44. Bölüm

128 22 0
                                    

-44.bölüm-

Volkan, erkek kardeşinin durumunun iyi olduğunu öğrenince içindeki bütün kötü hisler yerini huzura bırakmıştı. Ama yine de nedenini bilmediği bir şekilde kendisini huzursuz hissediyordu genç adam. Babasının mağazasında onun masasına geçmiş işlerle ilgilenirken yardımcılarının müşterilerle Uygurca konuşmasını gülerek dinliyordu. Bu zamanda kim Uygurca konuşurdu ki? Köklerinin Uygurlara dayanmasından dolayı iş yapmış oldukları insanlarda genelde bu millettendi ve daha fazlasıydı. Babası, Uzak Doğu’ya açılma umudunu gerçekleştirmiş ve her ne kadar Çinliler millet olarak Uygurlardan nefret etseler de azınlık olarak algıladıkları için kendileriyle çalışmakta bir sorun görmemişlerdi. Volkan, bu sayede bütün uzak doğu dillerini öğrenmiş ve kendini daha da geliştirmişti. Yazı dili ve konuşma dili arasındaki farklılıkları diğerlerinden daha genç olup daha iyi anlayabildiği için birkaç sene öncesine kadar mağazada ve fabrikada çalışanlara ders vermişti. Çaycı Selim’in kendisine demli bir çay getirmesiyle gülümseyen genç adam, gelen malların irsaliyelerine bakıp onları bilgisayar ekranına giriyordu. Mağazadaki ve çevresindeki herkes babasından sonra işlerin başına geçeceğinden dolayı ona saygı duyuyorlardı. Ve Volkan bundan çok hoşlanıyordu. Ama yine de aklında öncelikle kendi mesleğini yapmak vardı. Bunu da babasıyla konuşmuş olduğu için bu yönden sıkıntı falan duymuyordu.

Dört gündür Serap’tan ayrıydı ve dört gündür başı o kadar kalabalıktı ki ne arkadaşlarıyla ne Serap ile konuşabilmişti. Cep telefonunu eline alıp tam arayacakken babası içeriye girmiş ve “Selamünaleyküm” demişti. Ayağa kalkıp babasının elini öptüğünde “Aleykümselam” diyen genç adam babasının yanında gelen genç adama bakarak “Bu kim?” diye sordu. Cengiz Bey, oğluna bakıp gülümsedi ardından “Sultan Hamam’daki mağaza için geldi. Vecdud onu alıp mağazaya götürecek” dediğinde mallarla uğraşan Vecdud başını eğerek selam verdi ve çocuğa tek kaşını kaldırarak baktıktan sonra homurdanmaya başladı.

Volkan “Ehlem ve selem” diyerek Vecdud’a bakarken genç adam Arap çocuğu yanına alıp dışarı çıktı. Volkan “Neden Araplardan hoşlanmıyor ki?” diye sordu. babası, omuz silkip kendisine bir çay söylediğinde oğluna baktı ve “Büyümüşsün” dedi. Volkan “Eh, haliyle” dediğinde Cengiz Bey “Öyle değil evlat. Kalp olarak” dedi. Volkan, babasının söylediklerinden dolayı biraz şaşırsa da onun bilge biri olduğunu çok önceden kabul etmişti. Bu yüzden pek üzerinde durmadı. Burun kemerini sıkıp “Aşık oldum baba” dediğinde Cengiz Bey “Görebiliyorum. Gözlerinde sanki sen değil başka biri yaşıyormuş gibi bakıyorsun etrafına” dedi.

Volkan, gülümseyerek arkasına yaslandı ve saçlarını geriye doğru yatırarak “İsmi Serap. Tam bir baş belası” dediğinde Cengiz bey “Bütün kadınlar baş belası” dedi.

Volkan, başını sağa sola sallayıp gülerken “Bu diğerlerine ve diğer bütün kadınlara benzemiyor baba. Serap, yeryüzünde türünün tek örneği. Konuşması, insanlarla arasındaki ilişki her şeyi çok farklı. Ona bakarken ya da dinlerken kendimden geçiyorum. Başta sadece lay lay lom olarak çıkmaya başlamıştım. Sonra beni oyundan attı ve öyle ortada sap gibi kalakaldım.” Dedi.

Cengiz Bey’in gür kahkahası odanın mağazanın içinde yankılanırken Volkan da ona eşlik ediyordu. Cengiz Bey “Aferin o kıza. Sevdim bak bu huyunu” dedi. Volkan “Ya tabi birde bana sor. Çok kızgındım falan ama kopamadım ya. Dedim ya; bağımlılık yaptı ben de. Bu aralar ailesiyle sorun yaşıyor.” Dedi ve kaşlarını çattı genç adam. Ardından babasına bakıp “Baba, sana bir şey söylemem gerek” dedi.

Cengiz Bey, oğlunun çatılan kaşlarını görünce başını salladı ve “Seni dinliyorum” dedi.

Genç adam, derin bir nefes alıp başını yukarı kaldırdı ardından “Serap, yalnız yaşamak istiyor. Yani niye diye sorma sana söyleyemem ancak ben onun yalnız yaşamasını istemediğim için babasına Serap ile yaşayabileceğimi daha doğrusu yaşamak istediğimi söyledim” dedi. Babasına baktığında bir süre gözlerini ondan ayıramadı. Cengiz Bey ise oğlunun dediklerini düşünüyordu. Boğazını temizleyip konuşmaya karar verdiğinde oğluna döndü ve “Bak oğlum, sana güveniyorum ama daha çok gençsiniz” diye söze başlamıştı ki Volkan’ın cümleleri onun gülümsemesine neden olmuştu.

Volkan “evet, ne diyeceğini biliyorum tamam mı? Kanım çok ateşli. O ateş ben barut ki gerçekten öyleyiz ama ben irademe güveniyorum. Henüz böyle bir şey yaşamak için çok erken bunu da biliyorum ama eğer babası izin verirse ben de senden izin istiyorum işte. Bir gün çıkıp gelirsin ve beni bizimkilerin yanında bulamazsan oğlum bana yalan söyledi diye üzülme ya da hayal kırıklığına uğrama diye söylüyorum sana bunları” dedi.

Cengiz Bey “Filozof mu oldun sen benim başıma. Tamam, öyle olsun. Ama eğer olurda dokuz ay sonra karşıma geçip “Baba, dede olacaksın!” dersen seni dünyanın öbür ucuna gönderirim haberin olsun. Eğer gittikçe ciddileşirseniz de kızın ailesi ile gider tanışırız” dedi ve soğumakta olan çayından bir yudum aldı. Volkan, o kadar çok rahatlamıştı ki kendisini öylece bırakıp arkasına yaslanıverdi. Ardından o çok yapmak istediği telefon görüşmesini yapmak için önce Serap’ı aramaya başladı. Telefon bir çaldı… İki çaldı…

Cengiz Bey de oğlunu izliyordu bu arada. Gözlerinde beliren harelere bakıp gülümsüyordu. Volkan, dudağını dişleyip beklerken telefonun açılması ile “Şahin Kuş” dedi ama arkadan gelen ambulans sesleri ile kaşlarını çattı. Önce kötü bir şey olmadığına kendisini inandırmayı seçti, çünkü çapanın oralarda oturuyorlardı ve ambulans sesleri duyması normaldi. Anormal olan karşı taraftan ses gelmiyor oluşuydu. Birileri sürekli “Raylardan çekilin!” diye bağırıyordu.

“Alo?!” diye bağırmayı seçtiğinde en sonunda telefona Sevim teyzesi cevap vermişti ağlayarak ve Volkan o zaman anlamıştı içindeki huzursuzluğun sebebini. “Sevim Teyze” diyerek ayağa kalktığında genç kadın “Volkan…” dedi ağlayarak. Yeğeni gözlerinin önünde kan torbasına dönmüş bir halde yaka paça sedyeye yatırılıyordu. Alnı öyle yarılmıştı ki açılan yaraların iki tarafından sarkan et parçası Serap’ın altın sarısı saçlarına yapışıyordu.

Volkan “Se-Sevim teyze, neler oluyor? Niye ağlıyorsun? Serap nerede?” diye sorduğunda telefonun gerisinden “Tamam sarsmayın.” Diyen adamların sesini duydu ardından diğerlerini. “Bize kimlik bilgileri lazım. Bayan, bizi duyuyor musunuz?” diye sorduklarında genç kadın “Serap… Serap Şahin. Daha on altı yaşında” dediğinde ambulans hemşireleri rayların üzerinden kaldıran sedyeyi orada bulunan insanların yardımıyla havaya kaldırdılar ve bağırarak “Alnındaki yara derin, sol soluna aldığı bıçak darbesi bazı damarları zedelemiş olabilir. Çekilin önümüzden! Kız kan kaybediyor!” diye bağırdığında Volkan “Serap!” diye bağırdı ve telefonu kapatıp masanın üzerinden atladı. Cengiz Bey, oğlunun peşinden gidip ona yetişmeye çalıştığında Volkan aldığı havanın ona yetersiz geldiğini hissediyordu. Otogara doğru koşmaya başladığında Cengiz Bey, esnaflardan oğlunu tutmalarını istemişti ancak Volkan ne kendine dokunmalarına izin veriyor ne de onları duyuyordu.  Otobüslerin olduğu yere geldiğinde deli gibi ne yapması gerektiğini düşünüyordu ama sanki bütün düşünce yetisini kaybetmişti genç adam. Esnafların genç olanları peşinden gelip onu tuttuklarında Cengiz Bey kan ter içinde oğluna uzandı ve “Bana bak! Volkan, bana bak!” dedi. Genç adamın korkudan ve endişeden göz bebekleri büyümüş kalp atışları hızlanmıştı. “Ona…” dedi yutkunarak “Ona bir şey oldu! Yaralanmış, bıçaklardan falan bahsettiler, teyzesi benimle konuşamadı bile. Baba!” diye bağırdı babasının kollarına tutunarak. Cengiz Bey, oğlunun gözlerinin dolduğunu görünce içi sızlayarak kaşlarını çattı. Genç adam “Benim onun yanına gitmem gerek. Burada da olmalıyım biliyorum ama… Oraya da gitmem gerek” dedi dişlerinin arasından tıslayarak. İki arada kalmıştı genç adam. Sıkışmıştı. Biri ailesiydi diğeri kalbi, hayatının geri kalanı.

Cengiz Bey “Seni ben götürürüm!” diyerek oğluna baktığında şefkatle gülümseyip yüzünü sevdi. Volkan, biraz olsun sakinleşip babasının adamlarının getirmiş oldukları arabaya bindi ve hızla oradan uzaklaştı…

*****

Serap, bilinci kapalı bir halde Haseki Hastanesinin acilinden içeriye giriş yapmıştı. Bankonun önünde olta atmakta olan Duygu ise öylece Didem’in ameliyattan çıkmasını bekliyordu. Ambulans hemşirelerinin “Çekilin!” diye bağırıp kan içinde kalan hastayı içeriye sokmalarını izleyen Duygu önünden geçen kıza baktığında bir adım geriledi. Yeniden başını çevirdiğindeyse “Serap!” diye bağırdı. Teyzesi ve Marco onunla birlikte içeri girmek istediklerinde “Siz burada kalın” diyerek kızı ayrı bir odaya aldılar. Tansiyon aletlerini takıp, üzerindekileri parçaladılar. Duygu, yanlarına geldiğinde “Serap… Serap mıydı o?” dedi ağlayarak. Sevim, Duygu’ya bakıp “Arkadaşı mısınız?” diye sordu. duygu “Kız kardeşimin arkadaşı” dediğinde hıçkırıyordu. Sevim “Sen Didem’in ablasısın” dediğinde kızın ellerine yapıştı ve “O nasıl?” diye sordu. ikisi de ağlamaktan konuşamıyordu. Acil doktoru dışarı çıkıp sıkıntıyla Sevim’e baktı ve “Ailesinden misiniz?” diye sordu.

“Teyzesiyim” dedi genç kadın “Anne ve babası yolda”

Doktor, sıkıntıyla başını salladı ve “Alnındaki yara ciddi anlamda büyük. Bu yüzden bir cerrahi müdahale geçirecek. Sol koluna almış olduğu bıçak darbesi ise sinirlerinden bazılarını kesmiş, bu hissizliğe neden olabilir. Ortopedistlerimizle birlikte elimizden geleni yapacağız ancak bize yardımınız gerekiyor” dedi.

“Ne isterseniz?” diyen Sevim doktorun “Yeğeninizin kan grubu A negatif. Acilen kan bulmalısınız” dedi ardından odadan çıkarılan Serap ile birlikte ameliyathaneye doğru yola çıktı. Duygu “Ben gider baktırırım kan grubuma. Aslında hangi grup olduğumu biliyordum ama unuttum” diyerek dudaklarını büzdüğünde Marco “Benim ki A negatif” dedi. Sevim, ona dönüp kaşlarını yukarı kaldırdığında “Sen ciddi misin?” dedi. Genç adam, başını sallayıp onu dudaklarından öptü ve “Sen burada kal. Ben hemşirelerden yardım alırım” diyerek yanından uzaklaşıp bankoya doğru gitti. Sevim, Duygu’ya bakıp “Didem nasıl olacak?” diye sordu.

Duygu “Bir daha basketbol oynayamayacak” dediğinde Sevimle birlikte ağlamaya başladılar. Çok geçmeden hastaneye gelen Serap’ın ailesi endişe içinde Sevim’in yanına geldiklerinde genç kadın her şeyi başından anlatmaya başladı. Serap’ın babası genç kadına sarılarak “Geçti. O iyi olacak” dediğinde annesi kardeşine tokat attı ve “Senin yüzünden! Eğer o adamla fingirdeşme-“

“Yeter!”

Serap’ın babasının sesi öyle sert çıkmıştı ki annesi bir adım gerilemek zorunda kaldı. “Her haltı mutlaka başkalarından biliyorsun öyle değil mi? hiç kendi kusurlarını görmüyorsun!” diye bağırdığında Sevim “Enişte… Enişte tamam” diyerek yaşlı adamı susturmaya çalıştı. “Kızım bir uyansın. Seninle ondan sonra konuşacağız” dedi.

Sevim “Marco ona kan vermek için kan bankasına gitti” dediğinde herkes biraz olsun sakinleşmişti. Şimdi işin en zor olan kısmındaydı sıra…

Beklemek…

******

Bade, üzerini değiştirip evden çıktığında nereye gideceğini Nefes’e mesaj atmıştı. Kalabalık bir yerde buluşacakları için Egemen’den korkmuyordu ama yine de işini şansa bırakmak istemiyordu. Dediği adrese gelip kendisine bir sıcak çikolata söylediğinde Egemen de çok geçmeden karşısındaki yerini almıştı. Genç kız, dumanı tüten çikolatasının üzerinden genç adama bakıp “Seni dinliyorum” dedi ve fincanını masaya bıraktı. Egemen,”Aslında ben burada konuşmak istemiyorum” dediğinde Bade “Peki, sen bilirsin. Ben gidiyorum” diyerek ayağa kalkmak istedi. Egemen, bileğinden tutup “Çok inatsın ya” diyerek gülümsediğinde Bade aptallığına bir kez daha küfür etti. Elini çekip üzerine sildiğinde “Bak, uzak dur benden anladın mı beni? Yoksa gerçekten çok kötü olacak” dediğinde Egemen “Ne olur” dedi arkasına yaslanarak.

Bade, sinirlenmeye başladığını hissediyordu. Ama buna rağmen titrediğinden ne yapması gerektiğini bilemiyordu bir türlü. Arkasından kollarına tutunan kollarla neye uğradığını şaşıran genç kız canının yanması ile yüzünü buruşturup arkasında durmuş kollarını tutmakta olan adamın elindeki şırıngaya baktı ve “Sen… Ne?” diyemeden başı geriye düştü. Egemen, sanki Bade birden bayılmış gibi endişe içinde kızı kucağına alıp dışarı çıkardığında eski püskü bir arabaya bindirdi. Ardından arkadaşları ile tokalaşarak “Partinin olduğu yere götür bizi. Bu gece çok eğleneceğiz.” Diyerek kızın kolunu biraz daha sıyırdı ve “Biraz daha verelim” dedi.

İsmi Can olan arkadaşlarından biri “Kız daha önce kullanmamış demiştin. Bu fazla olmaz mı?” diye sordu. Egemen “Kimin umurunda? Zaten onunla işimiz bittiğinde kendisini öldürmek isteyecek. O yüzden bırak da biraz eğlenelim” dedi enjektörü Bade’nin damarına saplarken.

*****

Dorukların evinde ise sessizlik hakimdi. Genç adam, koymuş olduğu DVD’yi izleyip izlemiyor gibi bir tavır takınmış öylece ekrana bakıyordu boş, düşünceli gözlerle. İki de bir telefona bakıp durması arkadaşlarının da meraklanmasına neden oluyordu. Poyraz “Kimin aramasını bekliyorsun?” diye sorduğunda genç adam “Hiç kimsenin” dedi. Anıl, yandan bir bakış atıp Poyraz’a baktığında kızlar biraz geride oturmuş kendi aralarında konuşuyorlardı. Senem “Bade, mesaj attı mı?” diye sorduğunda Nefes başını hayır anlamında salladı ve “Onun için endişeleniyorum Senem.” Dedi.

Senem, gülümseyerek “Ondan hoşlanmadığını sanıyordum” dediğinde Nefes “Hoşlanıp hoşlanmamamın bununla bir ilgisi yok ki. Sadece bazen çok savunmasız duruyor ve o zaman sevmek istiyorum onu” dedi dudaklarını bükerek. Senem, onu kolunun altına alıp “Okuldakiler bu kadar duygusal olduğunu görseler özellikle Serap apışıp kalırdı.” Dedi gülerek.

Telefonunun çalması ile dikkati dağılan Senem, doğrulup telefonunu eline aldı ve ekrandaki isme bakarak “efendim Cüneyt?” dedi. Cüneyt hızlı hızlı konuşarak “Serap, kaza geçirmiş. Kapkaççılar hırpalamış. Didem’in kaldığı hastanede ameliyata almışlar” dediğinde Senem oturduğu yerden ayağa fırladı ve portmantoya doğru koşarak “Ne dediğinin farkında mısın oğlum sen?”diye bağırdı. Aynı anda çocuklarda ayağa kalktıklarında Senem telefonu kapatıp onlara döndü ve botlarını ayaklarına geçirerek “Serap, kapkaççıların saldırısına uğramış. Haseki Hastanesinde ameliyata almışlar” dediğinde çocukların hepsi birden “Ne? Oha!” diye bağırdılar.

Poyraz, arkasını dönüp ceketini aldı ve Anıl’a bakıp “Sen onunla kal. Bir şeyler saklıyor.” Diyerek Doruk’a baktı ve “Rahat dur Kartal. Beni anladın mı?” diyerek Senem’in elini tutup dışarı çıktılar. Senem, gözleri Poyraz’ın elini tutan eline kaymış öylece bakarken Poyraz başını çevirip Senem’e baktı ve “Ne oldu?” diye sordu. Senem, başını kaldırıp Poyraz’a baktığında Poyraz da kızın elini tutan eline bakıyordu. Elini çekip çekmeme konusunda kararsız kalıp kaşlarını çatan genç adam, daha da sıkı tutarak kızı peşinden sürüklemeye başladı ve evin önüne geldiklerinde arabaya binerek oradan uzaklaştılar.

*****

Bade, kendisine geldiğinde kımıldayamamıştı. Öylesine hantal hissediyordu ki kendisini gözlerini açmaya bile korkuyordu. Üzerindeki kıyafetlerin çıkarıldığını hissettiğinde kendisini başını kaldırmaya zorlayıp ayaklarının dibinde durmakta olan çocuğa baktı ve “Ne… ne yapıyorsun?” diye sordu yutkunarak. Can, gülümseyerek göz kırptı ve “Merak etme, çok güzel olacak” diyerek kızın pantolonunu çekip çıkardı. Bade, onun ne demek istediğini anlayınca kendisini yataktan öyle hızlı kaldırdı ki Can bile şaşırmıştı hızına. Etrafı dönüyordu ama buna rağmen dikkatini toplamayı başarıp Can’a vurmaya başladı genç kız. Çocuk, ona vurup ağzının patlamasını sağladığında dışarıdan gelen müzik sesleri Bade’nin korkmasına neden oluyordu. Neden hepsi siyah giyinmişti ki şimdi?

“Nesiniz siz?” diye sorduğunda Can’ın başını tutup cama vurdu ardından kasıklarına tekme atıp ayağıyla gövdesinden geriye doğru itti. Masanın üzerindekilerle birlikte yere yığılan genç adam, kendisinden geçmiş bir halde yere yığılırken kapının açılması ile Bade iyice kendisine gelmişti. Egemen de simsiyah giyinip kendisine doğru gelirken Bade yatağın üzerine çıkmıştı. Odanın içi birden dolmaya başlamıştı tanımadığı insanlarla. O an gözüne çarpan duvardaki resimler ve isimler kanını dondurmaya yetmişti. “Lucifer mi?” diye söylendiğinde Egemen “Çok akıllısın ve de güçlü. Sunak senin için hazırlanmak üzere” dediğinde Bade korkarak çığlık attı ve “Satanistsin sen!” diye bağırdı ağlayarak.

Egemen “Çok eğleneceğiz güzelim. Rahat ol. Sabaha kadar sürecek eğlencemiz.” Diyerek ona doğru yaklaşmaya başladığında Bade cep telefonunu komodinin yanında gördü ve onu alabilmek için bulanan aklını arındırmaya çalıştı. Ayakları gücünü kaybedip sarsılmasına neden olurken içindeki ses yeniden “Savaş!” diye bağırdı. Bade, uğuldamaya başlayan seslere kulak verememeye başladığında kendisini açık olan camdan aşağıya attı birden. Egemen “Yakalayın onu” dediğinde Bade kanayan dizine inat koşmaya başlamıştı. İçki masalarının üzerinde duran bir telefonu eline alıp kendisini sakladığında numarayı hatırlamaya çalıştı. Titreyen elleriyle numarayı tuşlayıp telefonu kulağına dayadığında Nefesin sesini duyup ağlamaya başladı ve “Nefes, beni öldürecek bunlar! Satanist… Nefes!” dedi. Aklına başka bir şey gelmiyordu söylemesi gereken. Nefes,”Neredesin?” diye sorunca Bade başını kaldırıp karşısındaki saatli kızıl kuleye baktı ve “Çölde…” diye fısıldadı birden. Sonra kendisine gelip “Fenerdeyim sanırım. Kızıl kulenin oralarda” dediğinde boğazına dayanan bıçakla çığlık atmaya başladı.

****

Nefes, Bade’nin çığlığını duyup Doruk’un odasından çıktığında “Abi!” diye bağırıyordu. Öyle çok korkmuştu ki onun korkusunu içinde hissettiğini fark bile edemiyordu Nefes. Doruk ve Anıl, aynı anda ayağa kalkıp önüne çıktıklarında Nefes kollarına atıldı ve “Ba… Bade aradı. Dedi ki; beni öldürecekler” deli gibi ağlıyordu. Doruk, yüzünü ellerinin arasına aldı ve “ne diyorsun sen? Kim öldürecek? Ne oluyor kızım?” diye sordu. Anıl “Çekil! Korkutma onu!” diyerek Nefesi kucağına alıp koltuğa oturttu ve konuşmasını bekledi. Nefes “Egemen satanistmiş. Onu öldüreceklermiş. Bade, ağlıyordu telefonda. Ona gitmemesini söyledik ama gitti. Ama onun hatası değil sakın ona kızma” diyerek Doruk’a baktığında Anıl yüzünü buruşturmuş “Ne satanisti ya?” dedi. Nefes, ikisine de tokat attı ve ağlayarak “Kimin umurunda ona zarar verecekler!” dedi. Öyle çok titriyordu ki korkudan öleceğini hissediyordu. anıl “Sen iyi değilsin” dediğinde Nefes boynunu ovalamaya başladı. Bade’ ye ait olan kolye farkında olmadan canını yakıyordu. Öğürerek öne doğru eğildiğinde Anıl ayağa kalkıp telefonunu eline aldı ve “Nerede peki bu kız?” diye sordu. Bembeyaz bir suratla başını kaldıran Nefes “Fener’de. Kızıl kule dedi ama orada Kızıl Kilise ’den başkası yok” dediğinde Anıl “Gerçekten satanistler mi bunlar şimdi?” dedi. Doruk “Kimin umurunda” diyerek ayağa kalktı.

Anıl, onun önüne geçip boynundan tuttuğunda kaşlarını çattı ve “Ceza alacaksın Doruk! Bize yalan söyledin. Dahası bir grup sapık insanın arasına böyle tek tabanca gidemezsin!” dediğinde durup düşünmeye başladı. Nefes “Abimi arasak olmaz mı? Belki o bir yolunu bulur? Şehremenideki ülkü ocağında Mehmet Ali diye biri vardı o yardım eder belki” dediğinde Doruk “Ya sen tüm bunları nereden biliyorsun?” diyerek Nefes’ in üzerine doğru yürüdü.

Anıl da şaşırmıştı ama Doruk’tan daha kontrollüydü. “Ve sende” diyerek başını salladığında önce Balattaki arkadaşlarını aramaya koyuldu. “Ben Sansar. Rıza orada mı?” diye sorduğunda çok geçmeden arkadaşı ile konuşmaya başladı. Bizden biri Kızıl Kilisenin orada satanist miymiş ne bokmuş işte… onların elinde.” Dediğinde Rıza “Tarif etsen biraz” dedi. Anıl, Doruk’a bakıp gülümsedi ve “Merak etme, tanıyamayacağın gibi değil. Kızıl saçları var. Biraz yakınına girersen Doruk’a ait olduğunu anlarsın” deyip Doruk’un yanağına vurdu rahat dursun diye. Ardından telefonu kapatıp Doruk’a baktı ve “Sabrımı zorlama Kartal!” dedi.

Nefes,başını geriye verip yastığa koyduğunda gözlerini kapadı. Daha önce hiç bu kadar korkmamıştı. Anıl,ona bakıp iyi olduğundan emin olunca Doruk’u da alıp dışarı çıktı. Garaja girerlerken Anıl arabanın etrafından dolaştı ancak Doruk siyah motorunun başına gittiğinde Anın ona kaşlarını çatarak baktı. Cep telefonu iki çalıştan sonra açıldığında “Umarım kızların durumu iyidir çünkü sana ihtiyacım var Kılıç” dedi Poyraz’ın konuşmasına fırsat vermeden.

*****

Poyraz ve Senem, hastaneden içeriye girdiklerinde Serap’ın ve Didem’in ailelerini okul arkadaşları ile dip dibe otururken bulmuşlardı. Çocuklar ayağa kalkıp önlerine gelirken Poyraz, Duygu’nun yanına gidip oturdu ve “Didem için çok üzüldüm” dedi. Duygu “Ben de. Hey, Darüşşafaka’daki çocukları döveceğim. Var mısın?” diye sorduğunda Poyraz gülümseyerek başını salladı ve kızı şakağından öptü. Hastanelerden oldu olası nefret ediyordu. Nefeste son zamanlarda hastaneleri ziyaret olmuştu çünkü. Kaşlarını çatıp başını başka yöne çevirdiğinde Serap’ın ailesi olduklarını tahmin ettiği insanların yanına ilerledi ve “Geçmiş olsun” dedi. Ardından elini uzatıp “Ben Poyraz” dediğinde gözleri kapalı olan kadının “Bir bu eksikti zaten. Bütün okulu buraya toplar artık bu serseriler.” Dediğini duyup kaşlarını çattı. Uzanıp kadının elini alıp öpüp alnına koyduğunda “Serseriler el öpmez teyzeciğim” diyerek yanlarından ayrıldı ve ona şaşkınlıkla bakmakta olan Özkan’ın yanına gidip “Bu insan mıydı?” diye sordu. Özkan gülerek başını salladığında Poyraz “Eğer bu kadın Serap’ın annesiyse kız asi olmakta haklıymış” diye söylendi ve oturduğu yerde huzursuzca kıpırdanan Ali’ye bakıp “Nesi var?” diye sordu.

Ebu Bekir “Hastaneleri sevmiyor” dedi çatık kaşlarla. Poyraz,herkesin en az içerideki kızlar kadar yaralı olduğunu görebiliyordu. Başını çevirip Senem’e baktığında elinden geldiğince Duygu’ya ve Serap’ın teyzesi olduğunu söylediği kişiye destek olmaya çalışıyordu. Başını sallayıp derin bir nefes alırken telefonunun çalması ile kaşlarını çattı. Kulağına dayayıp alo diyeceği sırada Anıl’ın bıçak kadar keskin sesini duydu.

Anıl “Umarım kızların durumu iyidir çünkü sana ihtiyacım var Kılıç” dediğinde Poyraz hızlı bir şekilde çıkışa doğru yürümeye başladı. Anıl,kolay kolay ona –uğraşmadığı zamanlar hariç- ikinci ismiyle hitap etmezdi. “Ne oldu?” diye sordu boğuk bir sesle.

Anıl “Biri bize ait olanı bizden izinsiz kesmeye çalışıyor.” Dedi arabayı çalıştırırken. Poyraz “Doruk?” dediğinde Anıl “Bade.” Dedi ve “Ee,Poyraz acele etsen iyi olur çünkü Kartal yuvasından uçup gitti. Hem de öyle böyle değil” dediğinde Poyraz telefonu kapatıp adımlarını hızlandırdı ama birden olduğu yere çakılıp kaldı. Senem buradaydı,her ne kadar diğerlerine güveniyor olsa da Senem’i burada yalnız bırakamazdı. Yanında da götüremezdi. Yanına birini de bırakamazdı. Gözlerini kapatıp düşünmeye başladığında aklına gelen isimle küfür etti ve telefonunun rehberini açarak lüzumsuz isimler bölümüne girdi. Telefonu kulağına dayayıp açılmasını beklediğinde karşı tarafta en az kendisi kadar gergin konuşmuştu.

“Hayırdır? Rüyanda beni mi gördün?” diyen Yusuf’a Poyraz küfür etmemek için zor tutuyordu kendisini. Ama buna rağmen “Denize düşen yılana sarılırmış Yusufçuk böceği. O sıska kıçını kaldırıp Haseki Hastanesine gel” dediğinde Yusuf’un sesinin rengi değişti ve “Senem… Ona bir şey mi oldu?!” diye sordu.

“En kısa zamanda burada ol!” diyerek telefonu kapadığında arkasını dönüp Senem’e baktı. Her ne kadar bu durumdan nefret ediyor da olsa Yusuf onu seviyordu. Ve o yokken onu koruyabilirdi…

*****

Anıl, arabayla Rıza’nın dediği yere geldiğinde Doruk’a yetişememiş olmanın verdiği siniri bütün benliği ile yaşıyordu. Rıza “Ne haber adamım?” diyerek elini sıkıp kafalarını tokuşturduklarında Anıl “Doruk’u gördünüz mü?” diye sordu. Rıza “O çocuk zıp zıp gibi. Yukarı sıçradığı an göremeyiz” dedi. Anıl “Kahretsin. Peki, içerisi?” diye sordu.

Rıza, yüzünü buruşturdu ve “Evet, tam da şeytanın iniymiş” diye söylendi. “Ama iyi yanından bak henüz kızın boğazını kesmemişler” dedi. Anıl “Ondan önce ne yapacaklar ki?” diye sorduğunda Rıza “Gerçekten satanistler hakkında bir şey bilmiyor musun?” diye sordu.

Anıl “Sapık olduklarını biliyorum desem.”

Rıza “Aptalsın derim.”

Anıl “Benden daha mı aptallar?” diye sordu. Rıza “Zekâna her zaman hayranım Anko.” Diyerek arkadaşının sırtını sıvazlarken boğazını temizledi ve “Kızla teker teker sevişecekler anladın mı? Ta ki kız ismini bile söyleyemeyecek raddeye gelene kadar” diye devam ederken Anıl “Tamam, bu kadar yeter!” diyerek eliyle midesini ovuşturdu. Başını sallayarak “bu hiç iyi olmayacak” dediğinde duyduğu motor sesiyle kaşlarını çattı. Rıza “Siktir be!” diyerek öne doğru koştuğunda Doruk motoruyla birlikte derme çatma evin kapısından içeriye dalmıştı bile.

****

Ali,oturduğu yerde huzursuzca kıpırdanırken bir yandan da Ayşegül ile mesajlaşıyordu. Ellerini hala kontrol edemediği öfkesi yüzünden doğru dürüst kullanamıyordu. Bu yüzden Serap’ın ve Didem’in durumunun iyi olduğunu öğrenene kadar buradan ayrılmayacaktı. Ebu Bekir, buradaydı ama Volkan değildi. Muhtemelen yoldaydı ve endişeden kıvranıyordu ama Ali bunların da sona ereceğini düşünüyordu. Gerilerek arkasına yaslanırken Yusuf’un kendilerine doğru geldiğini gördü. Özkan’a ıslık çalıp başıyla kapıya bakmasını söylediğinde ikisi de ayağa kalkıp onlara doğru yürümeye başladılar.

Yusuf ve Yağız aynı anda kapıdan içeri girdiklerinde Poyraz kaşlarını çatıp homurdanmıştı. Özkan da Yağız’dan en az Yağız’ın kendisinden hoşlanmadığı kadar hoşlanmıyordu. Kaşlarını çatarak Poyraz’ın yanına geldiğinde Yusuf “Kızlara bir şey mi oldu?” diye sordu. Özkan “Olsaydı bile bundan ikinizin haberi olmazdı emin olun” diyerek ellerini ceplerine soktuğunda Yağız’ın gece karası gözleri gözlerine dikilmişti. Poyraz “Bu kadar yeter!” diyerek araya girdiğinde Yusuf’a baktı ve “Bak,benim gitmem gerekiyor. Doruk’un başı dertte. Senem burada yalnız kalmasın istedim ve seni aradım oldu mu?” diye sorduğunda Senem de çok geçmeden yanlarına gelmişti. Yorgun bir halde Yusuf’a bakıp kaşlarını çattığında genç adam “Hemen sinirlenme Esmer. Poyraz söyledi” dedi. Poyraz,Senem’e bakıp gülümsedi ve eliyle kızın çenesini okşayarak “Doruk’u bulmam gerek. Ondan sonra gelip seni alacağım tamam mı?” diye söylendi ardından Yusuf’un kolundan tutarak “Ya ben anlatamıyorum ya da senin harbiden kalın çocuk! Eğer bir daha ona ‘Esmer’ diye hitap edecek olursan dilini keserim senin! Anladın mı?” dedi ve derin bir nefes alıp “Ali!” diye bağırdı.

“Buradaydım zaten” diyerek yanına geldiğinde “Sen benimle gel. Biraz enerjini boşaltmış olursun” dedi ve Özkan’a bakıp “Sen burada kal. Ona fazla yaklaşırsa yap işte bir şeyler” dedi ve gülümseyerek hastaneden çıktı. Yağız ise Özkan’a bakıp “Nefes’ten uzak dur” dediğinde Özkan “Evet, tabi ki” diye söylendi ve gözlerini devirerek arkasını dönüp yürümeye başladı.

******

Kavga o kadar sertti ki Doruk önüne çıkan kimseyi göremiyordu sinirden. Üst kata çıkıp odanın kapısına tekme attığında Egemen denen o piçi Bade’nin üzerine eğilirken bulmuştu ki kızın durumu içler acısıydı. Ellerinden ve ayaklarından yatağın iki yanına bağlanmıştı hareket etmesin diye. Aşağıdan gelen sesleri duymasına rağmen içeride adamların üzerine atlayan Doruk var gücüyle vuruyordu ona dokunmaya çalışanlara.

Egemen “Tutun şunu!” diyerek Doruk’u ikı kolundan tutturduğunda Doruk “Ağzına s****m senin! Duydun mu lan beni?!” diye bağırıyordu gözlerini iri iri açmış. Egemen,gülerek başıyla kızı işaret ettiğinde parmağını kızın baldırında dolaştırdı ve “Çok güzel ha?” diyerek başını dikleştirdi. Doruk “Seni parçalarına ayırmayan en adi şerefsizin çocuğudur lan!” diye bağırdığında Bade’ye bakmamaya özen gösteriyordu. Onunla da ayrı hesaplaşacaktı ama önce bu piçlere haddini bildirmeliydi.

Poyraz ve Ali,yanında Mehmet Ali ve arkadaşları ile birlikte kavganın olduğu tarafa gittiğinde Poyraz,tutup Anıl’ı yakasından çekti ve “Sakin!” diye bağırdı. Mehmet Ali “Siz gidin biz burayı toplarız” diyerek onlara yukarı çıkmalarını işaret ettiğinde Ali önde diğerleri arkada yukarı çıkmaya başladılar.

Doruk,Egemen tarafından dövülüp yüzü gözü kan içinde öylece dururken deli gibi gülmeye başladı. Dudaklarındaki kanı yalayıp başını kaldırdığında suratını buruşturup bağırdı ve ayaklarını yerden kaldırarak Egemen’in boğazına sarıldı. kolları tutulduğu için düşme korkusu yaşamıyordu. Bu yüzden onu rahatça boğabiliyordu. Kollarının birden serbest kalması ile yere kafa üstü düşen Doruk,burnundan şelale gibi akmaya başlayan kanı umursamadı ve gidip Egemen’in üzerine atladı. Üzerine oturup yüzüne rastgele vurmaya başladığında Ali de çocuklardan birini almış pataklıyordu. Poyraz,Anıl’ın kaşını temizlerken “Çok sertti ha?” diye söylendi. Ardından Doruk’a baktı. Anıl “Kız ne olacak?” diyerek masanın üzerindeki şırıngaları gösterdiğinde “Şimdi orası Doruk’un bölgesi içeri adım attığım anda kafamı koparabilir. Uzun yaşamak istiyorum” diye söylendi.

Doruk,Egemen’in bayılmış olmasına rağmen içindeki öfkeden bir nebze de olsa kurtulamamıştı. Saçlarından tutup onu ayağa kaldırdığında Egemen cılız bir sesle “süt gibiydi” dedi.

Anıl “Ooo,bu salak gerçekten eceline susamış” dediğinde Poyraz Ali’yi tutup yanına çekti ve dövdüğü salağı ayağıyla merdivenlerden aşağıya itti.

Doruk,duydukları ile sadece bir an kısacık bir an olduğu yerde durduğunda gözlerini iri iri açtı ardından Egemen’in kafasını tutup Poyraz’ın ve Anıl’ın bağırmasına aldırmadan camın içine soktu. Cam,çarpmanın şiddetiyle parçalara ayrılıp kollarının üzerine düşerken Doruk fiziksel acıyı hissetmemişti bile. İçi daha çok acıyordu ve ne yaparsa yapsın bu acının öyle kolayca çekip gitmeyeceğini adı gibi biliyordu. Egemen’in boynu kesilmemişti ama yüzünün de tek parça olduğunu kimse söyleyemezdi. Poyraz,küfür ederek gelip onu güçlükle Egemen’den ayırmaya kalktığında Doruk onu iteledi ve bir daha dokunursa ona neler yapacağını anlatan bir bakış attı. Poyraz,ellerini yukarı kaldırıp geri çekilirken Ali o alaycı her boka gülen ve insanları sinir eden neşeli çocuğun canavara dönüşmesine tanık oluyordu o anlarda.

Doruk,Egemen’in başını camdan çıkarıp kendisine doğru yaklaştırdı yüzünü ve kanla kaplı olan yüzüne bakarak “O…” dedi kısılan sesiyle yatakta yatmakta olan kızı işaret ederek “BENİM!” diye bağırdı sonra. Anıl yüzünü buruşturup ona doğru atılırken Doruk Egemen’i camdan aşağıya attı. Her ne kadar yükseklik fazla olmasa da kendisinden olmayan biri için oldukça tehlikeli bir düşüştü. Anıl,Ali’ye bakıp “Aşağıyı kontrol et” dediğinde Ali sorgulamadan aşağıya indi. Poyraz,sesini çıkarmadan Doruk’a bakarken Doruk gidip sessizce kızın ayak ve el bileklerinde ki ipleri çözüp usulca ezilen tenlerini okşadı. Ardından kanlı elini kızın yüzüne sürüp “Uyandığında beni dinlemediğin için seni doğduğuna pişman edeceğim Kızıl” diyerek kızı kucağına aldı ve “eve gidiyoruz” dedi.

Poyraz “Kıza uyuşturucu vermişler. Hastane…”

Doruk,bir daha konuşmadı sadece Poyraz’a baktı ve öylece önünden geçip giderek aşağıya indi. Anıl “Köpek gibi seviyor” diyerek kanayan yarasına bastırırken Poyraz başını sallayıp peşinden aşağıya indi.

Arabalar peş peşe sitenin içine girdiğinde Doruk kapıyı tekmeleyip evin içine girdi. Babaları söylenerek peşlerinden gelirken çocuklarının kanlı yüzlerini görmek hiç hoşlarına gitmemişti. Doruk,kızı yatağına yatırıp perdeleri açtı ardından banyoya girip hala kanamakta olan kollarını ve burnunu boş verip ıslak bir havlu alıp kızın ısınan tenine bastırdı. Dağhan Bey ve diğerleri içeri girdiklerinde Doruk,avukatları Doğu Bey’in aile doktorlarıyla birlikte geldiklerini gördü. Dağhan Bey “Sen delirdin mi oğlum? Bu ne hal! Dahası bu kızın hastaneye gitmesi gerekiyordu!” diye bağırdı. Doruk, “Burada tedavi olacak” diye söyleyip yeniden bakışlarını Bade’ye diktiğinde Dağhan bey sustu. Oğlunun gözlerinde gördüğü keder kalbinin durmasına bile neden olacak kadar güçlüydü çünkü. “Doruk…” diyerek ona uzanmaya çalıştığında “kanından o şeyi çıkardığınız zaman ben gelirim. Siz gidersiniz!” diyerek dışarı çıktı.

Doruk,bahçeye çıktığında sanki üzerindeki öfkenin kaybolduğunu yerine derin bir kederin çöktüğünü hissetti. Ali “Ona ne oluyor?” diye sorduğunda Poyraz “Geri” dedi. Kendisi de iki adım gerilemişti. Doruk,durduğu yerde ellerine bakıp başını gökyüzüne kaldırdı ve dişlerini sıkarak var gücüyle bağırmaya başladı. Belki de ağlıyordu ama kimse bunu anlayamıyordu. Yüzündeki kanlar bunu görmelerini engelliyordu ama ne yaşadığını sadece Doruk biliyordu. Poyraz “Siktir ya!” diyerek arkasını döndüğünde Doruk’un eline aldığı sopayla arabayı nasıl paramparça ettiğini dinledi olduğu yerde durarak.

Ali,şoka girmiş bir halde Doruk’a bakarken onda kendisini görmüş gibi oldu. ikisi de öfkeliydi ama Doruk’un öfkesi Bade’ye bir şey olacak olmasıydı. Anıl “Onu çok seviyor” diyerek başını sallarken Poyraz “Fark ettik” dedi sinirle. Ellerinden kayan demirle birlikte yere yığılan Doruk bağırmalarının ardından ağlamaya başlamıştı. Daha önce bu kadar korkmuş muydu? Hayır,böylesini ilk defa yaşıyordu…

Ali “Çok güçlü” dediğinde Anıl elini onun omzuna koydu “Ben de sana bunların aynısını yapabilirim Cin Ali. Eğer Ayşegül’ü üzersen” dediğinde Ali gülümsedi ve “O benim” dedi. Anıl,”Bak bu bazı şeyleri değiştirir. Ama o benim kardeşim. Bir abi olarak senin kafanı kırmak eşek herif benim en öncelikli görevim” diyerek Ali’nin kafasına vurup onu kolunun altına aldı ve Poyraz’ın sinirli bakışlarının altında gülümseyerek “Ne var?” dedi.

Hayat böyleydi işte… Acı, bir su damlası gibi damlaya damlaya çoğalırdı. Nereden geldiği değil nasıl geldiği önemliydi… Serseri hayatların serseri kalpleriydi onlar… Hiçbir güç içlerindeki sevgiyi ne azaltabilir ne de sorgulayabilirdi… Öfke ve neşe iç içeydi ve sadece bir adım kalmıştı mutluluğa… Kimileri bunu seçecek kimileri ise sadece biraz daha bekleyecekti…

SERSERİ AŞIK (ESMER SERİSİ -2)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin