"açığa mı alacaksın? "
"Lagada'ya gidelim dedim. Yarın başka bir yerde uyanmak iyi olur. Uygun mu senin için de? "
" kaptan sensin, nereye götürürsen oraya giderim. "
"geç önüme birlikte sürelim. Kaptanlığı hiçbir zaman sadece bana bırakma olur mu? Tek başıma yolumu kaybederim ben. Gel sevgilim. "
"ya sen böyle masumlaşınca ne kadar tatlı oluyorsun. "
"dümeni birlikte tutalım. Ne sen bırak, ne ben bırakayım. "
"gitti zehirli sarmaşık, geldi küstüm çiçeği. "
Buğra'ya sırtını dayadı. Lagada'ya yakın bir yerde açığa demir attı. Tavernalardan gelen sesleri duyuyorlardı. Özge aldıklarını denemek için kamaraya indi. En son aldığı elbiseyi giydiği gibi çıkardı.
"hani, son aldığın elbiseyi giymedin ya! "
"valla sen al dedin. "
"evet, eee? "
" dur giyeyim de kendin gör. "
Özge giyinip çıktı
"yuh o ne biçim yırtmaç! Elbisenin alt kısmını dikmeyi unutmuşlar ya kız. "
Özge gülerek
" ben bunu giyerim. Birlikte aldığımız her şeyi giyebilirsin demiştin. "
"resmen beni tongaya düşürdün. Hop bir esinti, her yer ortada. Bir defa sen rahat edemezsin ki."
"çok rahat elbise, yok gibi. "
"bayılıyorsun yok gibi elbiselere. "
"evet, pek rahat oluyorlar. "
"dikeriz yırtmacını olur biter. "
"ay sen dikişten de mi anlıyorsun? "
"öğrendik el mecbur. "
"her işi de bilir mi bir erkek. "
"öyle işte, kıymetimi bil, bu zamanda zor bulursun ben gibisini. "
"gerçekten de öyle. Çok şanslı kadınım. Boy pos endam sende, asker terbiyesi almış, tıp öğrencisi, şeflik, kaptanlık , şoförlük, ev işi, temizlik, ütü, tadilat, dikiş nakış, boya badana, tamirat yok yok. "
"böyleyken anca yanına yaraşıyorum. "
"şımartmaya devam diyorsun, anladım ben seni. Kıskançlık dışında tek kötü özelliğin yok. O da oluversin ne yapalım."
"yani sevgilim, idare edilebilir. "
"Lagada'ya çıksak mı? Çok güzel görünüyor. Dondurma yeriz, kahve içeriz. "
"bu elbise ile değil ama de mi? "
"beyaz dantelliyi giyeceğim. Güzel bir gece olsun istiyorum. Uğraşamam seninle. "
"canım sevgilim benim. "
Özge kıyafetini değişirken Buğra kanalın girişine yanaştı. Ön tarafta tavernaların olduğu küçük, modern, yaşayan bir köydü. Deniz tüccarlığı, balıkçılık ile geçimini sağlayan halkı oldukça eğlenceye düşkündü. Dar bir alana kurulu köyün ön sokaklarında dolaştılar. Alkollü mekanları pas geçip küçük bir kafe buldular. Sakızlı kahve içip sohbet ettiler. Sakız adasında halk saat 14:00 de siesta için dükkanları kapatıyor, saat 18:00 de açıyor, gece çok geç saatlere kadar işletmeler açık tutuyorlardı. Kafeden kalktıktan sonra bir erkek giyim mağazası görüp içeri girdiler. Buğra Eray, Faruk, babaları ve Özge'nin kardeşlerine sevecekleri tarzda tişörtler aldı. Çocuk reyonu olduğunu görünce Kemal, Ali ve Cavit'e de kıyafet alıp çıktılar. Dondurma yedikten sonra oranın meşhur mandırasından yolculukları sırasında tüketmek için oraya has peynirlerden, incir ve zeytin aldılar. Sebze yemeği ile asla doymuş hissetmeyen Buğra, balık restoranlarının önünden geçerken ağzını şapırdatınca Özge birine dalıverdi.
"ne yapacağız aşkım, niye girdik buraya?"
"senin karnını doyuracağız, kedi gibi yiyenlerin ağzına bakıyordun. "
"ah canım sevgilim benim. Nasıl da düşünür kocasını. "
"tanıyorum seni hayatım. "
"sen kokusuna bile tahammül edemiyorsun, rahatsız olmayacak mısın? "
"olmam bebeğim, sen ver siparişini. Bana da kavun ve karpuz ister misin? "
"tabi bebeğim. "
Yemek boyunca Eray'ı konuşup epey güldüler. O olsaydı sadece yemek konuşulur, nerde ne yenir orada olunurdu. Onu çok özlüyordu Buğra. Bütün zor günlerinde onun yanında olan, can dostuna Özge'nin hastalığı döneminde pek zaman ayıramamıştı. Dert dinleyen arkadaşının bir derdi var mıydı sormamıştı. En son gördüğünde biraz sıkkın gibiydi. Saate baktı, henüz erkendi. Telefona sarıldı hemen. Bir hafta sonra İzmir'e geleceğini, sınav stresinden dolayı ona sıkkın gelmiş olabileceğini söyledi. Oya ile ilişkileri epey ilerlemişti. Finaller iyi geçmişti. Onların geleceği günü dört gözle bekliyordu. Oya'nın oturduğu apartmanda bir daire kiralamış bir yıl önce oraya taşınmıştı. Buğra onu buna mecbur bıraktıkları için o zaman çok üzülmüştü. Özge Eray'ın Kuzguncuk'ta ki evden niçin ayrıldığını bilmiyordu. Bilse çok üzülürdü. Eğer sağlık durumunda bir bozulma olmazsa üniversiteye gitmek için oraya dönmeleri gerekecekti. O zaman için bir açıklama gerekiyordu, onu da o güne bırakmayı düşünüyordu. Üzüntü uzak kalması gereken bir duyguydu. Zaten sırf bu yüzden, mutlu olsun, kafası dağılsın diye çıkmamışlar mıydı? Özge şu birkaç günde bile baya toparlanmıştı. Yüzünün rengi bile yerine gelmeye başlamıştı. Buğra telefonu kapattıktan sonra kalktılar. Teknede biraz oturup erkenden uyudular. Sabah da bir o kadar erken uyandılar. Buğra çörek ve ekmek almak için fırının açılmasını beklerken kahvaltı masasını hazırladılar. Mastello peynirini dilimleyip ızgara için hazırladı Özge. Öyle hellim peyniri gibi tüketildiğini söylemişlerdi çünkü. Fırın kapılarını müşterilerine açınca Buğra gözü teknede fırına koştu. Kahvaltı sonrası Agios İsidoros şapelini görmek ayrıldılar. Şapel yakın sayılabilecek bir yer olan Sikiada köyünde, ince çakıllı bir koyun uç kısmında, geniş yolu beyaz boyası ile küçük bir yerdi. Karaya hiç çıkmadan kuzeye doğru devam ettiler. Adanın kuzey ucundan geriye, güneye Sisam adasına doğru döndüler. Öğleden sonra Sisam'a varmışlardı. Port Samos'tan giriş izni alıp adaya girdiler.
Yemyeşil Karlovasi berrak masmavi denizle birleşerek harika bir doku oluşturuyordu. Yeni Karlovasi alışveriş, eğlenme gibi ihtiyaçları karşılayan, göreceyle daha sosyal olan kısmıydı. Burayı gezip orta Karlovasi'ye doğru yürüdüler. Burada otantik tavernalar, halkın ve turistlerin yemek yemek için uğrak yerlerindendi. Yukarı kiliseye doğru orman yolunu içine alan sakin ve yeşil kısmına ise eski Karlovasi deniyordu. Buralarda dolaşıp akşam yemeklerini yeni Karlovasi 'de yemeyi tercih ettiler. Keçi dolması gibi bir yemekti yedikleri. Özge yemeği ağır bulurken, Buğra çok beğenmişti. Özge kalburabastı benzeri bir tatlı yedikten sonra tekneye döndüler. Özge dikiş kutusundan iğne iplik çıkarıp yatağa oturdu. Buğra güvertedeki koltuğa uzanıp yıldızları seyrederken Özge'nin ona eşlik etmesini bekledi.
"bebeğim ne yapıyorsun? "
"işim var aşkım, sen keyfine bak. "
"sensiz? "
Yerinden kalkıp kamaraya eğildi. Yatağa bağdaş kurmuş yırtmacı dikmeye hazırlanan Özge'nin yanına oturdu.
" acelesi neydi bebeğim. Gökyüzü o kadar berrak ki, yıldızlar kuyumcuların siyah örtüsüne saçılmış pırlantalar gibi parlıyor. Sen ise bu loş ışıkta iğne iplikle cebelleşiyorsun. "
"çünkü yarın giymek istiyorum. "
Buğra iğnelikten bir iğne çıkarıp ipi içinden geçirdi.
"sen bir tarafını, ben bir tarafını o zaman. "
"ben dikerim aşkım, sen çıkıp uzan, dinlen, kayan yıldızları izle. Bende geliyorum yanına. "
"hadi güzelim ağzın değil elin işlesin. "
"şebek! Ucuna kadar dikmeyeceğiz, dize kadar tamam mı? "
"tamamını diksek nasıl olur? "
" çuval yarışması oyuncuları gibi yürürüm o zaman. "
"mecburen diyorsun. "
Buğra en az Özge kadar iyi dikiyordu. Kocasına hayret ve hayranlıkla baktı. Diz hizasında düğüm attıktan sonra malzemeleri dikiş kutusuna koyup kaldırdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜMSÜZ (tamamlandı)
RomanceÖzge defalarca ölümün kıyısına gidip günlerce oradan, geride bırakmak üzere olduğu hayatı düşünmüştü. Öldüğünde tekrar kavuşacakları zamana kadar , hasret, özlem, aşk acısı gibi duygular yaşayacak mıydı? Yoksa film bitecek, motor duracak, son sahn...