48. Bölüm

144 27 2
                                    

-48-

Okulun sonlarına doğru gelmekteydik. Her şey o kadar hızlı ilerliyordu ki bazen ben bile zamana karşı yarıştığımızı unutuyordum. Volkan ile aynı evde yaşamamızın üzerinden tam bir ay geçmişti ve tam bir aydır hepimizin üzerinde gerginlik hâkimdi. Yanlış anlaşılmasın! Bizim yüzümüzden değil. Çünkü, ben ve Volkan, Didem ve Ebu Bekir çift olarak gayet iyiyiz. İyi olmayan ve her halükarda yan yana gelmeyi başaran çiftimiz Ali&Ayşegül ve Doruk&Bade’ydi. Didem’in de dediği gibi bu iki çiftin isimleri bile birbirlerine bu kadar uyumlu ve yakışıyorken neden inadına ayrı takılıyorlardı anlamıyordum.

Ayşegül’ün bizden bir şeyler sakladığına hepimiz hem fikirdik ama kimse ne yazık ki en ufak bir tahminde dahi bulunmuyordu. Bu durum beni acayip geriyordu. Didem Hoca’nın dersinden çıkıp kızlarla birlikte kantine inerken Didem Hoca’nın önümüzde durması ile olduğumuz yerde kalmıştık. Senem “Bir sorun mu var hocam?” diyerek gülümsediğinde Didem Hoca bana tepeden bakıp iç çekti ve gözlerini devirerek “Hayır, tatlım. Sadece Bade’den hala haber alamıyorum. Neden okula gelmediği hakkında bir fikrin var mı?” diye sordu.

Bade’nin nasıl olduğundan ona ne ki?

Kaşlarımı çatarak dikkatimi başka şeylere vermeye çalıştım ama ne yaparsam yapayım Didem Hoca’nın sesini duymazlıktan gelemedim. Sonunda dayanamayıp aralarına girdim ve “Neden her şeye maydanoz oluyorsunuz ki? Kız, okula gelmek istemiyorsa gelmiyordur! Zorla mı getireceğiz?” diye sordum tek kaşımı havaya kaldırarak.

Bana dönüp yine o tepeden bakışını attı. Ardından yeniden iç çekip “Seni duymuyorum cüce!” diyerek arkasını döndü ve topuklarının üzerinde ses çıkartarak yürümeye başladı.

Senem, saçımı çekerken “Kızım…” dedi “Kadına diklenme. Aksi takdirde gerçekten senin için sorun çıkaracak”

“Kimin umurunda?” diyerek ona yandan bir bakış attığımda Senem gülümseyerek başını salladı ve “Hadi, ben acıktım. Gidip midemizi dolduralım” diyerek bizi itelemeye başladı. Kantine doğru yürürken Didem’e baktım ve “Nefes nerede?” diye sordum. Dersin ortasında dışarı çıkmış ve bir daha geri dönmemişti. Senem,kısmış olduğu gözleri ile bir süre bana baktı ve “Siz gidin ben geliyorum.” Diyerek yanımızdan ayrıldı. Didem’e döndüğümde “Nefes’inde bir sırrı var değil mi?” diye sordum. Didem, cevap vermek yerine konuyu değiştirdi ve “Hadi gidip yemek işini halledelim” dedi. İşte o anda benim bilmediğim ama Didem’in bildiği şeyi fark ettim. Kolunu tutup onu kendime çekerken “Nefes’in nesi var?!” dedim. Gözlerimi iri iri açmış onun gözlerinde bir şeyler arıyordum. Didem, kızarıp bozardı ve “Bir şeyi yok” dedi sıkılarak. Her ne olduysa Ezgi ile tuvalette kapıştıkları zaman olmuştu ve Didem o zamandan beri çok tuhaf davranıyordu.

“Peki, madem sen bilmiyorsun, ben de gidip abisine sorarım. Eminim o bana söyleyecektir” diyerek yanından ayrılıp ters yöne doğru yürümeye başladım. Peşimden gelirken ona parmak işareti yapıp yoluma devam ettim. Arka bahçeden çıkmak üzereyken Nefes ve Senem ile burun buruna geldiğimde “Senin neyin var?” diye sordum. Yüzü kireç gibiydi. Hasta olabilirdi ama bunun başka bir anlamı olduğuna emindim. O ifadesiz suratı ile yüzüme bakıp ardından bakışlarını Didem’in yüzüne çevirdi. Didem “Söylemedim.” Dediğinde “Neyi?” diye sordum.

En yakın arkadaşlarımın benden bir şeyler saklamasını istemiyordum. Ayşegül de yanımıza geldiğinde çemberi yeniden kapamıştık. “Neler oluyor?” diye sorduğunda Senem dişlerinin arasından tıslayarak konuşmuştu.

“Geri çekil Serap!”

Yan gözle ona dönüp baktım ve “denesene!” dedim.

“Kızlar neler oluyor?” diye soran Ayşegül’ü duymazlıktan gelip Nefes’in zümrüt yeşili gözlerine baktığımda o sivri çenesini havaya kaldırıp bana tepeden baktı ve ardından derin bir nefes alarak “Ölüyorum” dedi. Önümden geçip giderken kantinden aşağıya indi. Olduğum yerde durmuş öylece Senem’in dolan gözlerine bakarken Ayşegül “Ne?” diye fısıldadı. Didem “Aferin Serap!” diyerek bana kızıp Nefes’in peşinden gittiğinde ben de hızla onları izlemeye başladım. Nefes, hepimizin sandığının aksine bir yere kaçmamış. Her zaman oturduğumuz yerde kendisinin olan yere oturmuş camdan dışarıyı izliyordu. Masa, çocukların gelmesi ile dolarken Poyraz dönüp bize baktı ve “Ne oldu?” diye sordu.

Senem, burnunu çekip Nefes’in yanına otururken Nefes insanın bedenini donduracak bir hareketle kendisini geri çekti. Ne kadar soğuk ve hissizdi böyle bu kız ya? Doruk, haftalardır asık suratla dolaştığından onu ilk defa endişeli bir halde görmüştüm. Hemen Nefes’in yanına geçip yüzünü avuçlarının arasına aldığında kızın konuşmasına izin vermeden bana döndü ve “neden üzerine vazife olmayan şeylere karışıyorsun?!” diye bağırdı.

“Konuşmadan ben olduğumu nasıl anladın?” diye sorarken Volkan gelip yanıma oturdu. Özkan ve diğerleri de masanın dört bir yanına otururken Ayşegül, Ali’nin varlığı ile gerilmeye başladı. Ali, ondan tarafa bakmamaya çalışarak kendisine düşeni yerine getirirken Doruk “Çünkü aramızda burnunu her bokun içine sokmaya çalışan bir tek sen varsın! Sana söylüyorum kızım, fazla merak iyi değil! Hem de hiç iyi değil!” dedi.

“Bu kadar yeter!” diyerek araya giren Nefes başını çevirip bana baktı ve “Ölüyorum.” Dedi yeniden. Masada birden buz gibi bir hava esmeye başlamıştı. Poyraz, elindeki bardağı titreyerek yerine koymaya çalışırken kaloriferin üzerine oturmuş bizi dinleyen Anıl “Siktir ya!” diyerek arkasını dönmüştü.

Nefes, derin bir nefes alarak “Kalıtsal bir rahatsızlığım var. Ve bu bazı şeylerden mahrum kalmama neden oluyor. İnsanlar arasında astım olarak biliniyor ancak öyle değil. İlaçlar ve gördüğüm tedaviler sonucunda hala yaşıyorum fakat bunun pek uzun süreceğini sanmıyorum” dediğinde Poyraz “Ağabeycim” dedi.

Nefes, başını sallayarak dudaklarını dişlerken “Bu kalıtsal hastalığın bir ismi yok mu?” diye sordum. Belki bunu sormam bencilceydi ama sormak zorunda olduğumu biliyordum. Gözleri dolu dolu olarak bana baktı ve bir iki damla yaşın akmasının ardından “Bir önemi var mı? Bu kadarını bilmek yetmiyor mu?” diye sordu.

“Sadece sende mi var?” diye sordum bu sefer. Başını hayır anlamında sallayıp bana baktığında “Anneannemde ve teyzemde de varmış. Ama ölmüşler” dedi. Ardından ne olduğunu anlayamadan hıçkırarak ağlamaya başladı. Doruk “Seni bunun için parçalara ayıracağım geri zekâlı!” diyerek Nefes’e sarılmaya çalıştığında Nefes ona izin vermeyerek kendisini geri çekti ve “Aslında o kadar da soğuk biri değilim. Ya da kendimden büyüklere kafa tutacak kadar cesur… Sadece, bilirsin işte insanları kendimden uzak tutmaya çalışıyorum çünkü her nasıl oluyorsa bir şekilde bana bağlanıyorlar ve bu benim için çok acı verici” dedi gülümseyerek. İlk defa gözlerinin bu kadar canlı baktığını görüyordum. Gözlerim dolarak “özür dilerim” diye fısıldadığımda başını hayır anlamında sallayıp bana baktı ve “Özür dileyen insanlardan nefret ediyorum” dedi.

Gülerek ona bakarken kollarını iki yana açıp beni yanına çağırdı. Herkesin, belli etmeseler de çocukların içlerinden ağladıklarını biliyordum. Nefes’e sarılırken neden bedeninin bu kadar soğuk olduğunu artık daha iyi biliyordum. Ama o ne derse desin hep hepimizden daha cesurdu. Poyraz’ın iç çektiğini duyarken Anıl’ın gülümsediğini gördüm. Senem, işaret parmağı ile boğazını göstererek beni döveceğini söylerken gözlerimden birkaç damla yaşın akmasına müsaade ettim.

Biz aile olmuştuk ya!

Hepimizin sırları vardı evet ama bir şekilde zamanla anlatıyorduk birbirimize. Belki de bu kadar ön yargılı olmamalıydım ama ne diyebilirdim ki? Bu küçük grubun içinde kocaman bir ailem olmuştu. Bir sürü abim ve erkek kardeşim. Bir sürü kız kardeşlerim olmuştu. Kendimi hiç kimsenin yanında hissetmediğim kadar güvende hissediyordum. Bu ailenin içinde sırlar olsa da size yalan söyleyen, arkanızdan dolap çeviren kimse yoktu. Bu ailede sadece kayıtsız şartsız bağlılık ve sevgi vardı. Sevmeyi bilmeyenin bu ailenin içinde yeri yoktu. Nefes’ten ayrılıp onun gözlerinin içine bakarken ağlayarak gülmeye başladık. Aile demek bu demekti işte. Canını da yaksa eğer seviyorsan diğerlerinin hiçbir önemi yoktu. Alnımı alnına dayayıp zırıl zırıl ağlarken belki de ilk defa ağlamanın bu kadar güzel ve paylaşımsal olduğunu keşfediyordum. Ve kesinlikle güçlü kıldığını…

******

Bazen tek bir kelime, basitlikten kaynaklı zarafetle, bütün benzetmelerden daha kuvvetli olabilir. Özlüyorum. Çok fena özlüyorum. Hem çok güçlü hem de çok zayıfmışım gibi, coşkulu bir umutla kahreden bir umutsuzluk arasında gidip geliyorum bazen. Hisler durmaksızın çatışıyor birbirleriyle. Birbirlerine ekleniyorlar bazen, bazen birbirlerinden çıkıyor bazen de birbirlerine bölünüyorlar.

Sadece şundan eminim. Tüm işlemlerin sonunda tek bir sonuç kalıyor elimde. Özlüyorum.. Bazen bir yabancı olan, bazen canımın içi; kocaman kıvırcık bir gülümseme bazen, bazen de dünyanın en güzel ihtimali..

(Ali Lidar.)


Ayşegül, dersten çıkıp idareye inerken yoklama defterini idareye getiriyordu. Çantasını masanın üzerine bırakıp sınıf başkanlarının getirmiş oldukları yoklama defterlerini alfabe sırasına göre dizerek düzeltmeye başladığında gidip kendisine bir bardak sıcak su aldı ve yeniden işinin başına döndü. Ali’den uzak kaldığı zamanları düşünmemeye çalışarak kendisini işlere ve derslerine verdiğinden beri kimseyi düşünemiyordu. Kimseyi bırak kendisinin bile ne hale geldiğinden haberi yoktu. Bir ayda altı kilo vermiş ve elmacık kemikleri ortaya çıkmıştı. Anıl’ın defalarca onu köşeye çekip hesap sormasıyla bulanan aklı artık direnemeyeceğini hissediyordu. Başı bir anlığına dönerek onu kısa süreliğine karanlıkta bırakırken “Yakaladım” diyen sesin sahibine döndü birden. Titreyerek ve özleyerek bakışlarını Ali’nin koyu bakışlarına çevirdiğinde genç adam gülümseyerek kendisine bakıyordu.

“Ali…” diyerek kollarının arasından çıktığında geriye doğru sendeledi. Ali,uzanıp onu tutmak isterken genç kız elini kaldırıp durmasını söyledi ve “Neden buradasın?” diye sordu.

Ali,”Şimdi çıkıyordum. Seni görünce gidemedim” dediğinde Ayşegül “Bu konuyu konuşmuştuk.” Diyerek başını salladı. Ali’nin özlem dolu bakışları yerini kopkoyu bir öfkeye bırakırken bir adım atıp kıza ulaştı ve onun konuşmasına fırsat vermeden toplantı odasına sokarak kapıyı kapadı. “Tam bir ay” dedi onu kapıyla kendi arasına hapsederken “Tam bir ay,senin dediğin şeyi yapıp sana zaman veriyorum. Ama elde ettiğim tek şey boşluk. Lanet olsun seni özlüyorum. Ve delirecek gibi oluyorum görmüyor musun?” diye sorarken bağırıp bağırmadığını umursamıyordu bile.

“Ayşegül” dedi ona yalvarırcasına “Beni sevmiyor musun? Bu yüzden bu işkenceyi çektiriyorsun? Eğer öyleyse, yemin ediyorum çok acımasızsın” diye söylendi.

Genç kız,ona bakıp nefes almaya çalışırken “Ali…” diye soludu. Ama başka bir şey diyemedi. Haftalardır ona yakın olmuş ama tek kelime dahi etmemişlerdi. Ondan kaçtıkça kaçmış ve kendisini dipsiz bir kuyunun içinde bulmuştu. Bir ay sonra onu şimdi bu kadar yakınında hissetmek işkencelerin en büyüğüydü kendisi için. Nasıl diyebilirdi ki? Nasıl anlatabilirdi evde olanları? Söylese Ali anlayabilir miydi? Öfkesine yenik düşüp evi basardı ve sonra… sonra olacaklar…

Babasının ve diğerlerinin ona yapacaklarının hayali gözlerinin önüne gelip durduğunda ondan kurtulmak için çırpınmaya başladı. “Söyle!” dedi Ali ondan duymayı bekleyerek. Su içmek kadar ihtiyaç duyuyordu ona. “Söyle!” dedi yeniden. Sesi sabırsız ve kızgındı. Ayşegül, direndikçe o da direniyordu. Öfkeyle burnundan soluyarak kızın kafasını kapıya vurup dudaklarına yapıştığında Ayşegül’ün kalbi hızla atmaya başladı. Elleri terleyip iki yakasından kavrayıp boynuna dolanırken onu kendisine kendisini ona daha çok itti. Nefes alıyor yeniden hayata dönüyordu sanki. Ali, dudaklarını dişlerken hissettiği acı ile inledi boğuk boğuk. Bütün hisleri düğümlenmiş ona açılmak için kendisiyle savaşıyordu. Genç adam, kızın kollarını boynundan çözüp başının hizasında yukarıya kaldırdığında Ayşegül tamamen savunmasız ve fethedilmeye açık bir konuma gelmişti. Ali’nin dokunuşlarının ve öpücüklerinin altında bütün bedeni ardı ardına sarsılıp içine attığı ona dair ne varsa şimdi gün yüzüne çıkıyordu. Ali, dudaklarını ondan ayırmadan kızın saçlarını kavrayıp geri çekti ve “Sen benimsin!” diye tısladı.

Korkmuyordu Ayşegül ondan. Sesinden ya da öfkesinden korkmuyordu. Bu öyle bir histi ki onun her şeyiyle ona ait olduğunu biliyordu. Tıpkı kendisinin de olduğu gibi. “Söyle!” diyerek kızın canını daha da yakarken Ayşegül ağlamaya başladı ve başını sallayarak “Seninim…” dedi. Ali’nin öfke dolu bakışları kızın öpülmekten berelenmiş dudaklarına kaydığında dişleriyle bir kere daha saldırdı. Kanattığının bilincinde olarak ona daha çok sokulurken Ayşegül kendini kaybedecek gibi hissediyordu. Den sonra Ali onu bırakıp rüzgar gibi yanından geçip giderken Ayşegül öylece olduğu yerde kalakalmış ve dizlerinin üzerine çökmüştü.

Genç adam ,hırsla okuldan çıkarken bir yandan nefesini düzenlemeye çalışıyor diğer yandan da akan gözyaşlarını kimseler fark etmesin diye elinin tersi ile siliyordu. Anıl’ın yanından geçip giderken arkasından bakan genç adam yanında mısır çerezi yemekte olan arkadaşı Rıza’ya baktı ve “Ne buldun?” diye sordu.

Rıza “Neden bütün pis işler bana kalıyor? Benimde bir hayatım var?” dedi sitem dolu bir sesle.

Anıl “Rıza?”

“İyi tamam!” diyerek elindeki dosyayı Anıl’a uzattığında “Bu bir hafta öncesinden çekilmiş bir fotoğraf karesi” dediğinde Anıl “Bunlar kim?” diye sordu. Rıza,sırasıyla kim olduklarını anlatırken Anıl “İyi de bu Ali’den ayrılmasına sebep değil ki?” dedi. Rıza,bu duruma güldü ve “Tabi değil. Eğer baban seni Nefes ile evlendiriyor olmasaydı?” dedi.

Anıl “Hadi be!” diyerek resimdeki çocuğa yeniden bakarken kaşlarını çatmıştı genç adam. “Amca çocuğu o ya! Nasıl olur böyle bir şey?” diyerek resme baktığında Rıza “Daha kötüsü kızı bu akşam ciddi ciddi verecekler” dedi. Anıl,ona soru soran bakışlarla baktığında Rıza “Ne var? Elim kolum uzun işte. Ne yapıyoruz?” diye sorduğunda Anıl iç çekip arabanın kapısına yaslandı ve “Ayşegül’ü bekliyoruz” dedi.

Rıza “Sahiden bu kızı seviyorsun ha?” diye sorduğunda Anıl başını salladı ve “Nefes neyse o da öyle benim için. Altında başka bir bok arama” diye söylendi yarım ağız. Ardından Ayşegül’ün ağlayarak kaçarcasına arka kapıdan çıktığını gördü. Rıza “Gidelim” diyerek direksiyona geçtiğinde arkasında arkadaşları da onları takip ediyordu.

*****

Ayşegül,eve gelip çantasını yere koyduğunda teyzesinin önüne çıkması ile kaşlarını çatıp ona baktı ve “Ne oluyor?” diye sordu. Teyzesi, gülümseyerek uzun saçlarını sevdi ve “Hadi git hazırlan. Seni istemeye geldiler. Bütün aile burada” dediğinde genç kız yutkunarak teyzesine baktı ve “Söz vermiştin!” dedi.

Teyzesi “Hayatına müdahale etmeyeceğime söz vermiştim! Evlenmeyeceğine değil!” dediğinde Ayşegül sinirle odasına girdi ve kapıyı çarptı. Aynanın karşısına geçtiğinde gözlerinden akan yaşları silip siyah göz kalemini eline aldı ve gözlerinin etrafını boyamaya başladı. Yanağının kenarına çizdiği çiçek simgesi ile gözlerini kapatıp derin derin nefesler aldığında gidip üzerindekileri çıkardı ve elbisesini durduğu yerden alarak üzerine geçirdi. Yeniden aynanın önündeki yerini alırken gözüne ilişen makasa baktı ve hiç düşünmeden makası eline alıp uzun saçlarını kesmeye başladı. Madem,hiçbir şey söylemesine izin vermiyorlardı. Madem ona seçme hakkı tanımıyorlardı o zaman o da onların geleneklerini tanımayacaktı!

Teyzesi içeriden “Hadi!” diye bağırınca duruşunu dikleştiren Ayşegül ağzını açıp dişlerine baktı. Tellerini çıkartalı çok olmamıştı ama bu hali diğer haline göre oldukça iyiydi. Buz gibi bir ifade ile odasından çıkıp mutfağa girdiğinde teyzesi ve yengeleri onu görünce küçük dillerini yuttular. Sinirlenen genç kadın,hırsla kızın yanaklarını tokatladığında “Dua et…” diye fısıldadı kulağına doğru. Ardından eline tepsiyi tutuşturup içeriye girmesini söyledi.

Akrabaları kendi aralarında konuşmuşlardı bile. Odadan içeriye bir adım attığında herkesi şaşırttığını biliyordu. Babası kızgınlıkla ayağa kalkıp “Bu saçların hali ne!” diyerek genç kıza tokat attığında Ayşegül elindeki tepsiyi düşürmemek için büyük bir çaba sarf etmişti. Kapının aniden çalması ile herkesin dikkati dağılmıştı. “Ben bakarım!” dedi teyzesi genç kıza bakıp. Elinde kahve tepsisi ile içeri doğru yürüyen Ayşegül teyzesinin “Seni görmeye birileri gelmiş!” demesiyle babası da dahil olmak üzere herkes başını çevirmişti onunla birlikte. Kaşlarını çatıp,kıpkırmızı olan yanaklarıyla kapının girişinden salona giren adamı tanıyamamıştı ilk anlarda. Ve onun hemen yanında beliriveren kadınla adamı da. Genç adam,kendisine doğru gelip tepside ki kahve fincanlarından birini alıp dudaklarına götürdüğünde bir süre onunla bakıştı şaşkınca. Anıl,kahveyi yudumlayıp etrafına bakınırken İdrisle göz göze gelip gözlerini kıstı ve yeniden Ayşegül’e döndü. Sadece onun duyabileceği bir sesle “Güven önemlidir Ayşegül. Şimdi,buradan hemen gidiyoruz!” dedi. Kızın,bileğinden tutup elindeki tepsinin yere düşmesini umursamadan onu ardından sürüklerken odadaki erkekler bir anda ayağa kalkıp bellerine uzandılar. Mert bey ve Mehir Hanım,rozetlerini çıkararak onlara oturmalarını söylediklerinde Mert Bey “Sanırım burada bir suç var ha?” dedi ardından karısına baktı. Mehir hanım “Ben içerdeyim. Şu teyzeyle konuşacağım” diyerek salondan çıktığında Mert yanında birkaç polisle salondaki koltuklardan birine oturmuş Ayşegül’ün babası ile konuşuyordu.

Ayşegül,evden apar topar çıkarılırken “Anıl…” diye söylendi.

Anıl “Kes sesini!” diyerek kızın bileğinden daha sıkı tutarken birden durmasıyla Ayşegül ona çarpıp çığlık attı. Genç adam “Aklından ne geçiyordu senin? Böyle bir şeyi hadi Ali’ye söylemedin anlıyorum. Bana nasıl söylemezsin? Hiç mi güvenini kazanamadım senin?!” diye bağırdı.

Ayşegül “Korktum!” dediğinde Anıl “Neyden? Benden mi?” diye sordu.

Genç kız,başını kaldırdı ve “Size zarar vermelerinden. Ali’ye söylemedim çünkü çok çabuk öfkeleniyor. Bugün bu olanları bilseydi içeriye girer ama buradan sağ çıkamazdı!” diye bağırdığında korkudan titriyordu. Anıl,iç çekerek ona doğru bir adım attı ve “Bak,ben kimseye hakaret etmem. Kötü sözlerden nefret ederim çünkü ama sen şimdi bana ilk defa bir ilk yaşatacaksın Ayşegül! Ya sen aptal mısın? Ali,tüm bunları öğrenmiş olsaydı onun buraya yalnız gelmesine izin verir miydik? Biz aile değil miyiz? Birbirimizi koruduğumuzu sana göstermedik mi? ahhh!” diyerek elleriyle saçlarını çekip arkasını döndü. Şimdi ona bağırması Ali’nin yapacaklarına temel oluşturuyordu aslında. Ayşegül “Özür dilerim” dediğinde Anıl içini çekip yüzünü ekşitti. Birini üzmeyi hiç sevmiyordu. Özellikle de bu biri bir kızsa ve değer verdiği biriyse. Omuzlarını düşürerek Ayşegül’e döndü ve “Gel buraya” diyerek onu kollarının arasına aldı. “Sırlar…” dedi “Her zaman insanların başına dert olur. Ama sen yalnız değilsin Ayşegül ve bunu sana hissettiremediğim için yazıklar olsun bana” dedi iç çekerek. Kız,konuşmak istediğinde Anıl,onun konuşmasına müsaade etmedi ve eğilip kızı kucağına aldı. Rıza,arabanın arka kapısını açarken Anıl uzanıp kızı arka koltuğa yatırdı ve “Bu gece bizde kalacak. Senden rica etsem onu bize bırakır mısın?” diye sordu.

Rıza,başını sallarken iç çekti ve “Tabi,tabi” diyerek arabanın etrafından dolaşıp direksiyona geçti. Anıl,içini çekip arabanın uzaklaşmasını izlerken hayatlarının hiçbir zaman yaşıtlarının ki gibi normal olmayacağını düşündü. Hep bir sorun vardı hep bir gözyaşı. Sinirle arkasına dönüp apartmanın çatı katına baktığında yukarı çıkıp çıkmama konusunda kararsız kaldı.çıkarsa ne olacağını biliyordu ama çıkmazsa da meraktan ölecekti. Cebinden çıkardığı çilekli lolipopu açıp ağzına aldı ve gözlerini kapayıp beklemeye başladı. Ne de olsa Esmer gençlerinin içinde en sabırlı olanı oydu değil mi?

****

Mehir Hanım,mutfakta sandalyede arkasına yaslanmış kot pantolonunun fermuarı ile uğraşıyordu. Karşısına oturttuğu kara kuru kadının yüzüne bakmaya tahammül bile edemiyordu. “Ben” dedi “Üvey kızının arkadaşının annesiyim. Aktif bir mesleğim yok. yani polis olmam çalışıyor anlamına gelmiyor ama böyle durumlarda harekete geçmeden duramıyor insan. İşin içinde çocuklar varsa tabi” dedi tek kaşını kaldırarak.

“Bakı-“

“O iğrenç nefesini kendine sakla güzelim. Eğer bir daha ben konuş demeden konuşacak olursan bu fincanla dudaklarını keserim. Yapmaya çalıştığın şeyin farkındasın değil mi? öz yeğeninin hayatını mahvediyordun? Onu istemediği biriyle üstelik reşit bile değilken evlendirmek istiyordun? Bunun ne demek olduğunu biliyor musun? O kuş beynin alıyor mu gerçekten?” diye sorduğunda Ayşegül’ün teyzesi susmuştu. Mehir Hanım “Güzel. Ben de öyle düşünmüştüm zaten. Bak,benim de bir kızım var. El bebek gül bebek büyüttüm. Bir de bir kızım daha var öz annesi olmamama rağmen onu ben doğurmuşum gibi seviyorum. Çocuklar kutsaldır,özeldir. Sen elindekinin kıymetini bilmiyorsun ama yakın bir zamanda o kıza yaptıklarının bedelini kendi çocuklarının ödeyeceğini de mi göremiyorsun kadın? Aklın nerene kaçtı senin? Ya da vicdanın?” diye bağırdığında uzanıp kadının çenesini kavrayıp uzun tırnaklarını etine sapladı. Bu haliyle tıpkı Esmer’ine biricik kızına benziyordu genç kadın. Tıslayarak “Eğer eşin olacak pislik eşimin dediklerine kulak vermezse ikinizde hapsi boylayacaksınız ve senin o çok sevdiğin çocukların yetiştirme yurduna gidecek. Onlara orada ne yapacaklar biliyor musun?” diye sorduğunda elinin altında ki çene titremeye başladı. Mehir Hanım,kadının konuşmasına izin vermeyerek onu itti ve “Eğer bri daha aynı şey tekrar edilecek olursa seni kendi ellerimle parçalarım!” dedi ve mutfaktan çıktı. Salonda Mert Bey ile karşılaştığında elini tutan genç kadın,kocasının “Nasıldı?” sorusuna “Kedilerin konuşması nasılsa öyle. Pençeleri çok sivri ama çıkarmadı” dedi arkasına bakarken.

Mert ile birlikte evden çıkarlarken neler olabileceği hakkında konuşmaya devam ediyorlardı. Anıl’ı arabanın kapısına yaslanmış bir halde bulduklarındaysa yaptıkları ilk iş gidip ona sarılmak olmuştu. “Hadi eve gidelim” diyerek arabaya binip yola çıktıklarında Anıl,cebinden çıkarmış olduğu cep telefonu ile Ali’yi aradı. Birkaç çalıştan sonra telefona cevap veren Ali “Hayırdır?” dedi.

Anıl “Sizin çocukları alıp bizim eve gel. Konuşmamız gerek” dedi.

Ali “Neden ? konu ne?” diye sorduğunda Anıl iç çekti ve gözlerini ovalayarak “Ayşegül!” dedi.

Ali,daha başka bir şey demedi ve “Tamam!” diyerek telefonu kapatıp odasından fırlarcasına dışarı çıktı. Salonda ders çalışmakta olan arkadaşları ona bakarken hepsi birden ayağa kalktı. Cüneyt “Lanet olsun gene kimi döveceksiniz?” diye sorarken Oğuz Han “Ne fark eder? Hadi gidip biraz eğlenelim.” Dedi ellerini birbirine sürterek.

Özkan,Volkan ve Ebu Bekir’e bakarken “Neden iyi kokular duymuyorum?” diye sordu. Volkan “belki bu seferki gerçekten de boktan bir şey olduğu için olmasın.” Dediğinde telefonunu çıkarıp Serap’a mesaj attı ve kendisini beklemeden yatmasını söyledi.

Ebu Bekir “Eh,hadi gidelim öyleyse.” Diyerek hep beraber kapıdan çıktıklarında yürümek yerine koşmaya başlamışlardı. Ali,etrafındakileri görmeyerek deli gibi Ayşegül’e koşuyordu…

SERSERİ AŞIK (ESMER SERİSİ -2)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin