-42.BÖLÜM-
-BADE-
Nefesin odasından çıkıp aşağı inmek için merdivenlerin başına geldiğimde çalmakta olan telefonumu kaşlarımı çatarak elime aldım. Kimin aradığını bilmiyordum. Demir ya da Erdem’in arama ihtimaline karşı başımı kaldırıp ekrana baktım ama tek gördüğüm bilmediğim bir numaraydı. Kaşlarımı çatıp “Alo?” dediğimde karşı taraftan bir süre ses gelmedi. Ardından “Merhaba. Bade ile mi görüşüyorum?” dedi tanımadığım sesin sahibi.
“Evet, benim” diyerek merdivenlerden aşağı inmeye başladığımda telefonu daha sıkı tutmaya başlamıştım. Çantamı merdivenlerin yanında durmakta olan sehpanın üzerine koyarak pasomu aramaya başladım. “Kimsiniz?” dedim ardından. “Şey” dedi karşı taraftaki “Ben Egemen”
Sanki elektriğe tutulmuşum gibi irkildim ve “Ne? S-sen numaramı nereden buldun?” diye sordum. Güldü ve “İdareden aldım. Ya Bade aslında ben senden özür dileyecektim biliyor musun? Geçende yaptıklarımız için hani?”dedi. kaşlarımı kaldırıp içimi çektim ve “Şey, önemli değil.” Diyerek konuyu geçiştirmeye ve konuşmak istemediğimi belli etmeye çalıştım ama bunu anlamayarak benimle konuşmaya devam etti. Bir yandan da saati kontrol ediyordum. “Buluşalım mı?”
“Anlamadım?”
“Lütfen Bade, gerçekten kendimi affettirmek istiyorum” diye söylendi. Okulda zaten o olaydan sonra beni her gördüğünde sıkıştırıp durmuştu. Şimdi ne istiyordu ki? Dahası ona güvenmiyordum ve korkuyordum. Ağzımı açıp cevap vereceğim sırada telefon elimden alındı. Çığlık atarak arkamı döndüğümde Doruk’u tek kaşını havaya kaldırmış, telefonumun ekranına bakarken buldum. İzin istemeden telefonu kulağına dayadı ve “Kimsin lan?” dedi. Elimi uzatıp telefonu ondan almaya çalıştım ama başaramadım. Kendini geri çekip durdu sonra da ellerimi tutup gözlerini iri iri açtı. Eğer, birkaç hafta önce olsa onun bana dokunmasından etkilenmediğimi söyleyebilirdim ama şimdi bana bakması bile kalbimin hızla çarpmasına neden oluyordu. Sinirlenerek telefonu elinden aldım ve “Bugün görüşemeyiz ama yarın olur” diyerek telefonu kapatıp çantama attım ve “Biraz saygılı davranır mısın?” dedim.
“Kime?” diye sordu. Kollarımı göğsümde bağlayıp “Sence?” diye sorduğumda önünden geçip ayakkabılarımı almak için portmantonun önüne gittim ve eğilerek babetlerimi ayağıma geçirdim.
“Seni ben bırakırım” diyerek yanıma geldiğinde “Gerek yok” dedim.
“Gerek olduğunu söylemedim zaten Kızıl. Ben bırakacağım dedim.” Dedi. Ağzımı açıp bir şeyler söyleyecekken işaret parmağını dudaklarımın üzerine koydu ve “Kapa çeneni lütfen” diyerek sokak kapısını açtı. Mutfaktan çıkan Poyraz ağabey yanıma gelip “Gidiyor musun?” diye sorduğunda başımı sallayıp gülümsedim ve “Sonra görüşürüz gene” diyerek açık olan kapıdan dışarı çıktım. Anıl, elinde anahtarla bahçeye girdiğinde beni gördü ve “Görüşürüz kızıl” diyerek o da eve girdi. Doruk, arkamdan gelirken ona bakmadım ve “Anıl çok yakışıklı” diye mırıldandım.
“Ne?”
Başımı kaldırıp ona baktım ve “Ne ne?” diye sordum. “Az önce Anıl yakışıklı dedin” dedi. Gözlerini kısmış bana bakıyordu. “Evet, gerçekten öyle” dedim iç çekerek. Ne oluyordu bana? Gözlerimi kırpıştırarak önüme döndüğümde Doruk’un dikkatle bana baktığını gördüm ve “Ondan hoşlanamazsın” dedi birden. “O niye?” diye sordum. “Çünkü… Hoşlanamazsın. Yani o Anıl. Anıl gibi Anıl” dedi. Demek istediğinden hiçbir şey anlamamıştım. İçimi çekip gülümsedim ve “Merak etme, sadece dış görünüşü için öyle söyledim. Hem zaten o benden büyük. Ne ben ona o gözle bakabilirim ne de o bana bakar” diyerek yeniden yürümeye başladığımda Doruk’un kolumdan tutması ile onunla göz göze geldik. Kolumu tutan eli kızgın maşa gibiydi ve canımı yakıyordu. Gözlerimi kırpıştırarak “Kolumu bırak!” dedim.
“Neler oluyor sana?” diyerek burnumun dibine kadar girerken gözlerim iri iri açıldı ve kolumu elinden kurtarıp “Asıl sana ne oluyor? Bir haftadır ben yokmuşum gibi davranıyorsun. Canın istediği zaman gelip konuşuyor istemediğin zaman konuşmuyorsun!” dedim sinirle. Sonuçta bana bunu yapmaya hiç hakkı yoktu değil mi? Tamam, ondan hoşlanmayı istememiştim ama olmuştu değil mi? Ne vardı sanki o salak rüyayı gördüm! Çenemin titremeye başladığını hissederek geriledim ve “Ben oyuncak değilim Doruk. Kendi hayatım var. Sen önemsemesen de. Arkadaşız diyorsun ama kafamı karıştıracak şeyler yapıyorsun. Rengin’den hoşlanmıyorsun ama onun dibine kadar girmekten kendini alamıyorsun! Sonra da beni alıkoyuyorsun! Ben sana ait bir eşya değilim ve sende benim sahibim değilsin. Aramızda ki şeyin ne olduğunu bilmiyorum belki sen kızlara böyle davranmaya alışmış olabilirsin ama şu saatten sonra bir daha dudaklarınla beni taciz etmeni istemiyorum!” diye bağırıp arkamı döndüm konuşmasına fırsat vermeden. Ayak seslerinden peşimden geldiğini anlamıştım. Gülmeye yakın bir sesle “Neyimle taciz ediyorum neyimle?” diye sordu.
“Kes şunu!” diyerek adımlarımı daha da hızlandırdım ama ayağıma taktığı çelme yüzünden yüz üstü neredeyse yere kapaklanıyordum. Çığlık atarak düşüyorken belimden tutması ile daha bir bağırdım ve “Kes şunu demedim mi ben sana?” dedim.
Gülüyordu ama sinirli ve gergin olduğu her halinden belliydi. “Senin derdin ne Kızıl? Özel gününde falan mısın?” diye sordu. Ağzım bir karış açık kalmış ona bakarken ne cevap vermem gerektiğini bilmiyordum. Ondan hoşlanıyordum aslında Allah biliyordu ya içimde ona karşı daha farklı bir şeyler oluşuyordu ve ben bundan korkuyordum çünkü onunla hiçbir şansımın olmadığını biliyordum. Evet, bunu kendisi söylemişti. Ağlamamak için dişlerimi sıkarken içimden bu kadar pervasız olmamasını diledim. Ne olurdu sanki benim de duygularımın olabileceğini anlasa! Kaşlarımı çatarak “Eve tek başıma gideceğim tamam mı?” dedim önünden geçerek.
“Yarın kiminle buluşacaksın?” diye sordu arkamdan. Olduğum yerde durdum ve “Bunun seni ilgilendirdiğini sanmıyorum Doruk.” Dedim. Yanıma gelip “Bak geçen hafta olanlar için çok üzgünüm tamam mı?” dedi. Ona bakıp güldüm ve “Gerçekten çok egoistsin! Ben sana güvenip o ödevi yapmadım. Gelmeyince bir şey olmuştur diyip geçiştirdim ama ertesi gün seni sevmediğin kız arkadaşınla fingirdeşirken görünce neler hissetmiş olabileceğim hakkında en ufak bir fikrin var mı?! Benim var çünkü! Doruk, seni kullanıyor dedim! Aferin sana Bade senin gibi bir fareden başka ne beklenirdi ki?!” diye bağırdım ve ondan uzaklaşarak “Gerçekten bir müddet benden uzak dursan iyi olur Doruk. Çünkü şuanda hissettiklerim hiçte iyi şeyler değil.” Dedim ve ağlayarak yanından uzaklaştım. Birini sevmek ya da birinden hoşlanmak canını neden yakardı ki insanın. Ben zaten acıya alışıktım ama bu… Bu çok başkaydı. Kâğıdın parmağımı kesmesi gibi ince ama keskin bir acıydı. Sızım sızım sızlayıp duruyordu. Otobüsü falan es geçip bir taksi durdurdum. Evin adresini vererek başımı cama yasladığımda, daha Egemen meselesini halledecektim. Eve gittiğimde ilk işim ondan kurtulmak olacaktı.
*****
Doruk, hala sitenin çıkışında durmuş öylece karşıya bakıyordu. Bade’ye karşı hissetmeye başladığı şeylerden dolayı kendisini çok huzursuz hissediyordu. Ondan kaçmak en iyi çözümdü ama onu kendine de düşman etmek istemiyordu. Kendi kendisine söverek “Piçsin oğlum sen!” dediğinde cep telefonunu cebinden çıkarıp birini aradı. Telefon ikinci çalıştan sonra açılırken “Ne haber Rıza?” diye söylendi.
“Oo, paşam siz bizi arar mıydınız?” diye sorduğunda Doruk “Sana bir işim düştü” dedi. Rıza “Eh, anlamıştım zaten” dedi karşı taraf ardından “Söyle bakalım” dedi. Doruk “Sana bir numara vereceğim, onun kime ait olduğunu bulabilir misin?”diye sordu.
“Bulmasına bulurum da hayırdır?”
Genç adam, ofladı ve “Ya bir kız var tamam mı? Ateş kadar sıcak, lodos kadar tatlı… Her neyse, işte telefonunda bu numaradaki kişiyle konuşuyordu. Yarın onunla buluşacakmış. Bana kim olduğunu öğrenebilir misin?” diye sordu.
Rıza “Olur. İstediğini yaparım koç. Poyraz’a selamlarımı ilet ama” dediğinde Doruk başını salladı ve “Eyvallah abi” diyerek telefonu kapatıp siteden içeriye girdi. Elleri ceplerinde dalgın bir şekilde yürürken yüzünün aldığı hal hiçte hayra alamet değildi…
*****
İğrenç bir güne merhaba!
Karnımın ağrısıyla yataktan çıkıp okul formalarımın durduğu tarafa yöneldim. Teyzem, kapıya yaslanmış beni izlerken “Hala küs müyüz?” diye sordu. Ona bakmadan “Sana da günaydın” dedim. Yanıma gelip, ellerini omuzlarıma koydu ve ardından “Serap” diye söylendi. İçimi çekip ona döndüm ve beline sarılarak “Gitmeni istemiyorum teyze” dedim. Çenesini başıma yaslayıp bana sımsıkı sarılırken “Geri geleceğim ama” dedi. “O eve gitmek istemiyorum. Ne olur burada kalayım” dediğimde “Tatlım” dedi.
Bunu söylemesi ile iki adım gerileyip yüzüne baktım ve “Boş versene! Her zaman eşantiyon mal gibi oradan oraya taşınıp duracağım nasılsa!” diyerek hızla üzerimi giyindim ardından çantamı da alarak koşarak dışarı çıktım. Teyzem “Okul çıkışında buluşacağız!” diyerek arkamdan bağırırken onu duymamaya çalıştım. Ağlayarak Serano’nun önüne geldiğimde Bade’yle çarpıştım. “Ne oluyor ya?” diyerek başımı kaldırıp ona baktığımda “Merhaba” dedi.
“Hayırdır?” diye sordum.
“Yardımına ihtiyacım var” dedi. Kaşlarımı çatıp ona yürümesini söyledikten sonra aynı hızla konuya girmesini söyledim. Yokuştan aşağıya inerken “Mal mısın sen ya? Senin Egemen midir nedir onunla ne işin var? O çocuk keş! Bunu anlamak için suratına bakman yeterli!” diye bağırdığımda birkaç kişi dönüp bize baktı. Zaten sinirliydim bir de bunlar beni iyice geriyordu. Hayır, on altı yaşında mıyım kırk altı mı belli değil! Gözlerimi kapatıp “Güzelim, benim hafızası yerine tam oturmamış arkadaşım sen niye böyle bir salaklık yapıyorsun? Doruk’a kızarak kendini çakalın kollarına atıyorsun! Ya o çocuk seni çiğ çiğ yer! Bir daha kendine gelemezsin!” diye bağırdığımda koluna girip onu sürüklemeye başladım. Bade “Buluşmak istemediğimi söyledim ama dinlemedi beni” dedi.
Başım çatlıyordu yemin ederim. Bu ne ya! Anasını sattığımın dünyasında hiç mi bir işim rast gitmezdi kardeşim! Seçilmişiz gibi bizi aynı okula doldurmuşlardı ya! Senem’leri arabadan çıkarken görüp ıslık çaldığımda Bade “Hayır!” diyerek kolumu çimdikledi. Hepsi birden dönüp bize baktıklarında Nefes ve Senem bize doğru yürümeye başladılar. Önümüzde durduklarında “Sorun ne ?” dediler. Nefes’in sorunun ne olduğunu bilmesine gerek yoktu. O mahkeme duvarı suratından her haltı anladığı belli oluyordu. İçini çekerek “Gene ne yaptı?” diye sorduğunda Bade “Egemen” dedi.
Senem “Ne olmuş ona? Doruk, onu dövmüştü sizinkilerle birlikte?” dedi. Beraber yürümeye başladık ve “Çocuk buna kafayı takmış kızım. Bu da duyguları karmaşık olduğundan çocuğun çıkma teklifini kabul etmiş” dediğimde Senem “Ne?” diye bağırdı. O sırada Yusuf bize doğru geliyordu. “Has siktir!” diyerek suratımı buruştururken Senem gülümseyerek önüne döndü ve Yusuf’un yanaklarından öpüp “Merhaba” dedi. Çocuğun yüzü aydınlanmıştı yemin ediyorum. Ama öte yandan Poyraz’ında suratı asılmıştı. Birini deli gibi severken onu bile bile başkasının kollarına atmak nasıl bir duyguydu acaba?
Nefes, Bade’nin yanına gelip koluna girdiğinde “Gerçekten insanın sabrını taşıracak şeyler yapıyorsun.” Diye söylendi. Ardından Senem’e bakıp “Senem” diye bağırdı. Senem, Yusuf’un elini tutan elini bırakıp yanımıza geldiğinde yeniden yüzü ciddi bir ifadeye büründü ve “Pekâlâ, oturup bu konu hakkında konuşacağız ve bir çözüm bulmak zorunda kalacağız” dedi.
“Bulamazsak?” dediğimde boynundaki altın işlemeli zinciri çekip çıkardı ve “O zaman Egemen ile konuşmam gerekecek” dedi. Tanrım, bazen gerçekten Nefes’in dediği gibi ablalık damarı kabarıyordu bu kızın. Bade’yi, Özkan’lara verdikten sonra bizde sıraya geçip içeri girdik. Ayşegül’ü sırada oturmuş uyuklarken gördüğümüzde Senem “Ne olur ama ya!” diye başını önüne eğdi. Çantamı sıranın üzerine koyup bizimle bir konuşup bir konuşmayan Tuğçe’ye baktım ve “Günaydın ruh” diyerek Ayşegül’e döndüm. Çenesinden tutup başını yukarı kaldırdığımda “Uyumadım pek” dedi.
“Belli oluyor” diyen Senem’e dönüp “Kapa çeneni” diye fısıldadım. Ayşegül “Teyzem şüpheleniyor. Beni Cüneyt ile görmüş. Sürekli imalarda bulunup duruyor. Hafta sonu amcamlar geliyor Kars’tan” dediğinde Nefes’in yüzü sapsarı olmuştu. “Korkma ya” diyerek Ayşegül’ün yanağından öptüğünde bir şeyler düşünmeye çalıştığı belli oluyordu. Senem “Gelseler de ne değişecek ki?” diye sorduğunda Ayşegül “Beni babamdan isteyecekler” dedi.
Sıkıntıyla başımı arkaya verip derin bir of çektim ardından “Nasıl ya? Böyle bir hayvanlığı nasıl yaparlar ağabey?” diye söylendim. Ayşegül, dolan gözleriyle bana bakıp gülümsedi ve “Hayata hoş geldin” dedi. Gözlerimi kısıp ona baktığımda “Senin için çok üzülüyorum Çekik ama sakın benim sabrımı sınama” dedim onu uyararak. Öğretmenler zilinin çalması ile hepimiz yerimize geçerken Ayşegül boş olan yanına baktı ve “Keşke Didem de burada olsaydı” dedi.
****
Edebiyat dersinin sonlarına doğru ders dinlemekten sıkılan Didem çareyi başını sıraya koyup uyuklamakta bulmuştu. Sporcu olduğu için derslerden muaf tutuluyordu ama o yine de okula geliyordu. Hande Hoca, elinde tebeşiri ile tahtaya yazılar yazarken “Didem?” diye seslendi. Genç kız, başını kaldırıp Hande Hoca’ya baktığında genç kadın gülümsedi ve “Göl Saatleri adlı eser kime aitti?” diye sordu.
Ela, elini kaldırıp “Hocam, ben söyleyebilir miyim?” diye sorduğunda Hande Hoca “Hayır” dedi. Didem, gözlerini kapatıp içini çekti ve “Ahmet Haşim” dedi. Ela, sinirle önüne dönerken Didem gülümseyerek başını eğdi ve yeniden uyuklamaya devam etti. Bir yandan da kızları düşünüyordu. Şimdi onlarla beraber olsaydı eğer ders kesinlikle mükemmel geçiyor olurdu. Ama değildi ve bunun gerçekliği canını o kadar çok yakıyordu ki sinir oluyordu. Teneffüs zilinin çalması ile çantasını alıp sınıftan dışarı çıktı. Koridorda yürümeye başlayıp dolabının başına gittiğinde matarasını eline aldı ve dolabını kilitledikten sonra spor salonuna gitmek üzere yola çıktı. Aşağıya inip üzerini değiştirdiğinde saha içinde beş tur koşup kaslarını ısıtan genç kız, eline almış olduğu basketbol topu ile turnikeye çıkıyor ve üçlük sayılar atıyordu. Hemen sonra takım kaptanı ve koçlarının da gelmesi üzerine başını kapı tarafına çeviren genç kız Buket Hanım’ın “Seni ısınırken görmek güzel Didem” dediğini duydu ardından kadın ellerini birbirine vurarak “Pekâlâ, ikişerli takım oluşturun. Ela ve Didem takımınızı belirleyin” diyerek onları iki yana ayırdığında Didem gözüne kestirmiş olduğu kişileri kendi yanına çekti. Buket Hanım “Tamam mısınız kızlar?” diye bağırıp cebinden çıkardığı bozuk parayı eline aldı ve “Pekâlâ, ilk önce kimin başlayacağına bakalım. Yazı mı tura mı?” diye sorduğunda Ela “Yazı” dedi hemen.
Didem’in dudakları havaya kıvrıldığında “Neye gülüyorsun?” diye sordu sinirle Ela. Didem, para havaya fırlatılınca “Her zaman tura gelir” dedi ve Buket Hoca’nın elini açması ile gülümsemesi daha da genişledi. Buket Hoca “Sezgileri güçlü kızım benim. Tura!” diye bağırdı ve düdüğünü çalarak “Pekâlâ kızlar, karşınızda gerçek rakibiniz varmış gibi oynayın ve asla pes etmeyin!” diyerek kaptanları yanına çağırdı ve topu tek eliyle havaya kaldırdı.
Buket Hoca “Hazır mısınız?”
Ela “Evet!”
Didem “Evet!”
Buket Hoca “Öyleyse başlayalım!” diyerek topu havaya sıçrattığında Didem, topu alarak öne geçti. Savunmaya geçen İlayda’ya bakıp topu gönderdiğinde Ela’nın markajından kurtulmak için var gücü ile koşmaya başladı genç kız. Ela “Ne o? Kaçıyor musun?” diye sorduğunda İlayda’nın topu Melis’e attığını gördü. Takım arkadaşları “Hey!” diye bağırınca Didem Ela’yı iteledi ve “Benden uzak dur!” diye tısladı. Ela, sesini çıkarmayıp ona hızla vurunca Didem kaşlarını çatıp Tuğba’ya seslendi ve topu kendisine atmasını söyledi. Parmaklarının ucunda yükselip topu karşılarken Ela güldü ve “Gerçekten elindekiyle pota altına kadar gidebileceğini mi düşünüyorsun?” dedi.
Didem, sesini çıkarmadan onun baskısından kurtulup sahanın ortasına doğru koşmaya başladığında tam ortada durdu ve havaya sıçramadan önce “Ben pota altına girmem. Benim yerim burası” diyerek gözlerini kızdan ayırmadan topu attığında Buket Hoca’da hem şaşkınlık hem de hayranlık uyandıran bir yüz ifadesi ile topu izlemeye başladı. Ela, gözlerini çekip topa bakarken top, öyle yavaş potanın içinden süzüldü ki kendisi bile ne yapması gerektiğini unutmuştu.
Tuğba ve İlayda “Evet, işte budur bebeğim!” diyerek birbirlerine vururlarken Didem gülümseyip tek elini kısa saçlarının arasından geçirdi ve “Umarım bu seni tatmin etmiştir” diyerek yeniden oyuna döndü. Ela, o kadar sinirlenmişti ki takımının devi olarak adlandırılan Burçin’e baktı yan gözle. Didem’in takımında olmasına rağmen Ela ona yapması gerekeni söyleyerek komut vermiş ve düdüğün çalması ile oyun yeniden başlamıştı. Didem ve Tuğba eş zamanlı olarak koşup paslaşırken pota altında bekleyen Melis, elini havaya kaldırıp topu eline aldı ve tersten smacı basıverdi. Tam on dakika içerisinde iyi bir skor elde eden kızlar, Didem ile daha da yakınlaşırken Ela sinirden etrafında olan bitene tahammül edemiyordu. Didem, hem oynuyor hem de takım arkadaşlarını motive ediyordu.
Didem “İşte böyle kızım. Kimse senden daha iyi değil. Hadi İlayda!” diye bağırırken kızın turnikeye çıkışını izledi gülümseyerek. Ela, topu yakalayıp karşı tarafa doğru koşarken Didem onu engellemeye çalışıyordu. Boy olarak olmasa da güç ve kas yoğunluğu bakımından Ela’dan güçlüydü genç kız. Arkasından dolanıp topu eline aldığında var gücü ile koşmaya başladı. Herkes onunla birlikte çığlık çığlığa bağırırken Ela, Burçin’e bakıp başını eğdi ve Didem havaya sıçrarken bütün bağları kesti.
Genç kız, elinde topla nefes nefese havaya sıçradığında ayak bileği ve diz kapağında hissettiği yanma hissi ile çığlık atıp yere kapaklandı yüz üstü. Düşmenin şiddeti ile dudağı patlayan Didem,sol bacağını tutup ağlamaya başladığında Burçin sahanın gerisine geçmiş olanları izliyordu. Kızlardan birkaçı kızın üzerine yürüyüp onunla kavgaya giriştiğinde Didem için yapılacak bir şey kalmamıştı artık geriye. Buket Hoca “Ambulans çağırın hemen!” diyerek kendinden geçmek üzere olan Didem’i sakinleştirmeye çalıştığında Didem onu duyamayacak kadar acının dibine girmişti.
****
Ayşegül dördüncü dersin yarısında izin alarak sınıftan dışarı çıktığında kantinden almış olduğu meyve suyu ile alt kattaki spor salonuna girmişti. Dalgın bir şekilde meyve suyundan içip sahanın etrafında yürürken etrafında basketbol oynamakta olan çocukları fark bile etmemişti doğru dürüst. Bir yanda evdekiler diğer yandan Ali’nin annesi… Nefes alamadığını hissediyordu genç kız…
“Hop hop!” diye bağırılması ile başını çeviren genç kız son anda önünde duran çocukla burun buruna geldi. Üst tarafı tamamen çıplak olan çocuk sırtındaki dövme ile kendisine göz kırparken Ayşegül’ün elleri titremeye başladı. Terden alnına yapışmış olan simsiyah saçlar ve mavi gözlerin sahibi başını yavaşça eğerek “Ayşegül” diye seslendiğinde genç kız sesin çok uzaktan geldiğini düşündü. Gözleri kayıp geriye doğru düşerken Anıl’ın endişe içinde kızı tutması ile herkes birden başlarına toplanmıştı.
“Tuttum seni” diyerek kızı kucağına alan Anıl arkadaşlarına bakıp “Siz devam edin beyler” dedi ve hızlı adımlarla kızı revire taşıdı.
Yarım saat sonra Ayşegül gözlerini açıp kendisine geldiğinde revirdeki hemşire gelip yeniden tansiyonuna baktı ve “Sadece tansiyonun düşmüş tatlım” dedi. Genç kız,yutkunarak başını salladıktan sonra yatmış olduğu yerden kalkarak bacaklarını aşağı sarkıttı ve elleriyle onları ovalamaya başladı. “İyi olduğunu görmek güzel”
Başını çevirip kapı tarafında durmuş kendisine gülümseyerek bakmakta olan Anıl’ı görünce ne diyeceğini bilememişti genç kız. Okul formasını üzerine geçirip gömleğinin düğmelerini iliklemeden kızın yanına giden Anıl içini çekerek yavaşça yanına oturdu ve gülümseyerek ona baktı. Ayşegül,başı önünde gözleri üzgün bir şekilde yere bakıyordu. “Canını sıkan şey ne?” diye sorduğunda genç kız “Hiçbir şey” diye söylendi.
“Ayşegül…” diyerek kıza bakıp boynunu eğdiğinde genç kız “gerçekten” dedi. Anıl da bunun üzerine “Peki o zaman bana neden bayıldığını anlat” dedi. Ayşegül “Tansiyonum düşmüş,hemşire öyle söyledi.”dedi. anıl “Benden gerçekten bu söylediğine inanmamı istiyor musun?” diye sorduğunda hemşire yeniden yanlarına geldi ve “Merhaba yakışıklı” dedi gülümseyerek. Anıl da kıza gülümseyip sessizce Ayşegül’e bakarken genç kız “Heyecandan bayılmış olabilirim biraz” dedi. Anıl ona bakıp yeniden önüne döndüğünde Ayşegül “Çok güzeldin” dedi birden Anıl’a. Hemşire dönüp Anıl’a baktığında “Gerçekten çok güzelsin” diye onayladığında Anıl duydukları karşısında kaşlarını çatıp gülümsedi. Hayatında ilk defa bu kadar çok utandığını hissediyordu. Gözlerini kapatıp içini çektiğinde hemşirenin yanlarından uzaklaşmasını bekledi ardından oturduğu yerden ayağa kalkıp kızın önüne diz çöktü. Dizlerinin üzerinde duran elleri tutup “Bana bakar mısın?” diye söylendiğinde Ayşegül başını kaldırıp kendisine baktı. Anıl “Güzel” diyerek başını salladıktan sonra kızın ellerini bırakıp uyandıktan sonra kızın bacaklarına yaptığı gibi masaj yapmaya başladı ve “Ben güzel değilim” dedi.
Ayşegül “Öylesin”
Anıl “Sözümü kesme”
Ayşegül “Olur, özür dilerim.”
Anıl iç çekip derin bir nefes verdi ve “Önemli değil. Güzellik göreceli bir kavramdır Ayşegül ve sen bunun üzerinde çok fazla duruyorsun” dedi. Onun ağlamaya başlayacağını hissettiğinde dişlerini sıkıp elleriyle bacaklarına baskı yapmaya başladı ve “Sana örnekler vermeli miyim bilmiyorum ama tarihteki o büyük aşklara bakarsan eğer kimse öyle ahım şahım bir güzelliğe sahip değilmiş. En bilineni mesela; Leyla ile Mecnun. Leyla,çok çirkin bir kadınmış ama Mecnun onu sevdiğinden dolayı o gözüne o kadar güzel gözüküyormuş ki,ondan başka hiçbir şeyin bu kadar güzel olduğunu düşünmüyormuş”dedi. Ardından uzanıp kızın gözlüklerini gözlerinden aldı ve “Sende çok güzelsin sadece bunu duymaya ihtiyacın var o kadar.” Dediğinde “Yüz şeklim diğerleri gibi değil ama?” dedi.
Anıl,onun yanağından akmakta olan bir damla yaşa dokunup sildi ve “Yüz şeklin mi? gerçekten mi?” diye söylendi ardından “Birincisi,diğerlerine benzemediğin için fazlası ile dikkatimi çekiyorsun tamam mı? şu çekik gözlerinin içine saklanmış küçük kahve çekirdeklerini andıran gözlerin tam tamına bir şaheser. Öncelikle bunun yaradan’a teşekkür etmeliyiz değil mi? tel ve gözlük kısmına değinmek bile istemiyorum çünkü o konuda ne düşündüğümü sana daha öncede anlatmıştım” diyerek kızın yüzünü avuçlarının arasına aldı ve “İnsanların söylediklerine bu kadar takılmamalısın beni anladın mı? Sen çok güzelsin ve ben sana bakarken gördüklerimi ve düşündüklerimi söylesem inan bana yüzün şuan görmüş olduğum kırmızılıktan daha da fazla kızarırdı.” Dedi gülümseyerek.
Ayşegül,gözlerini kırpıştırıp Anıl’a bakınca genç adam gülümseyerek kızı alnından öptü ve aynı dakika da “Çek ellerini onun üzerinden!” diye tıslayan Ali ile karşı karşıya geldi. Ali,elleri iki yanında yumruk yapılmış Ayşegül’ün bayıldığını öğrenip deli gibi koşmaya başladığında görmek istediği manzara bu değildi. Anıl’ın ona söylediklerini duyunca içinde ki öfke denizi kabarmış ve bütün hücrelerini esir almıştı. Anıl,gülümseyerek kıza döndü ve “sınıfına git ve dinlen.” Dedi. Ayşegül,başını hayır anlamında salladı ve “Ali…” diye söylendi.
Anıl “Sana dediğimi yap! Biz sadece konuşacağız sana söz veriyorum” diyerek Ali’nin gözlerinin önünde kızı yanaklarından ve alnından öperken diğerleri de gelmişti. Ayşegül,diğer kapıdan çıkıp giderken Anıl açık olan gömleğinin düğmelerini ilmeye başladı ve “Buraya sadece hasta(!) olan insanların geldiğini sanıyordum” dedi sakin bir sesle. Ali “Senin onun yanında ne işin var lan!” diye bağırıp soluğu Anıl’ın burnunun dibinde aldığında Özkan “Ali sakın!” diye bağırdı.
Anıl,gözlerini Ali’nin gözlerinden çekip Özkan’a diktiğinde “Abini dinle İmam” diye söylendi ve önünden geçip gitmek üzereyken Ali’nin kolunu tutup bükmesi ile olduğu yerde durdu. Poyraz ve Doruk’un da gelmesi ile çember daralan Anıl elini kaldırıp Poyraz’a Doruk’u tutmasını söyledi. Genç adam,kendisine söylenileni yapıp kardeşinin kolunu tutarken Doruk da aynı Ali gibi kendisini saldırmaya hazırlamıştı. Dişlerini gıcırdattığını duyabiliyordu Anıl. Gülümseyerek “Ayşegül,çok tatlı bir kız. Onun yanında olmayıp ta nerede olmamı isterdin?” diye sorduğunda sırtına yediği yumrukla dişlerini sıktı. Ali “O benim!” diye tıslayınca Anıl öyle hızlı döndü ki herkes bir anda kime nasıl davranması gerektiğini unutuverdi. Anıl,boynundaki kravatı alıp Ali’nin boynuna geçirip sıktı ve onu kendisine çekip “Bana ismim dışımda ne derler biliyor musun İmam?” diye sordu gözlerini kısıp. Ali, “Sansar!” diye tısladı. Genç adam başını sallayıp güldü ve “Güzel. Peki Sansarlar ne avlar İmam?” diye sordu.
Ali,boynunu sıkmakta olan kravattan kurtulmak için çabalarken güçlükle yutkundu ve “Sıçan!” dedi. Anıl,yine başını salladı ve “Güzel ve sen bunu bilmene rağmen bana kafa tutacak kadar kendine güveniyorsun öyle mi? Sen bir sıçansın Ali! Ve senin kuyruğunu kapana kıstırmadığım için inan bana çok şanslısın!” dedi ve Ali konuşacakken “Kapa çeneni gerizekalı!” diye bağırdı. “Sana şuan temiz bir dayak atmıyorsam bu o kız için,seni sevdiği için,senin istediğin için değil. He,bir daha bana bağırma cüretinde bulunursan emin ol iki bacağınla birlikte bu kravatın sıkacağı tek uzvun aşağıda ki küçük Ali olur ona göre!” dedi ateş saçan gözleri ile.
Ali’yi bırakıp geriye doğru iterken genç adam hırsını alamamış olmanın verdiği buhranla Anıl’ın üzerine saldırdı ama Anıl kravatla onu yeniden bağlayıp “O kızın üzerinde sana ait tek bir ize rastlarsam İmam,inan bana seni doğduğuna pişman ederim!” dedi.
Ali “O benim! Benim!” diye tıslarken Anıl “Dostum,bu okulda sana ya da arkadaşlarına ait bir şey yok hala anlamadın mı? gözüm,kulağım o kızın üzerinde eğer başına bir iş gelirse senin yüzünden ya da değil çünkü o benim diye söylenip duruyorsun,” dedi… “Seni sallandırırım. Yemin ediyorum!” dedi ve usulca çocuğu bırakıp gülümseyerek yanlarından ayrıldı. Koridora çıktıklarında Doruk “Neydi bu? Ben ağzını burnunu kıracaksın sanıyordum?” diye bağırdığında Anıl gömleğini ilikleyip iç çekti ve Doruk’a bakmadan “kız onu seviyor.Ayrıca,ona sadece konuşacağız diye söz verdim. İnan bana pençelerim hala içe geçmiş değil. O yüzden çok fazla yorumda bulunma Kartal!” diyerek adımlarını hızlandırırken Doruk “Sen gerçekten o kızdan hoşlanıyor musun?” diye sordu. Anıl,olduğu yerde durup Doruk’a ve bir cevap bekleyen Poyraz’a baktığında omuz silkti ve “Bazen. Ama korumacı tarafım daha ağır basıyor. Benim dış görünüşle bir işim olmaz beni bilirsin” dediğinde Doruk başını salladı ve “Yine de tehlikeli sularda yüzüyorsun” dedi.
Anıl güldü ve “Nasıl? Senin gibi mi?” dedi.
Doruk “Konunun benimle ne ilgisi var?”
Anıl “Kartal,eğer Ayşegül’e karşı senin Bade’ye karşı hissettiklerin gibi bir şeyler hissetmiş olsaydım inan bana Ali çoktan mefta olmuştu!” dedi. Doruk,kendisine söylenilenlerden rahatsız olarak kaşlarını çattığında Anıl yeniden yürümeye başladı ve eliyle Doruk’un sırtını sıvazlayarak “Bade’yi sevdiğini ya da ona aşık olduğunu Poyraz da ben de biliyoruz. Sırf ondan kaçmak için saçma salak işler yaptığını da. Dua edelim de çok canın yanmasın bu işten.” Diyerek yürümeye başladıkların Doruk ağzına gelen bütün küfürleri ardı ardına saydırmaya başlamıştı.
***
Ayşegül,idareye gelip eline kolonya sürerken gelen dosyaları yerleştirmek için sandalyesine oturup kaydetmeye başlamıştı. Erol Hoca’nın kapısının açılması ile sinirle dışarı çıkan kadını gördüğünde nefesini tutan genç kız yerinden kalkarak Erol Hoca’nın “Hanzade Hanım’a çıkışı göster Ayşegül” dediğini duydu. Kadın,elini havaya kaldırarak “Gerek yok!” diyerek yürümeye başladığında Ayşegül’ün yanında durup ona baktı ve sinirle “Oğlum sende ne buluyor anlamıyorum ama elbette senden de sıkılacak!” dedi. Ayşegül,sesini çıkarmayınca kadın ona dönüp gözlerini kıstı ve kızın ellerini tutup uzun tırnaklarını kızın eline geçirerek “Oğlumu yeniden kazanacağım beni anladın mı küçük kız!” diye söylendi. Ayşegül,kadının bakışlarından rahatsız olarak kendisini geri çekmek istediğinde Hanzade hanım buna izin vermedi. Ayşegül,hissettiği acı ile yüzünü buruştururken kadına baktı ve “Siz sadece oğlunuzun size açmış olduğu davayı geri çekmesini istediği için onu yanınızda istiyorsunuz onu sevdiğinizden dolayı değil!” dediğinde Hanzade Hanım başını arkaya atarak gülmeye başladı.
Yılan ya da bir timsah kadar tehlikeliydi bu kadın Ayşegül’e göre. “Bana yardım ettiğin için o kadar mutluyum ki?” dediğinde Ayşegül “Neden bahsediyorsunuz siz?” diye söylendi. Tam o sırada dışarıdan yankılanan sesle genç kız iliklerine kadar titrediğini hissetti.
“Ayşegül!”
Başını çevirip Ali’nin ateş saçan bakışları ile karşılaştığında onun kendisine daha sonra da elini tutmuş olan Hanzade Hanım’a baktığını gördü. Yer ayaklarının altından kayıyormuş gibi hissedip bir şeyler söylemek için düşünmeye başladığında içinden bir ses canının yanacağını söylüyordu…
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SERSERİ AŞIK (ESMER SERİSİ -2)
Teen FictionBiz imrenilendik... Parmakla gösterilen ve çoğu zaman nefret edilen ve ettirendik... Biz aileydik... Biz birdik... Birimiz leb diyorsa diğerimiz lebi diyendik... Sorun olduğunda neden diye sormayan hemen geliyorum diyendik... Ağladığında ağlama deme...