28. Bölüm

118 24 0
                                    

-28.BÖLÜM-

‘BADE’

Sıkıntıyla geçen bir günün ardından yarım bir insan olarak aşağı kantine indim. Cam kenarında boş olan masalardan birine geçerek elimdeki kitabı masanın üzerine bıraktım ve cama vuran yağmur damlalarını izlemeye başladım. Kantin yavaş yavaş dolarken başımı çevirip birbirlerine gülerek bir şeyler anlatmakta olan insanlara baktım. Kırk beş dakikalık ders süresi boyunca ne biriktiriyorlardı merak ediyordum. İçimi çekerek yeniden başımı cama çevireceğim sırada kahkahalarla içeri giren grubu fark ettim. Başımı çevirmemeye gayret ederek cama yansıyan görüntüye baktığımda Doruk’un gözlerini dikmiş benim oturduğum tarafa baktığını gördüm. Sanki göz göze gelmişiz gibi hemen başımı önüme eğip alçıda olan elime diktim gözlerimi. Kaşlarımı çatıp derin bir nefes aldım. Onun bakışları beni her zaman yenik ve ezik bir duruma sokuyordu.

“Hadi!”diye bağırdı Anıl Doruk’a gelip yanlarına oturması için. Hemen karşımdaki masaya geçip tam karşıma gelecek şekilde yavaş adımlarla masaya doğru yaklaştı. Sandalyeyi çevirip uzun bacakları ile üzerinden geçip oturduğunda nasıl oluyor da o küçücük masaya sığabildiğini anlamaya çalıştım. Alçılı elimin püskülleri ile oynarken başımın üzerinde bir gölge hissettim. Soluğum kesilmiş, ödüm patlamış bir halde bağıracakken tepemden aşağı inen çay tepsisine gözlerimi kırpıştırarak baktım. Bu Özkan’dı.

Özkan, gülümseyerek elleri ile saçlarımı sevip tam ortasına bir öpücük bıraktı ve sandalyelerden birini yanıma çekerek yanıma oturdu. Tepsideki çaylardan birini benim önüme diğerini kendi önüne aldığına “Kaç şeker?”diye sordu.

“Bir.”diyerek cevap verdiğimde diğerleri de yavaş yavaş masadaki yerlerini almaya başladılar sırasıyla. Volkan ve Ebu Bekir, tam yanıma gelecek şekilde beni Özkan ile birlikte ortalarına alırlarken, Cüneyt ve Oğuz han tam karşıma geçmişlerdi. Özkan’ın aldığı çaylardan alıp şekerlerini içine attıklarında Volkan bana baktı ve “Sen iyi misin?”diye sordu. Dilimle dudaklarımı ıslatıp başımı kaldırdım ve Oğuz ile Cüneyt’in arasından gözüme ilişen görüntüye takıldım. Doruk, kaşlarını çatmış hala beni izliyordu.

“Cüneyt ve Oğuz, birleşin!”

Başımı çevirip, sinirle Cüneyt ve Oğuz’a ‘birleşin’ diyen Özkan’a baktım. Çayından bir yudum alıp öfkeli gözlerini gülümseyerek bana çevirdi ve “Seni sindirmesine müsaade etmemelisin.”dedi bir elini omzuma atarak. Ondan aldığım güven ve cesaretle Volkan’ın cevaplanmamış sorusuna döndüm ve “Şimdi iyiyim.”diye karşılık verdim.

Volkan başını sallayarak “Bunu duymak güzel.”dedi.

Özkan “Değil mi?”dediğinde çocuklara verdim dikkatimi. Sıkıntılı oldukları her hallerinden belli oluyordu.

“Sorun ne?”diyerek ortaya bir laf attığımda hepsi dönüp bana baktılar. Ebu Bekir içini çekerek “Yarın Fransızca sınavı var kardeşim. Ve nasıl çalışacağız bilmiyoruz.”dediğinde Cüneyt “Evet, üstelik bilgisayardan da uygulamalı bir ödevimiz de var. Hangisine nasıl çalışacağız kaldık öyle.”dedi.

Sıkıntı ile birbirlerine bir şeyler anlatmaya çalışan arkadaşlarıma baktım ve “İsterseniz ben sizi çalıştırabilirim.”dedim.

Cüneyt “Neye? Bilgisayara mı yoksa Fransızcaya mı?”diye sordu.

Omuz silkerek “Kendimi övmek gibi olmasın ama…”dedim gülerek. Özkan “Amaaaa.”dedi başını sallayarak. İçimi çektim ve “Gerçek şu ki; bu okulda benim kadar iyi Fransızca konuşan biri olduğunu sanmıyorum. Bu yüzden eğer isterseniz sizi ben çalıştırabilirim.”dedim.

Bir süre birbirlerine baktıktan sonra Özkan güldü ve tam ağzını açmış bir şey söyleyecekken Ali’nin gelip hiçte hoş olmayacak şekilde masaya oturması bir olmuştu.
Kaşlarımı çatıp ona baktığımda kızaran gözleri ile bana baktı ve “Hayırdır?”diye sordu. O kadar tuhaf bir çocuktu ki ona baktığımda gerisin geri kaçmak istiyordum. Her hareketi,sözleri ve özellikle bakışları insanı rahatsız eden cinstendi.

Özkan sessiz kalmamı fırsat bilerek araya girdi ve “Bade bizi Fransızcaya çalıştıracak.”dedi.

Ali “Öyle mi? Eh ben de dahilimdir umarım”dediğinde bana baktı ve “neden benimle uğraşıyorsun?”diye sordum.

Gülümseyerek Ebu Bekir’in çayını bir dikişte bitirdi ve ağzının kenarını koluna silerek “Gerçek şu ki; senin bizi ayakta uyuttuğunu düşünüyorum. Uzaydan gelen yaratıklarla hiçbir ilgin olmadığına göre lafları da bir taraflarından anladığını sanmıyorum.”dedi arkasına yaslanıp bana bakarken.

Ebu eliyle onu uyardığında ben de aynı şekilde arkaya yaslandım ve gerinerek “Haklısın. Bana söylenenleri yanlış anlamıyorum sadece yanlış söylüyorum. Tıpkı şuan da olduğu gibi. Türkçem iyi değil ve seninle konuşurken söyleyeceklerime dikkat ediyorum. Arada hatalarım oluyor ama bunun insanları rahatsız ettiğini düşünmüyorum.”dediğimde herkes susmuş bana bakıyordu. Öyle ki Doruk bile kaşlarını çatmış oturduğu yerden biraz yana kaymış merakla bizi dinliyordu.

Ali, ne demesi gerektiğini bilmeden öylece suratıma bakarken “Serap seninle iyi ilgilenmiş. Aslında bundan sonra bir sorunum olduğunda direk ona gitmek en iyisi.”dediğimde sanki bam teline basmışım ki bana doğru geldi hızla ve masanın üzerine eğilerek “ Bu yaptıklarına çok pişman olacak!”dedi.

Volkan “Ona ne söyledin de bunu yaptı?”diye sorduğunda Ali yandan Volkan’a baktı ama tek bir kelime dahi söylemedi. Arkasına yaslandı ve derin bir iç çekerek etrafına bakmaya başladı. Konuşulanlardan rahatsız olan Cüneyt “Ödev diyorum sınav diyorum. Başlayacağım şimdi sizin belirsiz ilişki çemberlerinize ha?!”diye kızdığında Özkan “Şöyle yapalım. Okuldan birlikte çıkıp Samatya sahiline gidelim ve oradan balık alalım.”dedi.

“Balık mı?”diye sorduğumda hoşnut bir ifade ile başını sallayan Özkan kaldığı yerden devam etti konuşmasına.

Özkan “Şöyle iki kilo istavrit alırız. Yanına da roka kıvırcık. Kola da alırız.”dediğinde bana baktı “süper olur. Hem dadımla da tanışmış olursunuz.”dedim.

Volkan “Valla Fransızca değil ama balıklar acayip iştah açtı he.”dedi gülümseyerek.
Teneffüsün bittiğini haber veren zil çalıp yavaş yavaş yerlerimizden kalktık ve kantinden çıkıp sınıfa doğru yürümeye başladık.

******
‘SERAP’

Sınıfa girdiğimizden beridir Ayşegül’ü bekliyor ve onunla konuşmak için içimden üçe kadar sayıp duruyordum. Sanki bir işe yarayacakmış gibi. Nefes ve Senem, Tuğçe ile birlikte sıraların üzerine oturmuş gelecek ders hakkında harıl harıl tartışırlarken Didem elini omzuma atmış beni teselli etmeye çalışıyordu.

Omzumu silkerek “Yeter be!”dedim. tek kaşını kaldırıp bana baktığında “Sakinleş lütfen. Ayşegül çok hassastır biliyorsun. Bu halin onu korkutabilir.”dedi.

Of Allah’ım of! Niye ben ya niye? Gittiğim adım attığım her yeri cehenneme çevirmek zorunda mısın? Tamam, bazılarını ben kendim yapıyorum ama ya bu dışarıdan içeriye girmek isteyen parazitlere ne oluyor? O Cin Ali niye bu kadar kinli ki? Hayır, Volkan’ın ruhu onun içine mi girdi? Of of! Gıcık oluyorum kendime!

Didem “Serap?”diyerek elini gözlerimin önünde sallamakta olan arkadaşıma baktım ve “Ne… hımmm?”dedim içimi çekerek.

Sevdiğiniz bir insana zarar vermek çok zordur. Lanet girsin ki benim dilimde çok pistir. Akrepten yılandan bile daha zehirlidir. Ben kendimi biliyorum kardeşim hayatta Ayşegül ile konuşurken sakin olamam. Çünkü Ali’yi o kadar benimsemiş ki sanki karşımda konuşan Ayşe değil de Ali.

Didem “Geldi.”diye fısıldayınca dudaklarımı ısırıp Didem’e döndüm ve “Kraliçe Elizabeth’in kızı mı bu? Niye fısıldıyoruz?”dedim.

Yüzüme takındığım şahane sahte tebessümümle gidip Ayşegül’e dokunacakken Ayşegül kaşlarını çatmış beni itelemişti. İtiraf ediyorum onun bu hareketiyle neye uğradığımı şaşırmıştım. Sormak ya da sorgulamak yoktu. O Rosalinda (Birçoğunuz eminim pembe dizi izliyorsunuzdur!) dizisindeki fakir ve saf kız gibi kendisine söylenenlere inanmış bir halde tam karşımda duruyordu. O çekik gözlerinin içinde görmeyi beklediğim son şey öfkeydi. Tamam, onun da kızacağını biliyordum ama bana her şeyin sorumlusu sensin bakışı atmasından hiç hoşlanmamıştım.

Ağzımı açıp gayet medeni bir şekilde, ona bu yaptığının yanlış olduğunu söyleyecektim ama daha ağzımı açamadan hani dakika bir gol bir derler ya işte öyle bir edayla Ayşegül’ün ince, narin ellerinden çıkan bir tokat olabildiğince yüzümde patladı. Başım yana düşüp gözlerimle şaşkınlıkla bana bakmakta olan Didem’e takıldığında artık her şey için çok geç kaldığımı anlamıştım.

Didem “Sakin ol.”diyerek beni sakinleştirmeye çalıştığında doğrulup Ayşegül’e baktım. Konuşmama fırsat vermeden motora takmış bir vaziyette hızlıca ardı ardına sıralamaya başladı içindekileri.

Ayşegül “Sürekli birilerini incitme derdindesin. Önce Volkan sonra kendin. Şimdi de Ali!”dediğinde “Yavaş gel.”dedim.

Didem “Serap…”diye fısıldadığında Ayşegül “Ondan uzak duracaksın beni anladın mı? Ali benim sevgilim! Beni seviyor! Beni! Sen güzel olabilirsin ama sadece insanların yanında taşımak isteyeceği bir eşya gibisin!”diye bağırdığında sınıfta soğuk bir rüzgâr esiyordu. O rüzgâr benim bakışlarımla ve nefes alışverişlerimle birleşip ortaya kutup rüzgârlarını bile yok edecek sertlikte bir rüzgâr estiriyordu.

Didem yeniden “Serap…”dediğinde elimi Didem’in elinden kurtardım ve tamamen doldurulmuş olan küçük arkadaşıma doğru bir adım attım. Gözlüklerinin arkasından pişman olduğunu gördüğümde yüzümde ki ifadeden ödün vermedim ve gülümseyerek “Ezik.”dedim.

Arkamı dönüp yavaş yavaş yürümeye başladığımda boğazıma takılan yumruyu geri gönderdim. Her okulda bir pislik vardı. Benim pisliğimse Ali’ydi. Madem sert oynuyordu o zaman ben de sert oynayacaktım.

“Hadi bakalım Cin Ali sen mi daha iyisin yoksa ben mi?”

SERSERİ AŞIK (ESMER SERİSİ -2)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin