-43.bölüm-
Genç kadın, eşi ve kızı ile birlikte Haseki Hastanesinin acilinde deli gibi koşturuyordu. “Sakin ol” diyen üvey kızı Duygu’ya baktığında dudaklarının arasından küçük bir inilti çıktı ve “sen sakin kalabiliyor musun?” diye sordu. Duygu da ağlamaya başlayıp acil bankosunun önüne vardıklarında “Pehlivan! Didem Pehlivan burada mı? Hangi yatakta?” diye bağırdı nefes nefese.
Perdenin gerisinden çıkan Buket Hoca “Duygu!” diye seslendiğinde genç kız başını çevirip Buket Hoca’ya baktı. Koşarak annesi ve babası ile birlikte kadının yanına gittiklerinde bir odaya kapatılan Didem’in çığlıklarını duydular. Genç kadın “Kızımın nesi var?” diye sordu endişe ile. Canı çekilir gibi oluyordu bebeği içeride her çığlık atışında. Elini kalbinin üzerine koyup “Neler oldu?” diye sorduğunda eşi Kubat Bey gelip elinden tuttu ve aynı endişeli ifade ile hocanın suratına baktı. Duygu, kardeşinin kaldığı odanın kapısının önüne gelip durduğunda cam paravandan doktorların onu sakinleştirmeye çalışmasını hıçkırarak ağlayarak izledi bir süre. Başı geriye düşmüş çığlık çığlığa bağırarak ağlayan kız kardeşini her gördüğünde içi parçalanıyordu. Yüzündeki yaşları silip “Nasıl oldu?” diye sordu boğuklaşan sesi ile. Buket Hanım “Öğrenciler arasında maç yapıyorduk. Sayıya çıkarken birden karşı takımdaki arkadaşı ile çarpıştılar. Sonra çığlık çığlığa yere düştü” dediğinde Duygu sinirle güldü ve “ Yani bilerek oldu mu diyorsunuz?” dedi.
Buket Hanım “Duygucuğum, neler hissettiğini anlıyorum ancak…” dediğinde genç kız yeniden önüne dönüp kız kardeşine baktı. Belden aşağısı olduğu gibi çıplaktı. Beline sarılan yeşil örtü onun en mahrem yerlerini kapatırken Didem’in aslında kendisinden olmadığını anlamak onun için zor olmamıştı. Doktorlardan biri dışarı çıkıp “Ailesi siz misiniz?” diye sorduğunda Duygu olduğu yerde durmuş genç doktora bakıyordu. Kubat Bey “Kızım nasıl?” diye sordu. Doktor,”Ameliyat için hazırlıyorlar.” Dedi ardından “Diz kapağındaki ve ayak bileğindeki bağ dokularla liflerde yırtılma ve zedelenme meydana gelmiş. Bir bacağı bu yüzden çok hassas ve kan toplamakta.” Dediğinde Duygu “Yani?” diye sordu.
Doktor, genç kıza dönüp baktığında Duygu burnunu çekti ve “Bir sporcu için doku zedelenmesi ya da yırtılması hayatının sonu demektir” dedi. Ardından doktora bakarak “Ama ben kardeşimin bir daha basketbol oynayıp oynamamasıyla ilgilenmiyorum. Yürüyebilecek mi?” diye sordu. Annesi ile göz göze gelip öldüren bakışlarını yeniden doktora diktiğinde genç adam “Elbette yürüyebilecek yalnız, ameliyattan sonra fizik tedavisi görmesi gerekecek. Ama eskisi gibi basketbol oynuyormuş sanırsam” dedi ve derin bir nefes alıp “Oynayamayacak” dedi. Duygu, dudaklarını yalayıp önüne dönerken doktor ameliyat için hazırlanması gerektiğini söyleyip yanlarından ayrıldı. Duygu, annesini yanına çağırarak kız kardeşine bakarken babası sesini çıkarmadan öylece kendinden geçmiş olan kızına bakıyordu sessizce. Duygu “Seni asla affetmeyecek” diyerek babasına dönerken Kubat beyle göz göze geldiler. “Bana yapmak istediğini ona yaptırdın. Bak sonuçlarına!”diye bağırdı. Kubat Bey, sesini çıkaramadan öylece kızına bakarken Duygu gülümseyerek önüne döndü ve “Buket Hocam?” dedi.
Genç kadın, afallayarak “Efendim tatlım?” dediğinde genç kız “Kardeşime bunu yapanın ismini istiyorum” dedi. Buket Hanım “Duygucuğum, sana söyledim tamamen kazaydı” dediğinde Duygu “ Ben aslen Kara gümrüklüyüm hocam. Bunun ne demek olduğunu biliyor musunuz?” diye söylendiğinde annesi dönüp kızına baktı ve “Duygu” dedi.
Genç kız, omuz silkip gözlerini uyumakta olan kız kardeşine dikti ve “Küçük bir ilçedir ama insanları birbirine bağlıdır. Özellikle de gençleri. Kolay kolay kimse aramıza giremez. Eh bu yüzden de kimse bize zarar veremez” dedi.
Buket Hoca “ Bunu tehdit ile sonuçlandıramazsın tatlım” derken Duygu isterik bir şekilde güldü ve “Eğer bana kardeşime bunu kimin yaptığını söylemezseniz hocam. O çok sevdiğiniz kolejinize ve elit öğrencilerinize hayatlarında görüp görebilecekleri en ilkel şekilde dayak atacağım. Hepsine tek tek!” dedi kadına bakıp. Buket Hoca, kaşlarını çatmış kendisine bakarken “Ben asla kavga eden taraf olmadım ama burada şimdi canım yanıyor. Kız kardeşim belki de bundan sonra bizimle hiç konuşmayacak ve bu dünyada sevdiği tek şey olan basketbol topuna hep uzaktan bakacak. Bunu bir köşede durup izlemek ne kadar acı verecek anlamıyor musunuz?” dediğinde hıçkırıyordu. Babası, onu kendisine çekip sımsıkı sararken Buket Hoca’nın da gözlerinden yaşlar aktı ve daha fazla orada bulunmasının bir anlamı olmadığını anlayarak yanlarından uzaklaştı. Okula gidip bu işi çözmek için yola çıkarken vicdanı Duygu’nun dediklerini düşünüyordu.
****
Yılan ya da bir timsah kadar tehlikeliydi Hanzade Hanım Ayşegül’e göre. “Bana yardım ettiğin için o kadar mutluyum ki?” dediğinde Ayşegül “Neden bahsediyorsunuz siz?” diye söylendi. Tam o sırada dışarıdan yankılanan sesle genç kız iliklerine kadar titrediğini hissetti.
“Ayşegül!”
Başını çevirip Ali’nin ateş saçan bakışları ile karşılaştığında onun kendisine daha sonra da elini tutmuş olan Hanzade Hanım’a baktığını gördü. Yer ayaklarının altından kayıyormuş gibi hissedip bir şeyler söylemek için düşünmeye başladığında içinden bir ses canının yanacağını söylüyordu…
Ali, Ayşegül’ün yanına giderken sinirinden hiçbir şey kaybetmemişti ama buna rağmen onun nasıl olduğuyla daha çok ilgileniyordu. Merdivenleri ikişer üçer çıkıp idarenin önüne geldiğinde duyduğu kahkaha sesi ile olduğu yere çakılıp kaldı. Ardından gözleri kadını gördü. Eli, Ayşegül’ün elinin üzerine kapaklanmış “Bana yardım ettiğin için teşekkür ederim” derken Ali onun ne demek istediğini anlamamıştı. Ancak daha sonra evde söyledikleri aklına gelince ellerini yumruk yapmış ve öfke saçan bakışları ile “Ayşegül!” diye bağırmıştı. Genç kızın, gözlerinde gördüğü kırgınlık biraz olsun onu geriletirken korku ile kendisine bakmasından hoşlanmamıştı Ali. Titrediğini ve bir şeyler söylemek istediğini anlamış ona doğru yürürken kızın, elini kadının elinden kurtarmak istedi ancak kadının elini tutması ile ona bakıp onu itmesi bir oldu.
“Def ol!” diye tıslarken Hanzade Hanım “Oğlum, lütfen…” diye başladı yine aynı sözlerine. Ali, ona bakıp “Eğer hemen arkanı dönüp gitmezsen sana yemin ediyorum elimden bir kaza çıkacak! Def ol!” diye bağırdığında Erol Hoca odasından çıkıp yanlarına gelmişti. “Ali, sakin ol oğlum” diyerek genç çocuğu uzaklaştırmaya çalıştığında Hanzade Hanım “Bu sümüklüde ne bulduğunu bilmiyorum ama sen benim oğlumsun Ali! Benim anladın mı? Benden kaçarak ya da saklanarak daha nereye kadar yaşayabileceğini sanıyorsun sen!” diye bağırdığında Ali masanın üzerinde duran zımbayı eline alıp kadına fırlattı. Eğer Hanzade Hanım son anda Erol Hoca tarafından yana çekilmeseydi muhtemelen alnı patlamış olacaktı. Ama bunun yerine idarenin camdan kapısı tuzla buz olup yere düşerken Ali’nin göğsü hızla inip kalkıyordu sinirden.
Erol Hoca “Gidin artık!” diye bağırıp kadının kolundan tutup çekiştirdiğinde Hanzade Hanım “Bu hayata daha ne kadar devam edeceksin? Senin bir ailen bir evin, bir kardeşin ve bir baban var! Bu sefaletine ne zaman son vereceksin!” diye bağırdığında Ali bir şey hariç diğerlerini duymamıştı bile. “Benim babam yok! Onu sen öldürdün!” diyerek kadının üzerine yürüdüğünde merdivenlerden “Ali!” diye bağırarak yukarı çıkan Özkan ile Ebu Bekir son anda onun annesinin gırtlağına yapışmasına engel oldular. Birden tüm okul idarenin önünde toplanıp bu gösteriyi izlemeye başladığında ikinci birinci sınıflar ikincilere haber verdi. Emre, koşarak aşağıya inmeye başlayıp kalabalığı dağıtmaya çalıştığında bahçeye çıkmak üzere olan Poyraz’ları görüp ıslık çaldı ve “Kılıç!” diye bağırdı. Poyraz, elleri ceplerinde dönüp kalabalığın tepesinden kendisine el sallayan Emre’ye baktığında Doruk ve Anıl’ın omzuna vurup adımlarının yönünü değiştirerek kalabalığa doğru ilerlerken Doruk “Hadi kardeşim hadi gösteri sona erdi!” diyerek birinci sınıfların yakalarından tutup geriye atmaya başlamıştı. Poyraz ve Anıl açılan yoldan yukarı çıkıp Ali’yi tutmakta olan Özkan ve Ebu Bekir’i gördüklerinde merakla birbirlerine bakıp içeri girmişlerdi.
Erol hoca “Alın şunları buradan!” diye bağırıp Ali’yi ve onu zapt etmekte zorlandıkları arkadaşlarını tuttuklarında Anıl, Ali’nin bileğini tutup ensesinden kavradı ve başını tek hareketle yere eğdi. Hanzade Hanım, Erol Hoca’ya dönüp “Sizi dava edeceğim! Bu yaptığınız yanınıza kalmayacak!” dediğinde son bir kez oğluna baktı ve “Babanın ölümünden beni sorumlu tuttuğunu biliyorum ancak hayat devam ediyor oğlum…” diye söylendiğinde Ali kükreyerek Anıl’ın ellerinden kurtulup annesinin boğazına sarıldı ve onu geri geri sürükleyip duvara yapıştırana kadar da bırakmadı.
“Seni sorumlu tutmuyorum! Senin öldürdüğünü biliyorum! Senin yüzünden öldüğünü biliyorum! O çok sevdiğin aşığının seninle evlenmesinin nedeninin sana âşık olduğundan olduğunu mu sanıyorsun Hanzade Hanım? Seninle evli çünkü babamın mirasını istiyor! Ama ne sana ne de ona bu duyguyu tattırmayacağım!” diyerek kadının gırtlağını biraz daha sıkarken “Bu kadar yeter!” diyerek Anıl, Ali’nin boynundan tutup onunla göz göze geldi ve başparmağını soluk borusu ile şah damarının arasına koyup sıkmaya başladı. Ali’nin gözleri kararıp, başı geriye düşerken Anıl yüz ifadesini bozmadan onu omzuna aldı ve kadına dönerek “Gidin!” dedi buz gibi bir sesle.
Hanzade Hanım, boğazını temizleyerek karşısındaki çocuğa baktı ve “Su” diye söylendi.
Anıl, “Başka yerde içersiniz. Hemen bu okuldan çıkın!” dedi aynı ses tonuyla. Ardından Poyraz’ı ve kapının dışında tetikte beklemekte olan Emre’yi çağırıp “Ona çıkışı gösterin” dedi. Hanzade Hanım, Poyraz ve Emre tarafından dışarı sürüklenirken Oğuz Han ve Cüneyt nefes nefese kalmış bir halde idareye girdiler ve “Ali!” diye bağırdılar.
Anıl gülümseyerek Ali’nin kalçasına vurdu ve “Cin Ali uyuyor” diyerek idaredeki toplantı odasına girdi. Çocuklarda onun peşinden giderken Poyraz dışarıda kadının arabasına bindiğinden emin olmaya çalışıyordu. Emre “Bu neydi şimdi?” diye sorduğunda Poyraz “Bilmiyorum” dedi.
Beraber yürümeye başladıklarında Emre “Bu yeni gelenlerin hep bir sorunu çıkıyor piyasaya. Okulu şenlendiriyorlar” dediğinde Poyraz gülümsedi ve “İlginç” diye söylendi.
“İlginç olan ne?” diyen Emre’ye bakan Poyraz “Hepsi yaralı. Bu ilginç” dedi. Daha fazla konuşmadan Emre’yi arkasında bırakıp yürümeye devam ettiğinde idarenin önüne geldi ve Erol Hoca’ya bakarak “Size kahve ısmarlayayım mı hocam?” diye sordu. Ardından yerdeki cam kırıklarına bakıp “Merak etmeyin, biz Emre ile hallederiz. Hem öğlen arası da yaklaşıyor” dediğinde Erol Hoca yorgun bir halde başını sallayıp birlikte toplantı odasının yolunu tuttular.
İçeri girdiklerinde çocukların Anıl’ı itip kaktığını gören Erol Hoca “Ah, bana bakın eşek sıpaları bir de sizin didişmenizle uğraşamayacağım! Oturun hemen yerinize!” diye bağırıp cetvelini masanın üzerine vurduğunda Cüneyt “İyi de hocam onu bayıltmış” dedi sinirle.
Oğuz Han “Boğazını sıkarak hem de ya!” diye söylendi. Özkan “Sakin olun” diyerek onları yanlarına çektiğinde bakışlarını Anıl’a çevirdi ve “Ona ne yaptın?” diye sordu. Anıl, içini çekip “Dedikleri gibi sadece bayılttım” diyerek omuz silktiğinde Ebu Bekir “Peki ne zaman kendisine gelecek?” diye sordu. Anıl, arkasını dönüp elleri kucağında ağlamakta olan Ayşegül’e bakıp kaşlarını çattı ardından Ebu’ya dönerek “Birazdan uyanır. Yalnız boğazı epey bir acıyacaktır damarlarını sıktığımdan dolayı” dedi.
Hemen sonra arkasını dönüp ecza dolabının önüne gidip içinden pansuman malzemelerini aldı ve Ayşegül’ün önünde diz çöküp kızın ellerinin üzerine baktı. “Bir gün için fazla darbe” dediğinde Ayşegül başını kaldırıp ona baktı. Anıl,sağ elinin baş parmağı ile kızın yanağındaki yaşları silip gülümsedi ve “Hadi gel,ellerini temizleyelim ondan sonra sana bir yemek ısmarlayayım” diyerek kızın bileğinden tutup dışarı çıktılar. Poyraz,getirmiş olduğu kahveyi Erol hocanın önüne bırakıp yanına oturduğunda Özkan “O kadın neden buraya gelmiş ki?” diye söylendi. Erol Hoca “Ayşegül’e yüklü bir miktarda çek vermiş” dedi.
Ebu Bekir “Ne?”
Erol Hoca “Sakin olun” diyerek konuşmaya başlayacağı sırada gözlerini aralayan Ali çatık kaşlarla etrafına bakındı ve “Neredeyim?” diye sordu.
“Cehennemin dibindesin imam” dedi Oğuz Han kafasına vurarak. Yatmış olduğu yerden kalkıp doğrulduğunda eliyle boğazını ovaladı ve “Nerede o?” diye söylendi. Ardından “Ayşegül ile gördüm onu” dedi Özkan’a bakıp. Özkan “Erol Hoca da bize bunu anlatıyordu” dediğinde Ali dönüp Erol hocaya baktı ve “Ne?” diye sordu.
Yaşlı adam “Annen…” diye söze başlamıştı ki son anda bundan vazgeçip “Hanzade Hanım,Ayşegül’e yüklü bir miktarda çek vermiş. Bunu tahmin etmek zor olmasa gerek değil mi? kız,dün sabah yanıma geldiğinde oldukça kötü bir durumdaydı. Kendisinden seninle barışmaları için yardım istediğini söylemiş ve eğer bunu yaparsa ailesine maddi destekte bulunacağını belirtmiş. Kız,istememiş ve kabul etmeyeceğini söylemiş ama kadın emri vaki yapıp kağıdı eline tutuşturup kızı Ulubatlı’da bırakıp gitmiş.” Dediğinde Ali gözlerini yere dikmiş dinliyordu.
“Bana gelip olanları anlattığında sana söyleyip söylememe konusunda kararsız kalmıştı ve onu yanlış anlayacağından dolayı da korkuyordu. Ben de sana söylememesini ve bunu benim halledeceğimi söyleyerek çeki aldım ve Hanzade Hanım’ı arayıp onu okula çağırdım. Elbette ki soru sormadan geldi çünkü onu seninle görüştüreceğimi düşünmüş ama bunun olmadığını bunun yerine ona bir gün önce Ayşegül’e vermiş olduğu çeki uzatırken ufak bir sinir krizi geçirdi. Ondan sonra da onu güzel bir dille kovup Ayşegül’den yolu göstermesini istedim ve o sırada da sanırım…”
“Ben geldim” dedi Ali. Duydukları nedense onu hiç şaşırtmamıştı. Ağrıyan şakaklarını ovalamak için ellerini kaldırmak istediğinde sinirden titrediklerini fark edip bu isteğinden vazgeçti. Bakışlarını yerden kaldırıp Poyraz’ın yeşil gözleri ile karşı karşıya geldiğinde “Merak ediyorsun değil mi?” diye sordu. Poyraz “Hayır,aslında bir bakıma ama yine de zamanı gelince öğreneceğimden eminim zaten” dedi güven veren bir ses tonu ile.
Ali ona bakıp “Sizden olmayanları çok çabuk kabulleniyorsunuz?” diye sorduğunda Poyraz durup güldü ve “Bizden olmayanlar mı?” diye söylendi. Ali “Siz işte. Sen, Doruk, Anıl, Nefes ve Senem” dedi. “ Grup gibisiniz ama gruptan çok farklısınız. Kardeşsiniz desem arada kan bağı yok” dediğinde Poyraz “sizin aranızda kan bağı var mı?” diye sordu.
Ali “Hayır, bizim aramızda…”
“Kalp bağı mı var?” dedi Poyraz cümlesini tamamlayarak. Ali, şaşkınlıkla Poyraz’a baktı ve “Kardeş olmak için kan bağına gerek yok. Eğer öyle bir şey olmuş olsaydı emin ol Habil ve Kabil birbirleri ile savaşırlar mıydı?” diyerek ayağa kalktığında ona doğru yürüdü ve “Sizin bu okula gelmenize vesile olan kişi belli. Dağhan Pehlivan. O hepinizin özgeçmişlerini araştırmıştır. Yani öğrenmem bir telefona bakar ama ben yine de senin ağzından dinlemek isterim. Bir ara bize gelir mangal yaparız” deyip arkasını döndüğünde Ali “Ayşegül’ü görmem gerek” dedi. Anıl “Arka bahçede” diyerek kapıdan içeri girdiğinde Ali “Beni bayılttın” dedi.
Anıl, gülümsedi ve “Çok hoşuma gitti. Bir ara yine yapalım” diyerek Ali’ye göz kırptı ardından gözlerini devirerek yeniden kapıya yöneldi. Çıkmadan önce Ali’ye bakıp “Eğer onu hırpalarsan bu sefer seni döverek bayıltırım İmam” dedi. Ali, onun önünden geçip omzuna çarparken Özkan gülüp önüne döndü. Ebu “Ben acıktım. Ya siz?” diye söylendiğinde Haydar hoca kaşlarını çatarak içeriye daldı. Erol Hoca “Gene ne oldu!” diye bağırınca Haydar Hoca “Benim çıkmam gerek Erol Hocam. Didem, kaza geçirmiş” dediğinde Ebu “NE?” diye bağırdı. Anıl ve Poyraz birbirlerine bakıp kaşlarını çatarken Doruk; Haydar Hoca’nın peşinden içeri girdi ve “Gün mü yapıyoruz?” diye sordu. Odada bulunanlar aynı anda “Doruk!” diye bağırdığında ellerini havaya kaldıran genç adam “Ne var be?” diye söylenip arkasını döndü ve kendini duvara yaslayıp olanları dinlemeye başladı. Erol Hoca,kravatını gevşetirken “Allah rızası için ben de kalp krizimi geçirsem acaba?” diye söylendiğinde Doruk gülümsedi ve Ebu’ya bakarak “Pişt,Ebuu” dedi.
Haydar Hoca ile çıkmaya hazırlanan genç adam cebinden çıkarmış olduğu arabanın anahtarlarını ona attı ve “Daha hızlı gidersiniz” diyerek başını salladı. Poyraz ve Anıl,birbirlerine bakıp gülümserlerken çocuklar dönüp Erol Hoca’ya baktı ve “Tamam,izinlisiniz sizi eşek sıpaları. Kaybolun” diyerek onlara gitmelerini söyledi ardından gülmekte olan çocuklara bakarak “Kapatın o çenelerinizi. Bir zamanlar bu okulda sorunları olan ama bu kadar göze batmayan öğrenciler vardı” dediğinde Doruk “Babamı anlatsanıza hocam” diyerek yaşlı adamın yanına oturup adamın koluna girdi ve gözlerini kırpıştırmaya başladı.
Erol Hoca ona bakıp “Seni zibidi.” Diyerek gülmeye başladığında odanın içi birden bayram yerine dönmüştü. “Sonum olacaksınız sonum”
****
Ali,arka bahçeye geçip Ayşegül’ün yanına oturduğunda “Nasılsın?” diye sordu ona dokunmamaya özen göstererek. Başını kaldıran Ayşegül “Sen nasılsın?” diye sordu sorusuna soruyla karşılık verip. Ali,gülümseyerek kıza döndü ve “İyiyim.” Dedi ardından kızın sargılı olan eline bakıp “Bunun için onu öldürebilirim” dediğinde Ayşegül “Yanımda olmana ihtiyacım var,hapiste olmana değil” dedi burnunu çekip. İçini çeken genç adam kıza baktı ardından “Erol hoca neler olduğunu bana söyledi.” Dedi.
Ayşegül,kısık sesle “Ona inandın mı ?” diye sorduğunda Ali gözlerini kısıp ona baktı ve “Hayır,sana inandım” dedi. Ayşegül,başını kaldırıp Ali’nin kapkara bakışları ile karşılaştı ve içini çekerek “Sahi mi?” diye sordu. gülümsemeye çalıştı Ali. Hala öfkenin kalanları içini kavuruyordu çünkü. Yutkunarak “Evet,senin beni üzmeyeceğini biliyorum çünkü” diyerek kızın eline dokunmak istedi ama hala sinirden titrediği için kendisini geri çekip ondan biraz uzağa gitti ve “Aslında seninle konuşmak istediğim başka bir konu var” dedi.
Ayşegül “Nedir?”
Ali “Hala öfkeliyim görüyorsun ve sana dokunamıyorum. Elinin üzerine elimi koyarsam onun yaptığından daha fazla zarar vereceğimi biliyorum” dediğinde Ayşegül’ün dudakları büküldü ve “Yani?” diye sordu. ali,ona bakıp parmaklarının ucuyla saçlarına dokundu ve “Seni seviyorum gözlüklü şirine ama içimde hissettiğim bu öfkeyi yeniden kontrol altına alana dek seninle yan yana durabileceğimi sanmıyorum. İlkinde ucuz atlattın ama ikincisinde aynı sözü veremem” dedi kaşlarını çatıp.
Ayşegül “Benden ayrılıyorsun” dediğinde Ali “Hayır,sadece biraz zaman istiyorum” diyerek kızın saçlarını kavrayıp alev alev yanan dudaklarını kızın alnına ardından dudaklarına bastırdı. Ayşegül,o zaman daha iyi anlamıştı Ali’nin ne demek istediğini. Sargılı olmayan eliyle ona dokunup durduğunda canını yaktığını net bir şekilde hissediyordu. Ali “Söyle” diyerek dudaklarına doğru konuştuğunda Ayşegül gülümsedi ve “Seni seviyorum” diye fısıldadı. Ali “Güzel. Çünkü bende seni seviyorum ve lütfen Anıl’dan uzak dur. Katil olmak istemiyorum” diyerek yeniden kendisini zorladı ve kızı bir kere daha öptü. Kendisini çektiğinde ellerini yumruk yapmıştı. Ayşegül, ayağa kalkan genç adama bakıp “Peki ne yapacaksın?” diye sorduğunda Ali “Kriz geçirdiğimde gittiğim bir doktorum vardı. Sanırım onunla görüşeceğim yeniden. Düzelmem için sana yeniden dokunabilmem için” diyerek kıza baktı ardından bir şey demeden arkasını dönüp yürümeye başladı.
Ayşegül, onun arkasından bakarken yeniden akmaya başlamıştı gözyaşları… O iyileşecekti. Peki ya kendisi… Cehennemin en büyüğünü yaşıyordu ve ailesinin yapacaklarından ölesiye korkuyordu…
*****
Okuldan çıkıp teyzemle buluştuğumuzda ona Didem’in durumunu anlattım. Beraber hastaneye gitmek üzere yola çıktığımız sırada Marco bir Atm’nin önünde durup para çekeceğini söyledi. Bende gidip pasomu doldurdum ardından öğlen arasından ATM’den çekmiş olduğum paralarımı çantama doldurdum hızla. Teyzemin yanına doğru giderken iki salağın arasından geçmek zorunda kaldım ve söylenerek bizimkilerin yanına gittim. Metroya inip turnikelerden geçtiğimde o iki salak hala peşimden gelerek beni dikizliyorlardı. Teyzem ve Marco da su almak için makinenin önünde durmuş bozuk para çıkarıyorlardı. İkisi salak gelip arkamda durduğunda birden arkamı dönüp onlarla göz göze geldim. Gözlerimi devirerek önlerinden geçip gitmeye kalktığımda içlerinden biri birden çantamı kapıp çekmeye çalıştı ancak başarılı olamadı. Çantamın kopçası hırkama takılıp durduğunda adamla göz göze geldik birden. Teyzem “Hey!” diye bağırarak bana doğru koştururken diğer adam omuzlarımdan tutup arkadaşının çantamı almasını sağlamaya çalıştı. Ayaklarına basıp tekme attığımda teyzem ve Marco önümde beni çekiştirmekte olan adamı tartaklamaya başladılar. Bende omuzlarımı tutmakta olan adamdan kurtulmaya çalışıyordum.
“Bırak beni ya! Geri zekalı polis gelince ne bok yiyeceksin!” diye bağırdım. “Kes sesini!” diyerek bıçağı boğazıma dayadığında hem teyzem hem de Marco kaşlarını çatıp bana baktılar. Marco,dişlerinin arasından tehdide benzeyen bir şeyler mırıldandı ardından yavaş yavaş bana doğru gelmeye başladı. Adam,boşta olan eliyle çantamın önünü açıp cüzdanımı ve içine tıkıştırdığım paralarımı aldıktan sonra mantosunun cebine tıkıştırdı ardından beni sarsmaya başlayarak öne arkaya çekmeye başladı. Bıçağın ucu boynuma değmişti. Hissettiğim acıyla yüzümü buruşturup dirseğimle adamın karnına vurduğumda her şey çok çabuk olmuştu. Ne olduğunu anlamadan bıçak birden koluma girip çıktı. Ardından kendimi Marco’ya doğru fırlatılırken buldum ama adam aynı hızda beni çekip rayların üzerine fırlattı. Teyzem,deli gibi bağırırken alnımı çok kötü çarpmıştım. Sıcak sıcak akan kan yüzünden gözüm buğulandı ve karşıdan gelmekte olan tramvayın ışıkları altında bilincimi kaybetmiştim…
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SERSERİ AŞIK (ESMER SERİSİ -2)
Teen FictionBiz imrenilendik... Parmakla gösterilen ve çoğu zaman nefret edilen ve ettirendik... Biz aileydik... Biz birdik... Birimiz leb diyorsa diğerimiz lebi diyendik... Sorun olduğunda neden diye sormayan hemen geliyorum diyendik... Ağladığında ağlama deme...