku, ne de bana bodrumda olduğumu anımsatan bu loş hücre umurumda bile değildi.
O insanlar dokuz gün önce evimize geldiği günden itibaren ne Drew'den ne Steve'den ne de diğerlerinden haber alamamıştım.
Yaşıyorlar mıydı? İşkence görmüşler miydi? Drew dayanabiliyor muydu? Yea-seul ve bebeği güvende miydi, hiçbir fikrim yoktu. Her gün bir defa gördüğüm elin sahibine sorduğum cevapsız sorularım endişelerimi gidermiyor bana onlar hakkında hiçbir malumat vermiyordu.
Asıl işkence buydu benim için..
Sevip, değer vermek acı vericiydi.
Fakat o gece teslim olmaktan başka yapabilecek bir şeyimiz yoktu, şayet onların hayatlarına sorunsuzca devam etmelerini istiyorsam..
•Dokuz gün önce;
"Biz artık bir aileyiz kıvırcık. Gerçek bir aile ve aileler birbirini terk etmez. Sana söylemiştim-" dedi bir kez daha, bu kez daha keskin bir şekilde sıktı parmaklarını "Ben hep yanında olacağım."
Martin tünelin girişini kapatırken hep birlikte çıktık evin üst katına. Bizi bekleyen gelecek için yine hep beraberdik.
Yanımdalardı. Ya hep ya hiç.
Ve onlar 'hep'i seçmişlerdi.
Yirmi beş yıl sonra ilk defa beni de seçen bir ailem olmuştu.
Bunun için onlara ne kadar minnettar olsam da aklımın içinde tek dönüp dolaşan şey onları dışarıdaki beladan nasıl uzak tutacağımdı. Fakat bunu yapmak için önce kim olduklarını bilmem gerekiyordu. Mike'ın beraberinde getirdiği John'un adamları mıydı? Ya da belki de listelerde adı geçen başka biri? Belki de görevimde ihlal ve suistimal yaptığım için, emirlere uymadığım için CIA sadece benim cezamı kesmeye gelmişti. Onlarla bir şekilde iletişime geçmeliydim ama nasıl derken şöminenin üzerinde duran televizyonun ekranı kendiliğinden açıldı ve siyah, parlak bir ekran çıktı karşımıza.
Geri sıçrarken "Hay lanet!" dedi Martin bir anda açılan televizyon için ve ekranda yeşil harfler teker teker sıralanmaya başladı..
'Ajan Carina Bennet... ve diğer tüm herkes...'
'Elinizdeki silaları yere bırakın ve teslim olun...'
"Kim bunlar?" dedi sırtını duvara vererek dışarıdakiler için siper almış olan Fatih. Elinde tuttuğu tabancayı yere bırakmak yerine güvenlik kilidini açıp yüzüne yaklaştırdı. Hiçbir fikrim yoktu fakat "Basit bir suçlu olmadıkları kesin" dedim. "Televizyonu hacklediklerine bakılırsa CIA'den olma ihtimalleri yüksek."
"Ya da herhangi bir istihbarat birimi.." dedi Yea-seul. Olabilirdi ama bu teknik FBI tarzına uymuyordu. CIA belki.. Ekranda yeni yeşil neon yazılar belirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
STAJYER
Action•TAMAMLANDI• "Şeytana yol veren bir melektim. Kanatlarıma kan bulaşmıştı benim.." 🔸🔸🔸🔸⚜️🔸🔸🔸🔸 Acıyı tanımak, onu hissetmekten daha çok sarsar insanı. Tecrübe etmişsindir.. acının sana neler yaşatacağını, sende meydana çıkaracağı hisleri artı...