38. Bölüm

147 25 2
                                    

-38.bölüm-


Senem, üzerini değiştirip geleceğini söyledikten sonra kendi evine geçmek üzere karşıya geçmiş ve açık olan sokak kapısından içeri girerek odasına çıkan merdivenlere bakmıştı. Mutfaktan gelen sesler üzerine, genç kız uzun gür ve siyah saçlarını tek omzunun üzerinde toplayarak ayakkabılarını çıkartmış ve yere atmış olduğu çantasını eline alarak “Ben geldim!” diye bağırdı. Elleri unlu olan Mehir Hanım, mutfaktan salona doğru seslenerek “Hoş geldin bebeğim! Aç mısın?” diye bağırmıştı. Senem, mutfak kapısının önünde durup “Yok yani biraz ama karşıda yiyeceğim. Serap’ı da getirdik. Biraz oturacağız, orada yerim” diyerek annesine öpücük attığında annesi de aynı şekilde ona karşılık verdi. Senem, içini çekip “Neyse, ben bir duş alıp üzerimi değiştireceğim sonra da işte karşıya geçeceğim. Hadi görüşürüz” diyerek hızla merdivenlere yöneldiğinde uzun bacaklarının da yardımıyla merdivenleri ikişerli üçerli çıkıp odasına giden yolu takip etmiş ve çok geçmeden süet kırmızı kapılı odasından içeriye adımını atmıştı

Çantasını yatağının üzerine fırlatıp, saçlarındaki tokaları masasının üzerine koyduğunda üzerindekileri çıkarıp banyoya girdi. Yarım saat sonra dışarı çıktığındaysa geçen gün annesiyle beraber beğenerek almış olduğu kırmızı elbiseyi giymek için kapının arkasına geçti ve gördüğü manzara üzerine çığlığı basması bir oldu.

“Anneeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeee!”

Mehir Hanım, neler olduğunu anlamayarak elindeki hamurla yerinden sıçrarken, kesin bir şey oldu düşüncesiyle yerinden kalkıp lavaboya gitti ve elini gelişi güzel yıkayarak, mutfak tezgâhının altında durmakta olan tabancasını eline alıp yukarı çıktı dikkatli bir şekilde. Kızı, asla çığlık atmaz ya da atsa da anne diye bağırmazdı. Ve Mehir Hanım, umarım silahı aldığıma değmiştir diye düşünerek hızla yukarıya çıktığında kızının odasına girdi ve onu kıpkırmızı bir suratla gözlerini iri iri açmış, işaret parmağı ile kapısının arkasını gösterirken bulmuştu. Elindeki silahı indirip aynı kızınınki gibi bir ifadeyle kapının arkasına geçip orada olan bitene baktığında derin bir nefes alan genç kadın, kızına dönüp “Ve?”diye sormuştu.

Senem “Bu elbisenin hali ne?” diyerek annesine baktığında gözlerinden ateş çıkıyordu resmen. Mehir Hanım, silahın ateşlemesini kapatıp elinde ters çevirirken “Of Senem, nereden bileyim kızım ben? Aldığımızda belki böyleydi?” diye söylendi sinirle. Kızının, kendisini bu şekilde korkutmaya hiç hakkı yoktu. Allah biliyor ya o da elbiseyi parçalamak istiyordu şimdi.

Senem “Sen bu odaya hiç girdin mi?” diye sordu.

Mehir Hanım “Temizlemek için evet”

Senem “Peki elbiseme hiç dokundun mu?”

Mehir “Hayır!”

Senem “Peki babam hiç girdi mi?”

Mehir hanım, gözlerini devirdi ve “Hayır” dedi yeniden. Senem, şimdi odanın içinde bir o tarafa bir bu tarafa yürürken tırnaklarını kemiriyordu. Mehir Hanım “Tırnaklarını yeme!” diyerek onu uyardığında kızı ona öldürücü bir bakış attı ve gülümseyerek “Yemiyorum ki! Onları sivrileştiriyorum!” dedi iri iri açılan gözleriyle.

Senem “Peki başka biri girdi mi?” diye sorduğunda Mehir Hanım boş bulunup “Ah, evet gün içerisinde Poyraz matematik defterini almaya gelmişti sanıyorsam” dediğinde korku dolu bakışlarla kızının yüz ifadesinin kızgınlıktan deliliğe, delilikten vahşiliğe dönüşünü izledi ve bunu izlerken gerçekten korkmuştu. “Tatlım” diyerek ona yaklaşmaya çalıştığında Senem üzerine geçirdiği kısa şort ve atlet ile birlikte ona baktı ve “Biliyor musun anne? Bence aşağıya inip o unla her ne yapıyorsan yapmaya devam etmelisin. Niye biliyor musun? Çünkü, biraz sonra Poyraz Kılıç Altun’u hakkın rahmetine kavuşturacağım!” diyerek yalın ayak penceresine yönelip ağacın dalına yönelmeden önce durup çantasının içine koyduğu altın zincirini aldı ve Mehir Hanım, o an çığlığı kopardı “Senem Zınıkrık! Hemen o elindekini bırak eğer onunla Poyraz’a bir zarar verir-“

Cümleyi tamamlayamadan kızı penceren dışarı adımını atıp, orman kaçkınları gibi kendisini aşağıya çimenlerin üzerine bırakmıştı. Cebinden telefonunu çıkarıp arkadaşını arayan genç kadın, Talu Hanım’ın konuşmasına fırsat vermeyerek “Çelik yelek giy Talu. Esmer en sert hareketlerle oğlunun üzerine geliyor” dedi ve ardından o da onun peşinden gitti.

Elbette odanın kapısını kullanarak…

*************

Senem, kapıdan içeri girmek yerine arka taraftan Poyraz’ın odasına çıkan ağaç merdivenlere yönelmiş ve çıplak ayakla iki adımda yukarı çıkarak kendisini Poyraz’ın odasına atıvermişti. Genç adam, masasında oturmuş ders çalışırken arkasında hissettiği esintiyle dönüp Esmer’i karşısında görmüş ve kaşlarını havaya kaldırıp onu baştan aşağı süzmek zorunda kalmıştı ve gördükleri her ne kadar hoşuna gitse de gitmemiş gibi davranmak zorunda kalmıştı.

“Hayırdır Esmer? Evinde iç çamaşırı kalmadı da benimkileri almaya mı geldin?” diye sorduğunda Senem onun ne demek istediğiyle uğraşmadı bile. Saçları onun bütün kusurlarını kapatıyordu tıpkı birazdan Poyraz’ı nasıl öldürdüğünü saklayacağı gibi.

Genç kızın, cevap vermemesi üzerine arkasına yaslanıp ona bakan Poyraz kızın elindeki zinciri gördüğünde onun buraya konuşmaya değil savaşmaya geldiğini çok iyi anlamıştı. Ve öfkeli gözleri kendisine öyle bir bakıyordu ki… İçinden o bakışlar sadece benim! Dedi. Senem,”Seni öldüreceğim” diyerek ellerini iki yanına açıp kavga pozisyonuna getirdiğinde genç adam “Ne yaptım söyler misin?” diye sordu.
Genç kız “Elbisem seni lanet olasıca! Elbisemi parçalamışsın!” dediğinde Poyraz alayla “Ah, şu elbise! Hatırlıyorum, kumaşı o kadar yumuşaktı ki makasın hâkimiyetini kaybettim. Sanki birbirleri için yaratılmışlar gibiydi” dediğinde göz kırpıp ayağa kalktı ve “Bana biraz müsaade et” diyerek üzerindeki gömleğin kollarını açıp kıvırmaya başladı. Senem “Seni öyle bir döveceğim ki o sıska kıçının üzerine bir daha oturamayacaksın Poyraz Kılıç!” diye tısladı.

Genç adam, ona kısılan gözleriyle baktı ve öne doğru eğilerek “Gururumu okşama Esmer! Lütfen başla” diyerek elleriyle kıza hadi dediğinde Senem, kısa zinciri birden uzattı ve gelişi güzel bir şekilde ona doğru savurmaya başladı. Poyraz, uzun boyuna ve yeterli alana sahip olmamasına rağmen iyi hareket ediyordu ve Senem de onun hareketlerine uyum gösterirken kendisininkinden birazcık şiddetli davranıyordu. Kollarına almış olduğu darbelerin çok sonra şişip moraracağını bildiği halde ağzından acı dolu tek bir ses bile çıkmamıştı. Bunun yerine kızın öfkeli gözlerinin içine bakıp gülümsemişti. Senem “Neden? Neden elbisemi parçaladın?!” diye bağırdı ona vurmaya devam ederken.

Poyraz “Çünkü çok kısaydı!” dediğinde Senem “Bundan sana ne!” diye bağırdığında Poyraz zinciri tuttu ve sert bir şekilde onu kendisine çekerek kızla burun buruna geldi. Şimdi kendi gözlerinde gülümseme yerine öfke ve kıskançlık vardı. Senem, dizlerinin titrediğini hissettiğinde Poyraz gülümsedi ve bakışlarını kızın dudaklarına çevirip “Çünkü…” dedi “Benim çatım altında olduğun sürece o şeyleri giymene izin vermem” diye fısıldadığında kızı öyle bir itti ki eğer ellerinde zincir olmamış olsaydı Senem muhtemelen duvara yapışmış olacaktı. Zincirin ucunu usulca bırakıp kızın afallayan yüz ifadesini gülümseyerek izlediğinde Senem elindeki zinciri kısaltıp bileğine geçirdi. Şimdi sırada yumruk ve tekmeler vardı. İkisinin hareketleri birbirine o kadar uyumluydu ki Poyraz sanki dans ediyorlarmış gibi hissediyordu. Senem’in kendisine vurmasına izin veriyor tek bir ses dahi çıkarmıyordu. Genç kız, adil bir dövüş olmadığının farkındaydı ve bu durum Poyraz tarafından kırılan kalbinin daha da kötü hissetmesine neden oluyordu.

Poyraz onu sevmiyordu! Sevmediği halde hayatına karışmaktan da vazgeçmiyordu! Ne hakla? Yüzünü tokatlayıp ondan uzaklaştığında Poyraz kızın gözlerinin dolduğunu görüp kaşlarını çattı. Senem, bir şeyler yapmak istiyordu ve bu yüzden gözlerini odada dolaştırmaya devam ederek yumruklarını sıkılı tuttu. Poyraz, onun nefes nefese henüz sinirinin geçmediği bedenine bakarken genç kız birden o kömür karası iri gözlerini açıp omzunun üzerinden arkasında durmakta olan defteri onun bile farkında olmadan eline aldı ve gülümseyerek “Sayanora Poyraz!” diyerek odadan koşarak çıktı.

Poyraz’ın, neler olduğunu idrak edebilmesi birkaç dakikasını almıştı. Kızın peşinden koşup sinirle “Sakın Esmer! Eğer o notlara bir şey yapacak olursan kıçının üzerine oturamayacak olan ben değil sen olursun!” diyerek onu uyardığında Senem salona inmesini sağlayan kordonun başına gelip ayaklarını dışarı uzattı. Aşağıdan annesi ve Talu teyzesi “Senem!” diye bağırdıklarında onlara bakmadan Poyraz’a bakan genç kız “İntikam!” diyerek kendisini sırt üstü geriye bıraktı.

“Esmer!”

Poyraz’ın o an tek düşünebildiği Senem’in sağlığıydı. Defteri de notlarını da unutmuştu. Kızın, bileğine yapışıp onunla birlikte aşağıya açılan koltuğun üzerine düştüklerinde Poyraz ona bir şey olmasın diye onunla yer değiştirip kızın üzerine düşmesini sağlamıştı. Sırtının incindiğini haber veren o çatırdama sesleri yüzünü buruşturmasına neden olsa da Senem sinirden hala onun ne halde olduğunu görememiş ve üzerine oturarak “Bana o elbiseden alacaksın Poyraz!” diye tıslamıştı.

Genç adam acı içinde “Hayır!” dediğinde Senem “Öyleyse notlarına veda et!” dedi ve defterin ilk sayfasını yırtmaya başladı. Bir yandan da Poyraz’ı izliyordu. Öylece altında durmuş çatılan kaşları ile kendisine bakıyordu. Diğer sayfaları da yırtmaya başladığında mutfak kapısından içeriye giren çocuklar şaşkınlıkla oldukları yerde durmuş salonun ortasında durmakta olan çifte bakıyorlardı şimdi.

Serap “Oo ateşli!” diyerek yorum yapma cesareti gösterdiğinde Anıl bir sağa bir de sola ‘olamaz’ dedirten br bakış atıp gözlerini kapadı ve gülümsedi. Uzun kemikli ellerinden birini Serap’ın gözlerinin üzerine örttüğünde itiraz etmek için ağzını açmak isteyen genç kız,hissettiği baskı ile mesajı almış ve susmuştu. Nefes ve Doruk,Bade ile birlikte içeri girdiklerindeyse Anıl diğer elini de Nefes’in gözlerine koymak istemiş ama genç kızın kendisine yandan bir bakış atması ile göz kırpmıştı. Nefes,omuz silkerek “Ne diyebilirim ki? Bizim evin her zaman diğer evlerden daha hareketli olduğu kesin” dediğinde Doruk “Ben de diyordum ki bu mercimek kokusu nereden geliyor?”

Senem ve Poyraz aynı anda Doruk’a dönüp “Doruk!” diye bağırdıklarında genç adam “Buyurun benim?” dedi reverans yaparak.

Poyraz “Kendine gel!” diye bağırıp acı içinde yüzünü buruştururken Doruk,Bade’nin gözlerini kapatmış ve “Sen bu edepsizleri izleyip terbiyeni bozma kızıl” dedikten sonra Poyraz’a dönüp “Ben ne kendime geleceğim oğlum? Salonun ortasında durduğunuz şekle baksanıza bir siz?” dedi.

Bade “Ya bakabilir miyim? Hem ne var bunda Allah aşkına?” diye sorduğunda Doruk “Bakamazsın ve çok şey var Allah aşkına. Ben sana uygulamalı olarak gösteririm” dediğinde ensesine yediği şaplakla acı içinde Anıl’a döndü. “Lan… Lan ne vuruyorsun oğlum?” diyerek eliyle ensesini sıvazladığında Anıl,Serap’ı serbest bırakıp Poyraz’a baktı ve “Biz mutfaktayız. Siz de toparlanın ya da kendinize bir oda bulun” dedi gülmemeye çalışarak.

Poyraz “Anıl!”

Genç adam “Ne var? Kavga etmek için ağabey, burası halka açık bir yer ne de olsa. Görünenler izleyicilere yanlış mesajlar verebilir” diyerek Serap’ın elinden tutup mutfağa sürüklediğinde genç kız “Tanrım, bunlar cidden çok yakışıyor” diye söyleniyordu.

Doruk “Ha ha, evet eğer kıyamet kopmadan birbirlerine olan duygularını itiraf edebilirlerse bizim için de çok iyi olacak” dedi.

Anıl “Aynen öyle” diyerek mutfak tezgâhına dayanmış elindeki bezle bardaklarını kurulamakta olan Talu Teyzesine bakıyordu. “Sen iyi misin Talu Teyze?” diye sorduğunda Serap “Nasıl iyi olsun ki? İçeride iki insan vahşi bir şekilde kavga ediyor. Hangisinin tarafını tutacağını kestiremiyor ne de olsa?” dediğinde Talu Hanım güldü ve “Kimsenin tarafını tutmam gerekmiyor ama illa tutmam gerekse sanırım bu Senem olurdu çünkü Poyraz gayet iyi idare ediyor” dedi.

Serap “Öyle mi? o zaman siz de onun Senem’i sevdiğini biliyorsunuz?”

Anıl, ağzı dolu bir halde “Küçüklüklerinden beri hem de” diye söylendiğinde Doruk arkasına yaslanmış konuşulanları dinlemekte olan Bade’yi izliyordu. Nefes ise öylece oturmuş etrafındaki insanlara bakıyordu.

Serap “Neden Yusuf ile çıkmasına izin verdi o zaman?”

Nefes “Abim, Senem’i düşünüyor” dedi.

Serap “Onu bir başkasının kollarına atarak mı? hiç sanmıyorum” dediğinde Talu Hanım “Hayır, ileride pişman olmaması için, keşke dememek için” diye cevap verdi. Nefes, iç çekip arkasına yaslandı ve dinlemeye başladı.

“Oğlum, senin dediğin gibi yapıp Senem’e tüm duygularını itiraf edebilir ve onunla sevgili olabilirdi ki ikisinin de mutlu olduğunu görmek beni inanılmaz sevindirirdi. Her neyse, Poyraz bunu yapmıyor çünkü okulda ki herkes onları abi-kardeş olarak biliyor” dedi.”

Serap “Ama bu saçmalık! Arada kan bağı yok ki!”

Anıl “Ve işte bu da senin anlayamadığın diğer bir durum” dedi.

Doruk “Kardeşlik, kan bağı ile olan bir mevzu değildir güzelim. Hissettiklerinle ilgilidir. Eğer böyle olmasaydı Habil ve Kabil birbirleriyle savaşmazdı değil mi?” dediğinde Bade dönüp Doruk’a baktı. Onun ne demek istediğini biliyordu. Onunda aralarında hiç kan bağı olmamasına rağmen ona sahip çıkan ailesi vardı… Kardeşleri…

Talu Hanım “Çocuklar haklı. Hem bu karşı tarafın sizi nasıl gördüğü ile de ilgili.” Dediğinde Anıl “Bakınız; Nefes ve Doruk. İkisini genelde sevgili sanıyorlar” dedi.

Serap “Ben değil. Alman bir ailenin ikiz çocukları gibiler. Biri leb diyip diğeri lebiyi tamamlıyor. Tanrım, gerçekten ikiniz de çok korkunçsunuz” dediğinde Doruk Serap’a bakıp göz kırptı ve Nefes’e dönerek “Aşkım bana şu çikolatayı verir misin?” diye sordu.

Serap, başını arkaya atıp gülerken Nefes başını sallıyordu.

Talu Hanım “Neyse, nerede kalmıştık? Heh, Poyraz, Senem ile sevgili olacak olursa okul hayatlarının nasıl bir cehenneme dönüşeceğini çok iyi biliyor ve bundan en çok zarar görecek olanın Senem olduğunun da bilincinde. Ve Senem’in onu sevdiğinden tam olarak emin değil. Bu yüzden önündeki şansları kullanmasına izin veriyor. Eğer gerçekten seviyorsa eninde sonunda birlikte olacaklarına inanıyor ama şimdi dediğim gibi böyle bir şey yaşayacak olurlar ve Senem ileride bizim ki gençlik aşkıydı ben artık hissetmiyorum derse Poyraz ölür, buna dayanamaz” dedi.

Serap “ama bu bir kumar değil mi? yani, ya Senem gerçekten başka birine âşık olursa?” diye sorduğunda Anıl “dediğin gibi Şahin kuş bu bir kumar” dedi.

Birbirlerine bakıp gülümserlerken Doruk, ellerini masaya vurdu ve “Biz, bizim tarafa geçiyoruz. İçerideki güreşçiler ayrıldıkları zaman bir alo çakın tamam mı?” diyerek Bade’nin elinden tuttu ve bahçe kapısından çıkıp kendi evlerinin yolunu tuttu. Serap “Ondan hoşlanıyor” dediğinde sesini çıkarmayan Anıl ve Nefes’e döndü ve “İkinizin de bunu bildiğini biliyorum!” diye cırladı.

Anıl gülümsediğinde genç kız “Sen ve Ayşegül arasında nasıl bir ilişki var?” diye söylendi. Nefes, yeniden arkasına yaslanıp dinlemeye başladı. Bu sefer ki konuşma oldukça farklıydı çünkü. Söz konusu olan Anıl’dı ne de olsa…

*****

Doruk,evin kapısını açıp içeri geçtiklerinde yardımcılarının evde olmadığını anlamıştı. Adımlarını hızlandırarak mutfağa girip kendisine bir kutu süt aldığında Bade’ye “Bir şey içmek ister misin?” diye sordu.

“Hayır teşekkür ederim” diyen Bade ona sormadan üst kata çıktığında Doruk’un odasına girdi ve içeride dolaşmaya başladı. Ne çok büyük ne çok küçüktü. En son buraya geldiği günü hatırladı. Hastaydı ve Doruk ona çok kötü bağırmıştı… çalışma masasının yanına gidip orada duran resimlere bakmaya başladı. Bir çerçeveyi eline alıp birbirlerine sarılmış ve o an için dünya umurlarında değilmiş gibi gülen çocuklara baktı sırasıyla. Kendisi de gülümseyip çerçeveyi yere bıraktı ve gözü babasıyla tavla oynarken ki resme takıldı. Uzanıp parmağının ucuyla altın işlemeli çerçeveye dokunduğunda “Güzel değil mi?” diyen Doruk’un sesini duydu ve korku içinde yerinden sıçradı. Elini hızla hareket ettirdiği için çerçeve sallanıp yere düştü. Bade,korku içinde yere eğilip kırılan cam parçalarını toplamak istediğinde Doruk’un da yanına gelip diz çökmesi üzerine nefes almayı unutmuştu.

“Sen elleme!” diyerek bileklerinden tutan Doruk’a baktığında “İstemeden oldu” diyen genç kız,Doruk’un başını kaldırıp kendisine bakması üzerine nefes almayı unuttu. Genç adam,onun yüzünden neler hissettiğini okuyabiliyordu. Gülümseyerek “Git elini yüzünü yıka” dedi ardından kızın afallayarak yürümesini seyretti. Yeniden önüne döndüğünde Doruk’un yüzünde o sıcak gülümsemeden eser yoktu. İnsanların ona ait olan şeylere dokunmasından nefret ederdi ama niyeyse bu şapşal kızın bir şeylerine dokunmasına sesini çıkaramıyordu. Ve bu hisler onu sinir etmeye yetiyordu. Ayağa kalkıp,yerdeki çöpleri çöp kutusuna attı. Bade,elinde havlu ile içeri girdiğinde “Neden annenin resmi yok?” diye sordu. doruk,kasılmaya başlayan bedenine inat gülümsemeye çalıştı ve “Çünkü annem yok”dedi.

“Ölmüş olması yok olduğu anlamına gelmiyor ki?” dediğinde Doruk “Ölü insanlar yoklardır. Ben yok olanlarla yaşamam!”dedi.

Bade, ona doğru ilerledi ve “Kızgınsın” dedi. Doruk, ondan kaçma isteği ile yanıp tutuşuyordu şimdi. Kaşlarını çatıp öylece kızın önünde durduğunda Bade, ıslak elleriyle yüzüne dokundu. Doruk, onun dokunuşlarının neden böyle hissettirdiğini anlamaya çalışıyordu ama bir türlü yapamıyordu. Bu ilk defa cevabını veremediği bir soruydu. “Ben annemi hiç tanımadım” dedi Bade gözleri uzaklara dalıp giderken “Babamı da.” Dedi sonra.

Gözleri dolu dolu olmuştu ama gülümsüyordu. “Onları hep hayal ediyorum ama. İzlediğim filmlerin aktörleri ya da aktrisleri oluyorlar” dediğinde Doruk, hala yanağında duran ellere baktı ve ellerini kızın ellerinin üzerine koyarak gözlerinin içine baktı. Bade “Annenin resimlerini saklama” dediğinde genç adam kızın ellerini sıkmaya başladı. Bu bir uyarıydı. Bade, hissettiği acıyla gözlerini iri iri açarken ondan hem korkuyor hem de güveniyordu. Deli cesareti gelmiş gibiydi yine!

“atma o resimleri” dedi yeniden.

Doruk, onun ellerini bırakıp omzundaki havluyu eline alıp kızın boynundan geçirdi ve onu kendisine çekerek, hiçbir açıklama yapmadan öpmeye başladı. Bade, canının yandığını hissediyordu ama yine de ona karşı koyamıyordu. Doruk, onu bıraktığında nemli gözlerle ona baktı. Genç adam “Bir daha bana ne yapacağımı söylemeye kalkma!” diyerek ondan uzaklaştığında kaşlarını çattı ve “Neden uyumuyorsun?” diye sordu. Kızı, birkaç kez uyurken izlemiş ve bunun kendisine huzur verdiğini hissetmişti. Bade, afallayarak “ya ararlarsa?” diye sorduğunda Doruk “Arayamazlar! Yaramazlık yaptığımı düşünüyorlar” dedi göz kırparak.

Bade, ona bakıp iç çekti ve başını salladıktan sonra kendisine söylenileni yaparak Doruk’un yatağına yattı. Doruk, onun yastığa başını koyuşundan tut yatağa uzanmasına kadar her hareketini izlerken o da geçip yan tarafına uzandı. Kıza bakmadan durduğunda Bade, sırt üstü dönerek gözlerini tavana dikti. Burada Doruk’un yanında huzur vardı. Kendisine her ne kadar izin almadan bazı şeyler yapıyor olsa da hiç olmadığı kadar kendini buraya ait hissediyordu. Göz kapakları ağırlaşıp gözleri kapanmaya başlamışken “Doruk?” diye mırıldandı.

Genç adam, ona dönmeden “Hı?” diye ses çıkardığında genç kız “Sanırım nereye ait olduğumu artık biliyorum” diye mırıldandı. Doruk, gözlerini devirerek başını salladığında “Öyle mi? nereye peki?” diye sordu.

Bade, başı yana düşmeden hemen önce “Buraya” dedi ve ardından kendini bıraktı. Doruk ise bu sefer ona bakmadan edememişti. Çatılan kaşlarının arasından kızın huzurla uyuyan yüzüne baktığında “Buraya mı?” diye söylendi. Bu durum ona hiç iyi şeyler hissettirmiyordu… Hem de hiç…

*********

Bölüm Müziği "Farid Farjad -Gelinciğin Hüznü (http://www.youtube.com/watch?v=PqHLir1RsDM)



Genç kız,apar topar evden çıkıp Şehremeni’ye geldiğinden beridir içi içini yiyordu. Teyzesine okula gidiyorum diyerek yalan söylemiş ve aceleyle evden çıkmıştı ve geri dönebilmek için sadece iki saati vardı. Bu da babası gelmeden evde olması anlamına geliyordu.

Pastanenin önünde beklemekten sıkılan genç kız kendisine seslenilmesi üzerine kaşlarını kaldırarak arkasını döndü ve koşarak yanına gelmekte olan Cüneyt’e bakarak “Gelmeyeceksin sandım!” dedi. Sanki kendisi de koşmuş gibi nefes nefeseydi şimdi. Genç adam “Sakin ol lütfen” diyerek kızın iki omzunu da okşarken Ayşegül ağır ağır başını salladı ve onunla birlikte yürümeye başladı. Cüneyt “Evdekiler sorun çıkardı mı?” diye sorunca Ayşegül hayır anlamında başını salladı ama bu bile onu korkutuyordu. Dikkatini toplayıp “Ali iyi mi? nesi var?” diye sorduğunda Cüneyt “ gidince görürsün. Geldiğin için çok sağ ol” dedi kızın elini tutup ardından bırakarak.

Ayşegül “Onun için her şeyi yaparım!” diyerek önüne döndüğünde Cüneyt ile birlikte bir ara sokağa girdiler. Genç adam “Buradan kestirme oluyor da” dediğinde kıza karşı çekingen davranıyordu. Ayşegül, başını sallayarak sıvaları dökülmüş binalara ve evlere bakıyordu. Heyecandan titriyordu ve bu onun durumundaki biri için hiçte iyi bir şey değildi. Bir anlık dalgınlıkla başını başka yöne çeviren genç kız, az ilerisinde yürümekte olan çiftin dikkatini çekmeyi başarmıştı. Ve bu küçük dikkatsizlik eve doğru yola çıkmıştı bile…

“İşte geldik” diyerek cumbalı bir daireyi gösteren Cüneyt’e bakan genç kız,içini çekip başını salladı ve beraber apartmana girdiler. Genç adam,zile basıp kapının açılması ile ayakkabılarını çıkartıp içeriye girdiğinde kapıda onları deve gibi boyları ile Özkan,Volkan ve Ebu Bekir karşılamıştı. Hepsi de endişeli biraz da sıkıntılı bir yüzle kendisine bakıyor ve ne demeleri hakkında konuşuyorlardı. İlk konuşan Ebu Bekir olmuştu.

“Hoş geldin Ayşegül” diyerek kıza elini uzattığında Ayşegül de elini uzatıp başını salladı ve Özkan’ın sert yüzüne baktı. Diğerlerinden bu kadar çekinmiyordu ama Özkan öyle değildi. Çocuk çok ağır başlıydı ve bu Ayşegül’e sınırlarını hatırlatıyordu. Özkan’ın kendisine dönmesiyle mavi gözleri ile karşı karşıya geldi. İçinden ‘Anıl’ diye düşünürken aklına gelen düşünceyle silkindi. Anıl,kumraldı Özkan ise sarışın. Genç adam “Daha önce bu eve hiçbir kızın gelmediğini bilmeni istiyorum” dediğinde Ayşegül ona bakıp başını salladı ve “Ben de daha önce hiçbir sürü erkeğin oturduğu eve gitmemiştim”dedi.

Çocuklar birbirlerine bakıp gülümserlerken Özkan da gülüyordu. Ayşegül “Komik bir şey mi söyledim?” diye sorarken Özkan “Hayır. Hadi gel seni Ali’nin yanına götüreyim.” Diyerek kızın sırtına dokundu ve onu uzun dar koridora soktu. Arkalarından bakan çocuklar “Bu eve daha önce kız gelmedi mi?” diye konuştular.

Oğuz han “Ee, dostum Ali’nin getirdiği dişiler… anlarsın ya.” Diyerek göz kırptı.

Volkan “Midemi bulandırma Oğuz han. Hadi içeri geçelim” diyerek oturma odasına girdiklerinde Özkan da Ali’nin odasının önünde durmuş Ayşegül’e bakıyordu. Genç adam, “O biraz sinirli yani seni kıracak bir şey söylerse aldırmamaya çalış olur mu?”diye söylendi. Ayşegül, onun da üzgün ve sinirli olduğunu görebiliyordu.

Başını sallayıp “Tamam” dedi. Özkan, kapıyı açıp ona içeri girmesini işaret ettiğinde kapıyı usulca kapadı ve ardından sıkıntıyla geri yürümeye başlayarak salonda oturmakta olan arkadaşlarının yanına gitti. Ebu Bekir “nasıl?” diye sorduğunda Özkan kaşlarını kaldırıp sıkıntıyla iç geçirdi ve Ebu Bekir’e bakıp “Sahile inelim mi bir saatliğine?” diye sordu. Arkadaşı başını sallarken Özkan, bu sefer Volkan’a baktı ve “Hadi” diyerek ayağa kalktılar. Oğuz han ise koltuğa uzanmış gözlerini dinlendirirken Özkan, Cüneyt’e baktı ve “O kızın bir saat içeride durma hakkı var. Zaman dolduğu zaman onu odadan çıkarın ve evine bırakın beni anladınız mı?” diye sorduğunda Oğuz Han gözleri kapalı bir halde “Elbette majesteleri” dedi.

Volkan ve Ebu Bekir birbirlerine bakıp gülümserken Özkan yanı başında duran su bardağını eline alıp Oğuz Han’ın başından aşağı boşalttı ve “eğer bir daha majestenle dalga geçersen köle, senin toplarını keserim!”dedi ardından yanağını okşayıp gülerek dışarı çıktı. Oğuz Han “Lan ben senin…” dedi ardından kahkahalarla gülmekte olan Cüneyt’e bakıp “Aç şeyine gül lan!” diyerek yatmış olduğu yerde doğruldu.

Ayşegül ise,odanın içinde sırtını kapıya yaslamış cenin pozisyonun uyumakta olan Ali’ye bakıyordu. Bu haliyle o kadar savunmasız görünüyordu ki… Elindeki çantayı kapının koluna asıp odanın ortasına kadar yürüdü ve yatağın yanı başına usulca oturup kaşları çatık bir halde uyumakta olan Ali’ye baktı boynunu büküp. Gözlüklerini çıkarıp komodinin üzerine koyarken genç adamın “Git başımdan Özkan” dediğini duyup gülümsedi. Uzun ince parmakları ile Ali’nin sert yüzüne dokunup ardından nemli gözlerine uzandığında genç adam “sana git başımdan ded-“

Ayşegül,bileğinin kavranması ile nefesini tutmuş bir halde Ali’nin çatılan kaşlarına ve öfkeyle bakmakta olan gözlerine bakıyordu şimdi. Genç adam ise gördüğü manzara karşısında neye uğradığını şaşırmış ondan kaçmak ister gibi kendisini geriye çekip kıza bakmıştı olduğu yerden. Ayşegül, bileğinin acısı ile yüzünü buruştururken Ali onun bileğini kıracakmışçasına sıktığını fark edip hızla bırakıverdi ve “Özür dilerim” diye söylendi.

Başını başka yöne çevirip, gözlerini kapatırken Ayşegül dolan gözlerle onun her bir hareketini izliyor ve zihnine kazıyordu. Yutkunarak ve biraz da korkarak yatağın üzerine çıktı. Bacaklarını kalçasının altına alıp elini Ali’nin elinin üzerine koyduğunda “Neyin var?” diye sordu yumuşacık sesiyle. Ali’nin bütün kasları erimeye yavaş yavaş direncini yeniden kaybetmeye başladığında ona bakmadan “Git buradan!” diye tısladı.

“Hayır!” dedi genç kız.

Ali, ona bakmadı ama sesinden korktuğunu hissetti. Tekrardan “Git dedim! Hem sana kim gelmeni söyledi? Çık git odamdan!” diyerek onu istemediğini belli eden ses tonuyla konuşurken Ayşegül kaşlarını çattı ve “Hayır!” dedi yeniden. Ali, sinirle ona dönüp iki kolundan kavradı ve “Seni istemediğimi söylemem için ne yapmam gerekiyor he? Git diyorum git!” dediğinde Ayşegül de sesini ilk defa yükseltti ve “Hayır!” diye bağırdı. Ali, sanki tokat yemiş gibi geriye çekilirken ağır ağır arkasına yaslanıp bakışlarını başka yöne çevirdi. Ayşegül ona bakarken gözyaşlarına hakim olamıyordu. Belki de gerçekten yalnız kalmayı istiyordur?’ diye düşündüğü vakit burnunu çekti ve “Tamam o zaman. madem yalnız kalmak istiyorsun” diye söylendi ve gözlüğünü komodinin üzerinden alıp ayağa kalkmaya çalıştı.

“Dur!”

Ali’nin bileğinden tutup kavramasıyla dudakları titreyerek ona dönen genç kız,onun ağır ağır başını çevirip kendisine baktığını gördü ve başını eğerek “Neyin var?” diye sordu fısıltı ile. Ali başını sallayıp ağrıyan şakaklarını tek eliyle ovalayıp yüzünü koluna saklarken Ayşegül, gözlüğünü bırakıp onun koluna dokundu ve ona sokulup sarıldı. Ali, hissettiği sıcaklıkla gevşeyip iki koluyla kızın incecik bedenini kendisine hapsetti ve yüzünü onun boynuna gömdü. Öyle içli ağlıyordu ki Ayşegül canı çekiliyormuş gibi hissediyordu. Onun sırtını, saçlarını sevip daha sıkı sarıldığında “Ağlama” diye fısıldadı ama kendisi de ondan farksızdı. “Ali…” diye söylendiğinde genç adam “Annem ve babamın mutlu bir evlilikleri vardı. En azından ben öyle sanıyordum” diye söze başladı. Ardından kendini çekip yeniden sırtını duvara yasladı. Küçük bir çocuk gibi başını önüne eğmişti. Yumruk yaptığı ellerine gözyaşlarını silerken Ayşegül ondan gözlerini alamıyordu.

“Tatil için yazlığa gittiğimizde amacımız anneme sürpriz yapmaktı. Neşeyle içeri girip üst kata çıkan merdivenlere koştuğumda babamda benimle birlikte geliyordu. Sesler vardı insanın midesini bulandıran. Babamın yüzünü hiç unutmuyorum. Yüzündeki o gülümseme, mutluluk anında silinip gitmiş yerini hayal kırıklığı almıştı. Ondan önce davranıp kapıyı açtığımda annemle babamın iş yaptığı adamı onların yatağında gördüm. İkisi de şok olmuş bir halde bize bakıyorlardı. Babam, sesini çıkarmadan önce bana dönüp aşağıya inmemi ve arabada beklememi söyledi. Onu dinleyip aşağı inmek istediğimde çok geçmeden bağrışmalarını ve kavga ettiklerini duydum. Aşağı inmeme bir basamak kalmışken sert bir şey üzerime düştü ve beni odanın diğer tarafına yuvarladı. Annem, ismimi haykırırken ben babamın öylece yerde yatmakta olan bedenine bakıyordum.

Ruh gibi öyle yerde yatıyordu. Yarım saat içinde hayatım cehenneme dönmüştü. Ambulans geldiğinde, hemşireler babamın düşerken kalp krizi geçirdiğini ve o esnada öldüğünü söylediler. Otopside de onaylandı. Bütün hayatım onunla birlikte yok oldu! O kadın, o iğrenç mahlûk hayatına kaldığı yerden devam ederken ben bütün bir ömrümü ondan nefret ederek geçirdim!” diye bağırdı yumruklarını sıkarak.

Ayşegül ona uzanmak istediğinde Ali “Dur,sakın dokunma” diye uyardı onu. Çok sinirliydi ve kız ona dokunursa onun kemiklerini ortadan ikiye ayırabilirdi. Gözlerini kapatıp “Onunla evlendi! Aşığıyla ve ondan bir çocuk doğurdu! Bana o senin kardeşin diyor! Ben onu annem olarak görmezken bana senin kardeşin diyor! Yıllardır babamın parasını yiyor! O ve aşığı! Geçen sene avukatım aracılığıyla mahkemeye başvurdum ve ondan şikayetçi olduğumu beyan ettim. Nüfusumun üzerinde isminin yer almamasını ve babamın olan her şeyin ondan alınmasını talep ettim. Mahkeme reşit olmadığım için davayı bir sene sonraya erteledi.” Dediğinde dönüp kıza baktı ve “Hayatımı mahvetti! Onun yüzünden bu haldeyim ve onun yüzünden herkesten nefret ediyorum!” diye tısladı. Eğer dişlerini sıkmasa dişlerini geçirecek bir şeyler arıyor olacaktı ve muhtemelen kızı ısıracaktı. Ayşegül,elinin tersiyle yüzündeki yaşları silip ona yaklaştı ama Ali ondan uzaklaşmaya kararlıydı ve “Dur orada” diye söylendi.

Ayşegül ağlayarak “Bir şey olmaz…” diye söylendiğinde Ali “Onun yüzünden bir sürü insanı aşağıladım. Özellikle kızları… Senden nefret etmeye o kadar çalıştım ki…” diye söylendiğinde Ayşegül bir yolunu bulup eliyle yaşlı yüzüne dokundu. Ali, kaçmak ister gibi ondan geriye doğru süründüğünde genç kız “Ali,yapma ne olur” diyerek onu durdurmaya çalıştı. Genç adam, kızın kendisini anlamadığını biliyordu. İçinde salt öfke o canavarı harekete geçiriyordu. Bu küfür etmesinden ya da kaba davranmasından daha korkunçtu. Ona bakmadan “Kemiklerini kırabilirim. Git buradan lütfen” dedi zar zor.

Ayşegül,”onca sene yalnız kalmış diye düşündü. “Benim gibi…”

Ali’nin dediğini yapmadı bunun yerine ona daha çok sokularak “eğer bu içindeki öfkeyi azaltacaksa sorun değil” diyerek iki kolunu da ona doğru uzattı. Ali, şaşkınlık ve öfke içinde ona bakarken içindeki hayvan oradan oraya saldırıyordu. Kendisiyle savaşıyordu. Göğsü hızlı hızlı inip kalkıyor ve kızın dediklerini idrak etmeye çalışıyordu. Ayşegül, onun kendisine anlamak ister gibi bakması üzerine hıçkırdı ve “Seni seviyorum tamam mı? Ve kimsenin seni incitmesine izin vermeyeceğim. Sen beni istemesen bile bu hep böyle olacak…” diyerek iki eliyle yüzünü kavradığında Ali hala şaşkın bir halde ona bakıyordu. Titreyerek uzanıp dudaklarını kendisini sıkmaktan dolayı kan ter içinde kalan adamın alnına değdirdi ve “Bir daha seni incitemeyecek” diye fısıldadı gözyaşlarının arasından. Ardından genç adamın başını göğsüne yaslayıp ona sımsıkı sarıldı.

Ali ise hala bir tepki veremiyordu. Hala kendisi ile savaşıyordu. Çoktan evin altını üstüne getirmiş kardeşleri ile kavgaya girişmişti bile ama şimdi bunu yapamıyordu. Ellerini ayırıp kızın belinden kavradığında Ayşegül nefes alamadığını hissetti. Ali’nin elleri dokunduğu yeri yok edecekmiş gibi sıkıyordu. Ayşegül,onun öfkesiyle savaştığının farkındaydı ama bu sefer onu,öfkesiyle yalnız bırakmayacaktı. Bu sefer öfkesi kazanamayacaktı. Canı yanması gereken biri varsa Ayşegül ondan gelene razıydı ama bu duygunun onu köreltmesine ve kendisinden uzaklaştırmasına izin vermeyecekti. Başını,genç adamın saçlarına yaslayıp gözlerini kapadı. Sıktığı yerlerin moraracağını adı gibi biliyordu ama bedeni zaten fiziksel şiddete alışıktı değil mi? o yüzden bunu da sorun etmedi. İlk defa yediği dayaklardan dolayı acıya dayanıklı olmasından dolayı ona teşekkür etti gözyaşları içinde. Ali, kesik kesik nefesler alıp bir şeyler mırıldanırken öylece bekledi ve “Geçecek” diye fısıldadı.

Genç adamın, simsiyah olan gözleri açılıp kızın kollarından tuttuğunda onu aşağıya kendisiyle aynı hizaya çekti. Sakinleşemiyordu. Ve Allah Kahretsin eğer gitmezse onu mahvedecekti. Gözlerini kapatarak “Lütfen… Lütfen git” diye söylendi. Ayşegül, kollarının ortadan ikiye ayrılacağını hissederek acı içinde yüzünü buruşturup ona doğru uzandı ve Ali’nin konuşmasına fırsat vermeden dudaklarını onun dudaklarına bastırdı acemice. Dikkatini dağıtmayı istiyordu. Her ne olacaksa nasıl başarabilirse dikkatini dağıtmayı istiyordu ve aklına gelen tek düşünce de buydu. Ali’nin dudakları, Ali’nin bedeni bedeninin baskısı karşısında daha da kasılırken Ayşegül, gözlerini onunkilerden ayırmadan genç adamın üst dudağını dudaklarının arasına aldı acemice. İçindeki kırık duvarlar acı içinde bağırıyordu ‘Ali’ diye. Bu odadan çıkıp gidecek olursa yarın gördüğü kişinin Ali olmayacağını biliyordu.

“Seni kaybetmeyeceğim…” diye fısıldadığında Ali gözlerini kapatıp ellerini gevşetti. Ayşegül, ondaki değişimi hissettiğinde nefes nefeseydi. Astımı devreye girmeye başlamıştı ama buna rağmen dayanacaktı. Ondan uzaklaştığı an Ali’nin ondan kurtulacağını biliyordu. Ama yapmadı. dudakları dudaklarının üzerinde öylece beklemeye devam etti. Ne yapacağını bilemez halde öylece bekliyor ve çaresizlik içinde ağlıyordu. Ali,onun hıçkırıklarını duyup gözleri açtı ve başını kaldırıp ona baktı. İşaret parmağının ucuyla kızın gözyaşlarına dokunurken onun al al olan yanaklarına bakıp gözlerine baktı. Başını sallamaya çalıştığında Ayşegül’ün onu bırakmamaya niyetli olduğunu çok geçmeden anlamıştı. Kızın boynundan tutup onu kendisine yaklaştırdığında alınlarını birbirlerine değdirdiler. Genç adamın dudakları onun dudaklarıyla buluştuğunda ikisinin de içinde bir şeyler yerle bir oldu. Ali, içindeki öfkenin patladığını ve kulaklarını sağır ettiğini hissederek acı içinde ondan uzaklaşmaya çalıştığında Ayşegül ona sımsıkı sarıldı ve bırakmadı. Genç adamın, öfkeli gözleri sevgi dolu dudakları ile birleşince dudaklarını dudaklarından ayırıp dişlerini kızın etine geçirdi. Ayşegül, gözlerini kapatıp ona sımsıkı sarılırken hissettiği acı ile yüzünü buruşturdu. Ali’nin elleri bütün bedenini tuzla buz edecekmiş gibi sıkıp bırakırken dudakları dudaklarına hücum ediyor ve nefes almasını zorlaştırıyordu. Kriz, çok yakınındaydı ama Ayşegül astımla ilgilenmek istemiyordu. Bütün bedeni sızım sızım sızlarken Ali’ye baktı ve “Ali” diye fısıldadı. Genç adam ona baktığında kızın, morarmaya yüz tutan yüzünü gördü ve patlayacakmış gibi duran bedenini serbest bırakarak “Ayşegül…” diye fısıldadı.

Genç kız, öksürerek “Nefes alamıyorum” dediğinde Ali ne yapacağını şaşırdı. Bakışlarını odanın içinde gezdirip düşünürken kıvranmakta olan kıza baktı yeniden ve “bana bak” dedi. Ayşegül, bulanan gözleriyle ona bakarken Ali derin bir nefes alıp çekti içine ve kızın dudaklarına uzanarak o nefesi içine üfledi. Bunu defalarca ve defalarca yaptı. Kızın, yüzü normal rengine dönünceye dek sürekli olarak nefes alıp verdi ona. Nefesi oldu onun. Ayşegül, öylece durmuş ona bakarken dudaklarının üzerindeki dudakların “Özür dilerim” dediğini duydu ve son bir gayretle onu öpmeye çalışarak ona istediğini verdi…

O bir saatin sonunda ikisi de yan yana yatıyordu. Ali’nin eşyaları her yerdeydi ve öyle güzel uyuyordu ki Ayşegül onu böyle sonsuza dek izleyebileceğini düşünerek gülümsedi. Parmaklarının ucuyla onun yüzüne dokunup, dudaklarını sevdiğinde ona nasıl da nefes verdiğini hatırladı. Hiç aklında yoktu böylesi ama pişman da değildi. Pişman olacak bir şey yapmamıştı. Bu hayat ona asla istediğini yapma fırsatını vermemişti ve Ayşegül ilk defa yaptığı bir şeyden dolayı pişmanlık duymuyordu. Yattığı yerden doğrularak eşyalarını almak istedi ama kolunu uzatınca nefesi kesildi. Yataktan usulca çıkıp aynanın karşısına geçtiğinde bütün bedeninin hala kıpkırmızı olduğunu gördü ve aynanın gerisinden Ali’ye baktı. Yavaş yavaş üzerini giyinip gözlüğünü gözlerine geçirirken uzanıp Ali’nin saçlarını sevdi ve yanağına bir öpücük bırakarak odadan çıktı. Koridora çıktığında yürümekte zorluk çekiyordu. Uyuyan Oğuz Han’a ve Cüneyt’e bakıp iç geçiren genç kız kapıyı yavaşça açıp dışarı çıktığında Ali ilk defa içinde öfke olmadan uyuyordu…

Ayşegül,ellerini yumruk yapmış hızla apartmandan çıkarken Cüneyt’in onu getirdiği yoldan yürümeye başlamıştı bile. Özkan ve diğer iki arkadaşı birbirlerine bakıp “Bir saat demiştik ya!” diyerek hızla apartmana yöneldiklerinde Özkan anahtarla kapıyı açıp içeri girdi ve uyumakta olan arkadaşlarına bakarak sıkıntıyla iç geçirdi. Volkan,kaşlarını çatıp uzun koridora adımını atarken Ebu gelip kapıyı açtı ve düşündükleri şeyin başlarına gelmesiyle öylece kalakaldılar.

Ali’nin eşyaları dört bir yana saçılmış yatağın örtüleri parçalanmış bir halde onlara göz kırparken Ali’nin çıplak bedeni onların birbirlerine bakmalarına neden olmuştu. Özkan’ın gördüğü gerçeklik diğerlerinin başlarının da o yöne çevrilmesine neden olurken hepsi birden yeniden Ali’ye baktılar.

Ayşegül, tramvaya binip oradan uzaklaşırken geleceğinin sancılı ama bir o kadar da mutlulukla dolu olacağı bir hayata doğru sürüklenmekteydi…

Bir saat önce

Ali “Seni seviyorum…”

Ayşegül “Seni seviyorum…”

SERSERİ AŞIK (ESMER SERİSİ -2)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin