-29.BÖLÜM-
‘Bade’
Okuldan çıkışta güç bela da olsa nihayet şehremini yokuşunu tırmanmış ve ana caddeye çıkmıştık. Doktor önlüğü ile ortalıkta dolaşan çapalı öğrenciler, şehremini öğretmen lisesinin öğrencileri ve bizler ortalıkta oradan oraya koşturup duruyorduk.
Koca caddeyi kimi ince kimi kalın cüsselerimizle işgal ederken sivillerin aramızdan geçmesi zaman zaman kavgalara neden oluyordu. Karşıdan karşıya geçecekken önümüzden geçen siyah jaguara baktığımda Özkan “Sana takmış ha?”dedi elini omzuma atarak.
İçimi çekerek ona baktığımda omuz silktim ve diğerlerinin de gelmesi ile karşıdan karşıya geçtik. Ara sokaklardan yürüyerek Samatya’ya doğru giderken az biraz ilerimizde yürümekte olan kızları gördük. Volkan ve Ebu Bekir dikkat kesilip kızlara yetişebilmek adına adımlarını hızlandırırken Özkan’a döndüm ve “Sence umut var mı?”dedim.
Yüzünü buruşturarak “Bilmiyorum. Yani aslında Serap’a kızgınım ama bu yaptığı şey yüzünden de onu tebrik ediyorum. Biz bazen çok maymun iştahlı olabiliyoruz ve bazen birinin gelip bize ders vermesini istiyoruz. Didem’e gelince Serap’ın aksine çok soğukkanlı. Yani çok fazla muhabbetimiz yok ama kimin ne olduğunu anlayacak kadar tanıyorum işte. Öf Bade ya nereden bileyim ben. Sorma bana!”diye kızdığında gülümseyerek önüme döndüm. Oğuz han yanımda Cüneyt’te Özkan’ın yanında belirdiğinde çocuklara baktım. Oğuz han ileriye bakarak “Bir kelden sana açıklama yapmasını istiyorsun Badeciğim. Oysaki Özkan da en az bu önümüzden yürümekte olan odunlar kadar yontulmamış.”dedi.
Özkan homurdanmaya benzeyen sesler çıkardığında kaşlarımı kaldırarak ona baktım.
Cüneyt gülmeye başlayarak “Umutsuz vakanın önde gideni Badecim Özkan. O yüzden şu önümüzde yürümekte olan orman kaçkınları bile bundan daha şanslı.”dedi.
Anlamıyordum. Oğuz han ve Cüneyt havada birbirlerine laf atıp yeni anlamlar yükleyerek açıklama yaparlarken gördüğüm tek şey Özkan’ın sinirle gülümseyen yüzüydü.
Sonunda dayanamayarak “Ya ne oluyor bana da anlatır mısınız?”dedim.
Oğuz han öyle bir gülmeye başladı ki Cüneyt’in ne ara konuşmaya başlayıp ne ara önümüze geçtiğini fark etmedim bile.
Cüneyt “Bu adamın önünde üç tane izmandot gibi adam var.”dediğinde şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım ve Özkan’a dönerek “Nefes’ten mi hoşlanıyorsun?”diye sordum.
Özkan sıkılgan bir tavırla “Biraz daha bağırsana ne olur? Sen de uy bunlara.”dedi.
Yüzüm önce şaşkınlıktan sonra Özkan’a duyduğum tuhaf sevgimden midir nedir bilinmez bir tuhaf oldu ve onu durdurup sarılıverdim yolun ortasında. Özkan, şaşırmış olacak ki öylece durdu ve benim ona sarılmamın sona ermesini bekledi.
Sonunda ondan ayrılıp yeniden yürümeye başladığımızda “Neden Nefes’e ondan hoşlandığını söylemiyorsun?”diye sordum.
Yüzünde alaycı bir gülümseme belirdi, ileriye bakarak “Ağabeylerinden korktuğumdan değil Nefes’ten korktuğumdan bir şey demiyorum. Hemen kendisini çeker, onu kaybetmek istemiyorum.”dedi.
Cüneyt “Salak.”
Oğuz han “Salak ötesi.” Dediğinde onlara kızgın bir bakış fırlattım ama işe yaramadı.
Özkan “Buradan dönüyoruz.”diyerek yokuş aşağı yürümeye başladığımızda birden ayaklarımın altındaki Arnavut kaldırımlarına bakıverdim. Sanırım yavaş yavaş geliyorduk Samatya denen yere.
Konuşmanın gidişatından memnun olan Özkan daha fazla uzatmadan bana döndü ve “Şimdi değilse bile ileride ama illa olacak diye bir şey yok. Nefes’in beni dinlemesi yani nasıl diyeyim sana, arkadaşlığı da yetiyor.”dedi ve bağırarak bir şeyler söylemekte olan pazarın içine girdik merdivenlerden inerek.
Arkama dönüp baktığımda “Ebu Bekir ve Volkan ve Ali gelmeyecek mi?”diye sordum.
Cüneyt “O iki salak kızlarla konuşmadan gelmez.”dedi. Oğuz ise “Ali de Ayşegül’ü durak’a bırakacağını söyledi. Eli kulağındadır”dedi.
Kaşlarımı kaldırıp kızıl taşlarla çevrili küçük balıkçı pazarına baktım. Gözüm bir yerlerden burayı ısırıyordu. Özkan gülerek “Burası İkinci Bahar’ın çekildiği yer. Bak burası Şener Şen’in lokantasının olduğu yer.”dediğinde gülümseyerek lokantaya baktım. Özkan önümden geçerek balıkçı tezgahlarının önüne gitti. Oğuz ve Cüneyt’te beni aralarına alarak yeşillik almak için manavın önüne doğru sürüklediler.
*****
‘DİDEM’
Bugün olanlardan sonra resmen hayattan nefret etme noktasına gelmiştim. Okuldu, sınavlardı, evdi derken arkadaşlarımın da birbirleri ile kavga etmesi sinirlerimi bozuyordu. Serap ile kısa zamanda kardeş olmuştuk. Onu çok seviyordum ancak bazen gerçekten baş belası olabiliyordu. Yine de onu bu kusurlarına rağmen seviyordum işte.
Ayşegül’ün ona vurmasından o kadar da incinmemişti ama söylediklerinden o kadar etkilenmişti ki bütün ağzını bıçak açmamıştı. En sevdiği sarı kırmızı saatini sinirden ortadan ikiye ayırdığımda bile sesini çıkarmamıştı. Bazen ben bile Ali’nin insan olup olmadığını düşünmeye başlıyordum. Tutmuş olduğum elini bırakıp koluna girdim ve onu kendime daha çok çekerek kolumun altına aldım.
“Bize gidelim mi?”diye sorduğumda başını hayır anlamında salladı. Onun keyfini yerine getirmek istiyordum ama bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum. Sonunda dayanamayarak “Oğuz’un çıkma teklifini kabul etmeye karar verdim.”dedim.
Buruk bir gülümseme ile bana yandan bir bakış attı ve “Sen bunu hayatta yapmazsın. İkimizde Ebu’dan hoşlandığını biliyoruz. Ben yaparım ama sen yapmazsın.”dedi.
Beni bu kadar iyi tanımasından nefret ediyordum. Yüzüme bir gülümseme yerleştirip şakaklarından onu öpüverdim. Kıkırdamasına yetmişti bu. Bu bile yeterdi bana. Öte yandan diğer tarafım Ayşegül’ü de düşünüyordu. Allah’ım bu nasıl bir saflıktır. Gerçekten böyle insanlar var mı diye merak eden ben bir daha asla bunu yapmayacağım. Zavallı Ayşecim Alinin elinde mahvolacak.
Serap “Ebu ile hiç konuştunuz mu?”
Düşüncelerimin arasından sıyrılıp Serap’ın sorusuna gerçekliğe döndüm ve ona bakarak “Hayır, hiç konuşmadık. Bugün kantinde olanlardan sonra bir daha da konuşacağımızı sanmıyorum.”dediğimde arkamızdan gelen sesle olduğumuz yerde kalakaldık.
“Didem!”
Volkan, elini havaya kaldırmış yanında Ebu Bekir ile bizim yanımıza doğru gelirken Serap okkalı bir küfür savurdu. Bu benim ağzıma alamayacağım bir küfürdü ama Serap için bu geçerli değildi.
“Sakin ol”diyerek onu elinden tutup yanıma çektim. Boyum ondan uzun olduğu için küçük bir kız çocuğu gibi bana daha çok yaklaştı.
“Selam.”diyerek Volkan’ın uzatmış olduğu elini tuttum ve sıkarak gülümsedim. Ebu ile göz göze geldiğimizde sadece başımı sallamakla yetindim.
Volkan “Nasılsın?”diye sorduğunda aslında tekil olarak sormuş olduğu sorunun çoğul anlam taşıdığını biliyordum. Serap, bakışları yerde yüzü asık bir şekilde bir ruhtan farksızken Volkan gözlerini ona dikmiş öylece bakıyordu. İçimi çekerek “Ne olsun iyiyim. Sen nasılsın? Ve sen?”dedim Ebu’ya bakarak, ondan çekinmediğimi belli edercesine. Sorduğum soruyla şaşırmış olacak ki kaşlarını kaldırıp bana baktı.
Allah’ım gözleri nasıl kızarmıştı. Serap’ı o an öldürmek istedim ama sadece istedim. İçimi çekerek Volkan’ın dediklerini dinledim ve başımı sallayarak “Ya sınavlar falan da başladı ya ondan pek dışarı çıkamıyoruz. Teneffüslerde falan ders çalışıyoruz ya da antrenman yapıyoruz.”dedim.
Volkan “Hımm,duyuyorum ya Haydar hocadan. İlk maç Fatih Kız Lisesi ileymiş galiba?”dediğinde başımı salladım. Yüzümü buruşturarak “Evet ya sorma. Okulun spor salonunun zemini tahtaymış.”dediğimde Ebu “Yani?”diye sordu.
Ona bakmadım ama ona doğru konuştum.
“Yanisi, eğer düşecek olursak canımız fena halde yanabilir. Eski zeminde oynamak çok zor olabiliyor.”dedim. volkan bir şey daha söyleyecekken Serap elimi bıraktı ve “Ben gidiyorum. Sıktı beni burası”dedi ve arkasını dönüp yürümeye başladı.
Volkan bir adım atıp peşinden gitmek istediğinde elimle onu durdurdum. Bana bakarak “Ona kızgın değilim Didem yemin ederim. Ama bu halini de hiç sevmiyorum. Sen biliyorsundur Ali ile bugün neler oldu?”diye sordu.
Yutkunarak “Bilmiyorum.”dedim.
Volkan “Didem, ne olur ya.”dediğinde ona baktım ve “Zorlama istersen Volkan he? Serap bugün çok zor bir gün geçirdi. Ali için değil ama senin için üzgünüm”dedim işaret parmağımla Ebu’nun gözlerini göstererek.
Ebu “Önemli değil.”demekle yetinirken başımı salladım ve gitmek için onlardan izin istedim. Tam arkamı dönmüş gidiyorken “Ali’ye dikkat edin olur mu?”dedim. soru sormalarına fırsat vermeden de hızla yanlarından uzaklaşıp Serap’a yetişmek için koştum.
******
‘ALİ’
Okul çıkışında Ayşegül’ü beklemek tam bir kabustu. Üşüdüğüme mi yanayım yoksa gözlerimin yanıp kavrulmasına mı bilmiyorum. Doktorun verdiği damlayı sıktıktan sonra kendimi daha iyi hissediyordum ama sadece ilaç etkisini gösterdiğinde.
Oflayarak nefesimi dışarı verdiğimde sonunda onu gördüm. Onca kalabalığın arasında ona çarpan insanları umursamayan bir halde sallanarak yürüyordu. Başı önünde gözlüklerini çıkarmıştı. Kısa bir an başını kaldırıp yanına gelen bir çocukla konuşmaya başladığında gözlerimi kıstım ister istemez. Çocuk başındaki şapkayı çıkarıp onun kafasına taktığında içimde beliren anlamsız kıskançlığı kendimce anlamlandırmaya çalıştım.
Ben bu kızı kıskanıyor muydum?
Saçmalama Ali!”diyerek kendimi kendime getirdim ve Ayşegül’ün bana doğru yürümesini sabırla izledim. Çocuk yanımdan uzaklaşıp giderken “Sonra görüşürüz”diye bağırdı. Onun arkasından bakıp tam önümde duran Ayşegül’e baktığımda yüzünün solgun küçük gözlerinin altının da hafif çöktüğünü fark ettim.
“İyi misin?”diye sorduğumda bir elini cebinden çıkarıp yüzüme doğru uzattı ve yüzünü ekşiterek “Asıl sen iyi misin?”diye sordu. Dokunuşuyla irkilsem de geri adım atmadım. Başımı sallayarak başının üzerinden arkasından gelmekte olan kızlara baktım ve “Elbette iyiyim”diyerek onu kolumun altına aldım. Kızlar yanımızdan geçerken İrem’in gelip hafifçe avucumun içine bıraktığı kağıt parçasını avucumun içine hapsettim ve kalabalığın aksi yönüne doğru yürüyerek ıssız Topkapı yokuşunu çıkmaya başladık yavaş yavaş.
“Bugün Serap ile kavga ettim. Ona vurdum”dediğinde başımı hızla ona çevirdim. Ayşegül, yapısı gereği çok nazik çok nasıl denir çocuksu biriydi. Tellerini ve gözlüklerini saymazsanız tabi!
Onu Serap’a karşı doldururken çok öfkeliydim ve bunu yapmasını isterken o kadar iddialıydım ki onun Serap’a vurduğunu öğrendiğimde bu kadar etkileneceğimi düşünmemiştim. Hoş, neyden etkilenmiştim onu da bilmiyordum ya?
Ayşegül’ün Serap’a vurmasından mı yoksa Ayşegül gibi bir kızın bir erkek için kardeş gibi gördüğü bir kızı yok saymasına mı bilemiyordum. Yine de egom tavan yapmıştı. Oldum olası öfkeli ve kinli bir yapım olmuştu bunu da her zaman hoşlanmadığım insanlardan canlarını çıkarta çıkarta almıştım.
Boş veren bir ifade ile “Ne? Üzülüyor musun yoksa?”dedim. bana bakıp içini çekti “O benim arkadaşımdı”dedi.
“ne olmuş? Onun gibi hatta ondan daha iyileri ile arkadaş olabilirsin.”dediğimde
“kimse onun gibi olamaz.”dedi.
Bu ne demekti şimdi?
“Ne demek istiyorsun?”diye sorduğumda karşıya otobüslerin olduğu tarafa geçtik.
“Bana bir bak. Okuldaki diğer kızlar bana ucubeymişim gibi bakıyorlar. Zayıfım ama bacaklarım parantez, dişlerim telli, saçlarım yağlı daha sayayım mı?”dediğinde kusmamak için kendimi zor tutuyordum.
Tamam, özünde iyi biriydi ama bu kadar da olunmaz ki. Suratına karşı “özgüvenin nerene kaçtı senin maymun” dememek için kendimi zor tutarken birden “Sana bir şey aldım”dedi eliyle alelacele gelmekte olan otobüsü durdurarak.
Kaşlarımı çatıp ona baktığımda cebinden çıkardığı paketi bana uzattı ve “Bu senin”dedi.
“Nedir bu?”diye sorduğumda otobüsün ön kapısı açıldı. Akbilini çıkartıp hızla “Aç hadi.”dediğinde şoför kornaya bastı. “Bir dakika”diyerek eliyle işaret yaptığında hızla daha çok parçalayarak paketi açtım ve gördüğümle şok oldum.
Küçük bir kutunun içinde saate benzeyen ama daha çok bir künyeyi andıran mor renkli işlemeye baktım. “Bu nedir?”diye sorduğumda bana baktı ve “Doğum günün kutlu olsun aşkım. Mor rengi sevdiğini biliyorum. Ben de bir yakınımdan rica ettim ve ismimizin baş harflerini siyah ile işleterek bunun üzerine yapıştırdım.”dedi ve otobüse bindi. Akbili basıp arka koltuklardan birine oturduğunda sinirle peşinden koşmaya başladım. Var gücümle bağırarak “Mor rengini sevdiğimi nereden biliyorsun? Dahası doğum günüm olduğunu?”dedim.
Gülümsedi ve bağırarak “İdareden öğrendim. Rengi de sürekli gömleğinin iç kısmına iliştirdiğin küçük düğmelerden anladım.”dedi giderek uzaklaşırken. Nefes nefese kalmış bir halde elimde hediyeyle kalakalmıştım.
“Kahretsin!”diyerek ayağımı yere vurduğumda saçlarımı yolmamak için kendimi zor tuttum. Birini incitmek benim için şimdiye kadar hiç sorun olmamıştı ama onu incitmek hem de böylesine dikkatliyken ilk defa soru işaretleri ile karşılaşıyordum. Hediyeyi hızla cebime tıkıp mantomun içine tıkıştırdığım kağıt parçasını elime aldım ve cep telefonumu çıkarıp içimdeki soru işaretlerinden kurtulmak adına İrem’i aradım. Bizim evin adresini verirken yüzümde her zaman ki ifadem vardı. Çocuklara mesaj atıp biraz gecikeceğimi söyledim ve yola koyularak eve doğru yürümeye başladım. Ne olursa olsun Ayşegül de hak ettiğini alacaktı. Sadece sırasını beklemek zorunda o kadar!
‘SERAP’
Merdivenleri ikişerli üçerli çıkıp hışımla kapının önüne geldim. Anahtarı hızla kapıya sokup eve girdiğimde çantamı salona doğru fırlattım. Ayakkabılarımı arkalarına basarak paçavra gibi bir köşeye fırlatırken öfke tohumlarımın dallanıp budaklanmasını beklemeye başladım. Salonun ortasında yavaş yavaş soyunurken Ali’ye yapacaklarımı düşünüp duruyordum. Sonunda öfke yerini soğuğa bıraktığında hızlı bir şekilde odama girdim ve yatağımı kaldırıp kara kaplı defterimi çıkardım. Gri renkli kalemle şimdiye kadar yapmış olduğum ve almış olduğum intikam maddelerine sırasıyla göz gezdirdim. Okuma yarışında olsam yemin ediyordum tüm rakiplerimi ezer geçerdim.
Ama şimdi ezip geçeceğim tek insan Ali’ydi.
Tabi ona insan diyebilirseniz.
Kapının açılması ile tek kaşımı havaya kaldırdım ve ne haber diyen teyzeme bakmadan kapıyı ayağım ile kapatıp camın önüne doğru ilerledim. Kapı açılıp içeri giren teyzeme bakmadan “Dışarı!”diye söylendim ancak beni dinlemeyerek yanıma geldi ve “Ne oluyoruz?”diye sordu.
Cevap vermediğim için benim baktığım yere baktı “Bunlar ne Serap?”diye sordu.
Defteri hızla kapatıp ona baktım ve “Şimdiye kadar yaptığım kötülükler”dedim yüzümde beliren şeytani gülümsememle.
Tek kaşını kaldırıp bana baktığında “O nasıl oluyor? Ya anlatır mısın adam gibi?”dediğinde “Otur şuraya da sana adam gibi değil kız gibi anlatayım. Bizim okulda bir yaratık var. Bugün beni çok kızdırdı. Direk silahlarımı kullanıp ondan kurtulabilirdim ancak şimdi düşünüyorum ki bunu onun istediği şekilde yapacağım.”dedim.
“O nasıl olacak peki?”diye soran teyzemin gidip kucağına oturdum ve kollarımı boynuna dolayarak “İnsan,insandır öyle değil mi teyzeciğim. Onları vahşileştiren içlerindeki eğitilmemiş hayvanlardır.”dedim.
“yani?”
Teyzeme sarılıp başımı omzuna koydum ve hem gülüp hem de ağlayarak “O hayvanı nasıl eğiteceğimi biliyorum.”dedim.
Teyzem “Nasıl?”
Burnumu çektim ve “Bir kızı asla hafife almaması gerektiğini göstererek. Kimse benim arkadaşımı incitemez. Ayşegül’ü incitecek ama en çok kendi incinecek. Onun o iğrenç kalbini yerinden söküp Ayşegül’ün ellerinin içine vereceğim.”dediğimde gözlerimi kapadım.
Serap’tım ben. Bazen güzel bir düş bazense güzel bir kabus olan…
-bölüm sonu-
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SERSERİ AŞIK (ESMER SERİSİ -2)
Teen FictionBiz imrenilendik... Parmakla gösterilen ve çoğu zaman nefret edilen ve ettirendik... Biz aileydik... Biz birdik... Birimiz leb diyorsa diğerimiz lebi diyendik... Sorun olduğunda neden diye sormayan hemen geliyorum diyendik... Ağladığında ağlama deme...