-33.BÖLÜM-
Zaman hızla akıp geçiyordu… İkinci sınavlar başlamış havalar bir nebzede olsa düzelmişti… Volkan ile uyumlu bir şekilde devam eden birlikteliğimiz arkadaş grubumuzda onay görürken günden güne gözümün önünde erimekte olan Ayşegül’e bir türlü ulaşamıyordum. Bakışları yorgun, sürekli ağlamaklı bir ifade ile yanımızda duruyor ama tek bir ses dahi çıkarmıyordu. Önceleri bunun sebebinin Ali olduğunu düşünmüş olsam da görünenin altında yatan neden bambaşkaydı biliyordum. Benimle konuşmadığı içinde soramıyordum. Kaldı ki ne Didem’e ne de diğer kızlara anlatıyordu neler olduğunu… Sinirlerim giderek gerilirken yapabildiğim tek şey oturup onu bir köşeden izlemek ve neler olacağını beklemekti…
Öğlen arasında arka bahçenin ıslak banklarında oturmuş kara kara düşünüyordum. Buraya gelmeseydim bu kadar sorunla baş başa kalır mıydım acaba? Kendime gülüp “Hayır, çoktan bir yeri ateşe vermiş yoluna devam ediyor olurdun” dedim. Gerçekten de öyleydi. Ama bunu burada yapamıyordum. Ellerimle yüzümü kapatıp, ağlamaya benzer sesler çıkardığımda omzuna konan elle neye uğradığımı şaşırdım. Öyle hızlı hareket ettim ki Volkan’ın elini tutup büktüğümü son anda fark ettim. “Benim.”dediğinde o kahverengi gözlerinde beliren ışıltıda kendimi kaybettim. Bu kadar yakışıklı olmak zorunda mıydı sanki? Belli etmese de deli gibi onu sevdiğimi söylememi istiyordu için için. Ama bir türlü bunu yapamıyordum. Duygularını kolay dile getirebilen biri değildim sonuçta. Büktüğüm elini yavaşça bırakıp rahat bir şekilde tutabileceğim pozisyona getirdim ve sırtımı göğsüne yaslayarak “Böyle daha iyi.”dedim. Gülümseyerek “Özür dilediğinizi duyamadım hanımefendi?”diye söylendiğinde “Ne özrü? Bir kabahat mi işledim bayım?”diye sordum. İçini çekerek, çenesini başıma yasladı ve dudakları ile saçlarımı öpüp kokladı.
“Sınavın nasıldı?”diye sorduğunda omuz silktim ve “Olması gerektiği gibi” diyerek parmakları ile oynamaya başladım. “Serap?”diyerek bir eli çenemde oyunlar oynamaya başladığında “Hı?”diyerek başımı kaldırdım ve bana bakmakta olan gözlerinin içine bakarak “efendim?”dedim. Gülümseyerek bana doğru geldiğinde kalp atışlarım hızlanmaya başladı ve kendimi biraz olsun geri çekmeye çalıştım. Sanki ne oluyorsa artık? Alt tarafı öpecekti işte! Niye heyecanlanıyordum ki bu kadar?! Yüzünü usul usul yaklaştırıp gözlerimin içine baktı. Tek kaşımı havaya kaldırdığımda “Ne yaptığını sanıyorsun Volkan Kuş?”diye sorduğumda “Sence?”diye yanıt verdi. Kıkırdayarak “Bunun için kuytu köşe bulmamız gerekmez mi?”diye sorduğumda “Korkuyor musun Şahin Kuş?”diye sordu. Sinsi bakışlarla ona bakıp biraz ileriye üzerine doğru gittim. Şimdi gülme sırası ondaydı. Anlaşılan Volkan’ın canı benimle oyun oynamak istiyordu. Saçlarından tutup parmaklarımı içine doğru geçirdiğimde kaşlarını çattı ve parlayan gözlerle gözlerimin içine bakarak elini belime attı. Dudaklarına doğru uzanacağım sırada saçlarını öyle bir çektim ki acı içinde inledi resmen. Kahkahalarla gülüp çenesine ve yanaklarına birer öpücük bıraktığımda beni tutup kolunun altına aldı ve içini çekti. Birkaç dakika öyle durduktan sonra “Nasılsın?”diye sordu. “İyiyim”diyerek cevap verdiğimde bana bakıp “Ya Ayşegül?”diye sordu. Kollarının arasında dönüp yüzüne baktım. Onun da en az benim kadar endişeli olduğu anlaşılıyordu. “Neler oluyor?”diye sorduğumda bana baktı ve “Bilmiyorum. Yani Ayşegül’ün bu kadar üzgün olmasının sebebinin Ali’nin davranışları olduğunu sanıyordum ama değil. Çocuklarda benimle hem fikir bu konuda ama yine de Ali’ye karşı dikkatli olmalıyız.”dediğinde düşünceli bir ifade ile ona baktım ve “Eğer Ali,Ayşegül’e bir zarar vereceğini düşünüyorsa onun o beynini yarar içindeki bütün zararlı şeyleri tabağına koyarım!”diye tısladım.
Beni yatıştırmak için eliyle omuzlarıma baskı yapan Volkan “Aslında Ali o kadar da kötü bir insan değil Serap. Evet,bazen aşırıya kaçan durumları oluyor olmuyor değil ama yine de her ne yaparsa yapsın onun yanında olmak zorundayız. O bizim kardeşimiz”dediğinde içimi çektim. Bu adam,bunu bilmediğimi mi sanıyordu? Ona bakıp “Seni anlıyorum gerçekten bak. Ama Ali’nin neden bu kadar öfkeli olduğunu anlayamıyorum! Hamuru öfke ile yoğurulmuş sanki ya? Bütün kızlara etiketlenmiş gibi yaklaşıyor. Ayşegül için korkmakta da haklıyım yani”diye kızdığımda bir kez daha beni kendisine çekti ve “Ali’nin böyle olmasının tek sebebi annesi.”dedi.
Duyduklarımla kaşlarımı çatmış ona doğru dönmek istediğimde beni sımsıkı tuttu ve buna izin vermedi. “Ne demek annesi? Annesi ne yapmış ki?”diye sorduğumda Volkan bir anlık tereddüte düştü ancak sonrasında anlatmaya karar verdi. “Ali’nin annesi babasının iş ortağı ile birlikte.”dedi.
“Anlayamadım? Ne demek bu?”
Volkan “Ali, henüz on bir yaşındayken Silivri’deki yazlıklarına babası ile giderek onlardan önce oraya gitmiş olan annesine sürpriz yapmak istemişler” dedi içini çekerek ve devam etti “Servet amca,yani Ali’nin babası arabayı durdurup oğlu ile birlikte arabadan çıkıp eve doğru yürüdüklerinde mutfak kapısından içeriye girmişler. Evde kimsenin olmadığını görünce annesinin denize yüzmeye gittiğini sanmış Ali ve fırsattan istifade ederek yukarıya yatak odalarının bulunduğu yere çıkmış. Babası da peşinden gittiğinde Ali yatak odasından seslerin geldiğini duymuş ve kapıyı açarak annesi ile babasının iş ortağını yatakta görmüş. Servet amca, onları öyle görünce çılgına dönmüş haklı olarak ve kavga etmeye başlamışlar. Ali, olduğu yere sinmiş tek yapabildiği babasının kızgın ve ihanete uğrayan bedenini izlemekmiş. Her ikisi de yataktan çıkıp durumu izah etmeye annesi Ali’ye dokunmak istediğinde Ali bağırarak ondan uzaklaşmış ve ayağı takılıp merdivenlerden aşağı yuvarlanmış. Bilinci henüz kapanmadan babasını en son o zaman görmüş. Zavallı adam, yaşadığı şoka dayanamamış ve oğlunu da yerde öyle yatar pozisyonda görünce kalp krizi geçirmiş ve ambulans gelene kadar hayatını kaybetmiş.”dedi. Duyduklarımla şok olmuş bir halde doğrulup Volkan’ın yüzüne baktığımda gözlerinin dolu dolu olduğunu gördüm. Bana bakmadan “Ali, uyandığında babasını göremeyince ve onun öldüğünü öğrenince annesini suçlamış ve onunla bastıkları adamı. İçine kapanmış, bizimle tanıştığında bu halinden daha fazlasıydı. Sürekli kavga eden, serserilik yapan birinin tekiydi.”dediğinde “Annesi ile görüşmüyor mu?”diye sordum. Başını iki yana sallayıp kaşlarını kaldırdı ve “Hayır. Görüşmüyor. En son yüz yüze geldiklerinde annesinin birlikte olduğu adamı öldüresiye dövdü, zor müdahale ettik. Ali, yaralı bir çocuk. O çocuk görmüş olduğu şeyleri unutup gerçekten sevgiyi tatmadığı müddetçe böyle olmaya devam edecek.”dedi bana bakarak.
İçimi çekerek,bakışlarımı yere indirdim. Anlatılanları düşünmeye başladığımda hayatın pek de iç açıcı olmadığını bir kez daha anlıyordum ama bu yine de Ali’nin Ayşegül’e takınmış olduğu tavrı haklı göstermiyordu. Volkan’ın elleri kollarımda aşağı yukarı hareket ederken bunu Ayşegül’e söyleyip söylememe konusunda kararsızdım. Volkan,bunu hissetmiş olacak ki “Kimseye bu söylediklerimi anlatma lütfen”dedi. Yüzümü buruşturup “Olur”dediğimde beni kendisinden ayırıp yüzüne bakmam için kendisine doğru çevirdi ve “Serap?”dedi tek kaşını havaya kaldırarak.
Gözlerimi devirip “Tamam dedim ya?!”diye kızdığımda gülümsedi ve bana sımsıkı sarılarak içini çekti. Ders zilinin çalması ile oturduğumuz yerden kalkıp yürümeye başladığımızda yapışık ikiz gibiydik. Halimize gülmeden edemiyordum. Beline sarılıp onunla beraber sarmaş dolaş yürümeye devam ettim ve bunun güzelliğinin farkına vardıkça ona daha çok sokuldum. “Bir sorun mu var?”diye sorunca başımı hafifçe yukarı kaldırıp gözlerinin içine baktım ve “Hayır, yok. Olmasın da mümkünse” diyerek yeniden önüme döndüm ve sımsıkı tutunduğum bedeni ile birlikte okulun içine girdik.
******************
Elinde basketbol topu ile sanki potayı yerinden çıkarmak ister gibi bir dileği vardı genç kız. Çıktığı turnikeler ve atmış olduğu sayılarla pota ardı ardına sallanırken kız terden sırılsıklam olmuştu. Ayakkabılarının cilalı zeminde çıkarmış olduğu sesler içini gıcıklıyor ve bu durum daha çok koşmasına neden oluyordu. Boyu,takıma girdiğinden beridir beş santim daha uzamıştı ve böyle devam edecek olursa uzamaya da devam edecekti. Babası ile geleceği üzerine yapmış oldukları konuşmayı hatırlayınca daha da hırslanan genç kız elinin altında sektirmekte olduğu topa biraz daha asıldı ve bağırarak topu potaya attı.
Sahanın ortasından parmak uçlarına kalkıp profesyonellere taş çıkartacak cinsten bir atış yaptığında duyduğu alkış sesi ile hızla arkasına döndü. Terden alnına yapışan saçlarını eliyle düzelttiğinde göğsü hızla inip kalkıyordu. Soluk soluğa kalmış bir halde potanın altında duran suyunu almaya giden genç kız gelen çocuğa arkasını dönüp suyunu içti ve yeniden çantasına koyup eline bir havlu aldı.
Ebu Bekir,teneffüs boyunca Didem’in sınıftan çıkmasını beklemiş ama kızların derse girmedi demesi üzerine soluğu spor salonunda almıştı. Kapının gerisinden onu izleyen genç adam sonunda kızın durması ile içeriye girmişti. Didem, tek kaşını kaldırarak “Bir sorun mu var?”diye sordu. Ebu Bekir, onun gözlerinin içine bakarak “Yok, sadece seni görmek istedim” dediğinde Didem “Gördün işte” diyerek yeniden arkasını döndü ve havlusunu yerine bırakıp Ebu Bekir’in önünden geçmek istedi. Genç adam, kızı kolundan tutup onunla göz göze geldiklerinde Didem çatık kaşlarla kendisine döndü ve kolunu adamın elinden kurtararak “Ne istiyorsun?”diye sordu. Ebu Bekir, sesini çıkarmadan Didem’in yüzüne bakmaya devam edince rahatsız olan genç kız “Sınıfına git!”diye tısladı. Yerdeki topu eline alıp sektirmeye başladığında Ebu Bekir “Özür dilerim” diye bağırdı. Onu duymazlıktan gelen genç kız sadece başını çevirip kısa bir bakış atmakla yetindi ve ardından çocuğun etrafından dolaşıp turnikeye çıktı. Ebu Bekir “Didem?”diyerek önüne geçtiğinde genç kız sinirle elindeki topu sert bir şekilde yere vurdu ve öfkeli bakışlarını karşısındaki adama dikip “Buraya gelmiş benden özür diliyorsun? Ne için?”diye sordu.
Ebu Bekir “Serap konusunda sana söylediklerim için!”dedi.
Didem “Hahaha, şaka mı yapıyorsun sen ya? Serap ile Volkan barıştı diye söylediklerinden pişman mı oldun? Bu mu yani?”dediğinde sinirle gülmeye başladı ve adama doğru bir adım atarak “Bana baksana sen? Oradan bakılınca ağzının içine düşecekmiş gibi mi duruyorum ben? Ha, bir söyle bana Allah aşkına? Peşinde dolaşanlar gibi olduğumu falan mı sanıyorsun sen? Eğer öyleyse gerçekten yazık olur Ebu!” dedi. Ebu Bekir,kızın öfke ile bakan gözlerine bakarak “Senin diğerleri gibi olduğunu hiç düşünmedim.”dediğinde Didem derin bir nefes alıp ona baktı ve “Artık bunların bir önemi yok” dedi.
Ebu Bekir “Ne demek istiyorsun?”diye sorduğunda Didem buruk bir tebessümle gülümsedi ve “Öyle işte.”diyerek adama arkasını dönüp yerde durmakta olan çantasını eline aldı ve ona son bir kez bakıp hızla yürümeye başladı. Duşların olduğu bölüme girdiğinde üzerindekileri parçalarcasına çıkartırken ağlamamak için dudaklarını dişliyordu. Terden sırılsıklam olan bedenini buz gibi akmakta olan suyun altına soktuğunda şoka girmiş gibi titredi ardından gözlerini açıp bekledi. “Böylesi herkes için en iyisi” dediğinde yeniden gözlerini kapadı ve suyun o dinlendiriciliğinde kendini akışına bıraktı…
Ebu Bekir ise kantine geçip oturmuş Özkan’ın kendisine çay getirmesini izliyordu. Sınav haftasında oldukları için ders işlemiyorlardı bunun içinde derse girme gereksiniminde bulunmuyorlardı. Oğuz han,arka bahçenin kapısından içeriye girip zıplayarak yanlarına oturduğunda Özkan “Hayırdır?”diye sordu. Oğuz han,yan gözle Ebu Bekir’e bakıp “Bilmiyorum hayır mı?”dedi. Ebu Bekir bunun üzerine arkadaşına döndüğünde “Ne oluyor lan?”diye sordu. Oğuz han,elleri ile saçlarını karıştırdığında “Selam.”diyerek yanlarına oturan Bade’ye baktılar hep birlikte. Özkan “Sınav nasıldı?”diye sordu. Bade “Sanırım dünya üzerinde insanların ortak bir noktada anlaşmalarını sağlayan tek şey Matematik ve Geometri soruları!”dediğinde Özkan başını sallayıp gülümsedi ve “Çok mu zordu?”diye sordu. Genç kız “Matematik iyiydi ama o geometri yok mu? Ya ne işime yarayacak üçgenlerin iç açıları benim?” dedi. Ebu Bekir “Onlar en kolayıydı ya. Nasıl yapamazsın?”dediğinde Bade “Yapamadım demedim ki zor dedim sadece.”diyerek Özkan’a yaslandı ve Oğuz han’ın kendisine bakması üzerine “Bir sorun mu var?”diye sordu.
Ebu Bekir “Biz de sen gelmeden önce bunu sormuştuk Oğuz’a. Değil mi Oğuz?”diye cevap verdiğinde “Aşkım.”diyerek bağıran Nesrin’in kendilerine doğru geldiğini gördü birkaç kız arkadaşı ile birlikte. Bade,onlara bakıp yeniden önüne döndüğünde Özkan’a baktı ve “Ne oldu?”diye sordu. Özkan “Bilmiyorum. Var ama gene bir şeyler”dediğinde Nesrin gelip masaya oturdu ve arkadaşlarını da yanına çekerek “Nasılsınız?”diye sordu. Ebu Bekir,ona bakmamaya gayret ederek “İyi. Sen nasılsın?”diye sorduğunda genç kız “Süperim” dedi ve cebinden çıkardığı kaptanlık armasını masanın ortasına bırakarak “Bundan daha süper olamazdım”dedi. Ebu Bekir ve diğerleri şaşkınlıkla masanın ortasında duran armaya baktıklarında Özkan başını kaldırıp Oğuz Han’ın sıkıntılı yüzüne baktı ve Nesrin’e dönüp “Bu Didem’in arması değil mi?”diye sordu. Genç kız,gözlerini devirmekle yetinirken Ebu Bekir kaşlarını çatıp “Onun kaptanlık armasının senden ne işi var?”dedi.
Nesrin “ Didem,takımı bıraktı. Böylelikle kaptanlık armasını da bana vermiş oldu.”dediğinde Ebu Bekir “NE?”diye bağırdı. Gülümsemekte olan genç kız sinirle Ebu’ya döndüğünde “Ne bağırıyorsun? Zaten son zamanlarda ruh gibiydi. Sürekli kavga çıkıyordu takımda. Hem merak etme,yine bir takımda oynayacak. Darüşşafaka’dan teklif gelmiş.”dediğinde Ebu huzursuzca yerinde kıpırdandı. Nesrin’in arkadaşı Sinem “Evet,bunun için okuldan ayrılıyor.”diye eklediğinde Ebu neye uğradığını şaşırmıştı. Özkan “Ne demek okuldan ayrılıyor? Ya alt tarafı bir takımda oynayacak,ne diye okuldan ayrılıyor bu kız?”diye sorduğunda Nesrin “Takım kulübünün başkanı Didem’i kulübün kolejinde okuması istemiş ve Didem’in de babası kabul etmiş. Sözleşmeler falan yapılmış”dediğinde Ebu elinin arasında tutmuş olduğu ince belli bardağı tuzla buz yaptı. Kızlar,ciyak ciyak bağırarak ayağa kalktıklarında Özkan ve Oğuz Han,Ebu’nun yanına koşup kanamakta olan elini tutmuşlardı.
Kantinden içeriye giren ikinci sınıflar başlarını çocuklardan yana çevirdiğinde “Hop! Ne oluyor orada?”diye bağırdı. Poyraz, yavaş yavaş yanlarına gidip Ebu’ya baktığında “Hadi gelin.”diyerek genç çocuğun koluna girdi ve Doruk’u yanına çağırarak diğerleri ile birlikte kızları orada bırakarak idarenin konuk odasına doğru yürümeye başladılar. Poyraz, omzunun üzerinden bakıp “Bade?”diye bağırdığında sandalyesinde oturmakta olan kız başını kaldırıp Poyraz’a baktı ve “efendim?”diye söylendi. Poyraz, göz kırpıp gülümsedi ve “Kalk hadi. Sen de gel.”diyerek Ebu ile birlikte hızlı bir şekilde idareye girdiklerinde Doruk’a bakıp “Pansuman malzemelerini getir” dedi. Ebu’nun elini alıp masanın üzerine koyan Poyraz, Doruk’un getirdiği pansuman malzemelerinin içinden cımbızı çıkarttı ve batan cam kıymıklarını çekerek genç adamın elini tentürdiyot ile sildi. Ebu, acı içinde yüzünü buruşturduğunda Doruk gidip Bade’nin yanına oturdu ve “Nesi var bunun?”diye sorarak elini omzuna attı. Bade “Didem okuldan ayrılıyormuş.”dediğinde Doruk omuz silkti ve “Bilmiyor muydunuz?”diye sordu.
Ebu, başını kaldırıp Poyraz’a baktığında genç adam “Haydar hoca söyledi bize de. Nesrin ile anlaşamıyorlarmış” dediğinde Doruk “Hem iyi de teklif gelmiş. Neden dursun ki?”diye sordu. Ebu “Benim yüzümden gidiyor.”diye söylendiğinde Poyraz yan yan Doruk’a bakıp gülümsedi ve “Kendini fazla önemseme Ebu.”dedi. Doruk, Bade’yi sıkıştırarak “Kız,beni özledin mi?”diye sorduğunda Bade yorgun bir şekilde Doruk’a baktı ve “Kendini fazla önemseme Doruk.”dedi. Doruk, gülerek tek kaşını havaya kaldırdığında “Vay yalancı kızıl seni! Taklit he!”dediğinde Bade dil çıkardı ve gidip Özkan’ın yanına oturdu. Özkan,”Didem neden itiraz etmedi? Ya da ailesi?”diye sorduğunda Poyraz “Niye etsinler? Sonuçta bu geleceklerini etkiliyor.”dedi içini çekerek. Ebu’ya bakarak “Pansuman tamam.”diyip arkasına yaslandı ve “Gitmesini istemiyorsan bir şeyler yap.”dedi.
Özkan ve Ebu Bekir aynı anda başlarını kaldırıp Poyraz’a baktıklarında genç adam gülümsedi ve “Ne ekersen onu biçersin.”dedi ve ayağa kalkarak “Hadi Kartal!”dedi. Doruk “Ne? Yo, hayır ben böyle iyiydim ama.”dediğinde Poyraz “Gelir misin? Yoksa ben mi gelip alayım seni ha ne dersin?”
Doruk “Aman iyi be! Geliyoruz!”dedi ve Bade’ye dönerek “Pişt, kızıl akşam sendeyim Titanic’i izleyeceğiz beraber.”diyerek odadan çıktığında “Özkan denen o salaktan nefret ediyorum.”dedi. Poyraz gülümseyerek elini omzuna attığında “Tehlikeli biri. İleride başına bela olabilir.”dediğinde Doruk “Ne için? Hiç sanmıyorum” dedi. Poyraz, içini çekip kardeşine gülümsediğinde “Hadi gel gidip Esmer ile uğraşalım.”dedi.
**************
Önüne konan çay bardaklarıyla başını camdan çevirip önce çaylara daha sonra da kendisine gülümseyerek bakmakta olan adama çevirdi bakışlarını. Son birkaç gündür sürekli olarak Anıl ile takılıyor olması kendisini iyi ve güvende hissettiriyordu. Teyzesinin ya da ona göre analığının ders defterlerini yırtması ile sınava hazırlanması zorlanan genç kız, Anıl’ın kendisine verdiği özel derslerle idam olmaktan son anda kurtulmuştu. Kendisine anlatılanı tek bir kelimeyi dahi kaçırmayacak şekilde dinleyen ve not alan Ayşegül eve gittiğinde odasında tekrar yapıyordu. “Hadi biraz sıcak bir şeyler içelim” diyerek bardağı kızın ellerinin arasına koyan Anıl kaşlarını çatarak önüne döndüğünde bir eliyle saçlarını düzeltiyor diğeriyle de kendi sınavı için hazırlık yapıyordu. Ayşegül, onun o hallerini içini çekerek bakarken gülümsüyordu. Birden “Teşekkür ederim” diye fısıldadığında başını kaldıran genç adam “Ne için?”diye sordu. Ayşegül “Bütün bunlar için. Bana yardım ettiğin ve beni dinlediğin için.”dediğinde Anıl gülümseyerek yeniden önüne döndü ve “Önemli değil. Zeki insanları ama özellikle de hem zeki hem de vicdan sahibi olan insanları çok severim. Sana yardım etmek benim için zevk.”dediğinde başını kaldırıp kızın çekik küçük gözlerine baktı ve burnunu sıkıp “Tokmak burunlu” dedi. Ayşegül de gülümseyerek önüne döndüğünde gözlüklerini gözünden çıkarıp camlarını silmeye başladı. Anıl “Doktoruna görünüyor musun hiç?”diye sordu birden. Ayşegül “Hayır. Yani en son iki sene önce gitmiştim bir daha da götürmediler.”dediğinde Anıl “Gözlük bazen seni yoruyordur ben de çocukken kullanmıştım ama sonradan iyileştim. Her neyse demek istediğim, gözlük dışında bir şeyler de kullanabilirsin. Bence bir ara doktora gidelim seninle ha ne dersin?”diye sordu.
Ayşegül “Babamdan habersiz gidemem… Hem masraf olmuş olur”dedi çekingen bir tavırla.
Anıl “Masraf kimin umurunda? Sen, gitmek istiyor musun onu söyle?”
Ayşegül “Olur. Çok isterim” dedi ve “Şey, Anıl ağabey?”dedi. genç adam “Hı?”diyerek başını kaldırdığında genç kız “Benim bir dişçim vardı. Seninle oraya da gider miyiz?”diye sorduğunda genç adam yandan bir bakış atıp kafasını salladı ve “Gideriz. Ama lütfen şu çayını içer misin artık?”dedi ve gülümseyerek yeniden soru çözmeye başladı. Ayşegül, onu izlerken onun gibi olabilmeyi diliyordu içinden. Güçlü ve sevecen. Yakışıklı erkeklerin en belirgin özellikleri, tavan yapmış egoları ve kendini beğenmişlikleriydi ancak Anıl da bu durum söz konusu değildi. Kendisi böyleyken, yani çirkin ördek yavrusu gibiyken Anıl’ın onunla bu kadar ilgileniyor olması incinen ruhunu bir nebze de olsa iyileştiriyordu. Çayını bitirip sınav notlarını eline aldığında “Nereye?”diye sordu Anıl. Genç kız,”Biraz gidip tekrar yapacağım. Hem sende böylelikle biraz yalnız kalmış olursun.”dedi ve ayağa kalkıp arka bahçeye doğru yürüdü.
Çimlerin üzerine basıp çalılıkların arasına oturduğunda kağıtlarını kucağına aldı ve bir süre gözlerini kapayıp etrafı dinlemeye başladı. Hava halen soğuktu ama artık eskisi kadar üşütmüyordu. Çatılan kaşlarının arasına değen buz gibi parmaklarla bir an neye uğradığını şaşırdı Ayşegül. Gözlerini açıp baktığında Ali’nin onu en iyi şekilde betimlenmesine neden olacak kararan bakışlarla kendisine baktığını gördü. Geçen günler ve ya haftalar içinde kaç kez bir araya gelmişlerdi? En son ne zaman birlikte oturmuşlardı? Niye bilmiyordu ama onu çok sevmesine ve çok özlemesine rağmen içinden bir ses ona yaklaşmamasını söyleyip duruyordu. Uzun zamandır o sesi dinlemiş ve kendi başına kalmıştı ama şimdi bunu yapamayacağını biliyordu. O böyle karşısında durmuş bir cevap beklercesine yüzüne bakarken Ayşegül’ün yapabildiği tek şey o yüze bakmak olmuştu.
Ali,sınıfta sırasının üzerinde otururken görmüştü onu… Yorgun adımlarla çalılıkların arasına girip oturmuştu. Öyle hızlı hareket etmişti ki merdivenler ayağının altından kayıp gitmiş ve uçarcasına kızın yanında almıştı soluğu. Çıkardığı seslere bile gözünü açmamıştı kız. Bu Ali’nin dikkatinden kaçmamıştı. Önünde eğilip ona baktığında içinde bir yerlerde onu özlediğine dair bir hisse kapıldı. Bu olabilir miydi? Kaşlarını çatıp işaret parmağı ile kızın çatık kaşlarının arasına dokundu. Kız,gözlerini açıp kendisine baktığında kızgın olan gözleri yavaş yavaş yerini şaşkınlığa bıraktı. Ayşegül,kırılmıştı ve bunu kendisi yapmamıştı! Biri onu kırmış ve incitmişti. Kız, kendisinden uzaklaşmak istediğinde iki eliyle onu durdurmuş ve çenesinden tutarak “Sana ne oldu?”diye sormuştu. Ayşegül,akmak için yer arayan gözlerini başka yöne çevirerek konuşmaya başladığında Ali’nin ellerini etrafından uzaklaştırdı ve “Bir şeyim yok. İyiyim ben.”dedi ancak Ali’nin bileğini tutup çekmesi ile acı içinde inledi. Ali,”Ne?”diye sorduğunda genç kız hızla elini çekmek istedi ama Ali’nin gömleğinin kolunu kıvırdığını görünce “Ali!”diye ciyakladı. Ali, onu duymazlıktan gelip parçalarcasına gömleğin kolunu sıyırdığında morarmış ete baktı ve kızgın gözlerle Ayşegül’e bakarak “Bunu kim yaptı?”diye sordu.
Ayşegül “Önemli bir şey değil. Düştüm.”diye kekelediğinde Ali ona doğru eğildi ve “Üzerindekileri çıkarmamı ister misin?”diye sordu. Ayşegül’ün dudakları titremeye başladığında “Teyzem” diye söylendi. Ali “Ne demek teyzem? Ne teyzesi? Annen neredeydi bunu yaparken?”diye sorduğunda Ayşegül hıçkırarak ağlamaktan başka bir şey yapamıyordu. Ali, yüzünü ekşitip en nefret ettiği şey olan kızın ağlamasını dinlediğinde bağdaş kurarak kızın karşısına oturdu ve tutmuş olduğu eli daha da sıkıp ona baktı. Bu sefer gözlerinin içinde beliren şey, şefkatti. Kendisine engel olamadan “anlat hadi.”dediğinde Ayşegül onun gözlerinin içine baktı. Ali, kendisine ilk defa böyle bakıyordu… Yani, sevgiyle…
*****************
Sınıftan çıkıp aşağıya indiğimde sinirle Didem’e küfür ediyordum. Ebu yüzünden okuldan ayrılıyordu! Bütün bir ders boyunca ağlamış ardından babasının gelip onu alması ile eve gitmişti. Allah’ım her şey ters gitmek zorunda mıydı? Hayır,zaten birkaç gündür teyzem bir haltlar karıştırıyordu! Benden gizli gizli sıkıla bozula bir şeyler yapıyor ve bana söylemiyordu. Gerildikçe geriliyordum artık! Merdivenlerin başına geldiğimde idareden çıkan adamı görmemle dudaklarımın uçuklaması bir olmuştu. Didem hoca ile Doruk’un babasının olduğunu düşündüğüm kişi Dağhan’dı ismi yanlış hatırlamıyorsam konuşarak kantine doğru gidiyorlardı. Onları takip edip peşlerinden gittiğimde Doruk’un ve diğer iki çocuğun yanlarına oturmalarını izledim merakla. Büfeye uğrayıp kendime bir karışık tost isterken kantinin kapısından içeriye Nefes ile Senem girdi. Dağhan Pehlivan’ın, Nefes’in okula gelmesinde payı büyüktü. Tostumu alıp, ısırmaya başladığımda gözlerim bir şahin gibi keskinleşip adamın üzerinde yoğunlaştı. Allah’ım adam taş gibiydi. Otuz beş vardı belki de daha fazlaydı ama böyle bir fizik ve vücutta bu asla belli olmuyordu. Bir kere Doruk ile hiç benzemiyorlardı. Doruk, sadece gözlerini ve boyunu babasından almıştı ama ten renklerinin birbiri ile alakası yoktu. Dağhan pehlivan “Biraz daha kumraldı. Doruk ise tatlı sarışınlardandı. Bu çocuk güneşe çıksa aynı babası gibi olurdu emindim. “Serap?”diyerek bana seslenen Senem’e baktığımda arkadaşımın elini kaldırıp beni masaya çağırdığını duydum. Didem hoca, gözlerini kısıp bana bakarken kırıta kırıta masalarına gidip kendime bir sandalye çektim ve Dağhan Pehlivan’a selam vererek Didem hocanın bakışlarını bakışlarımla mağlup edip tostumdan koca bir ısırık alıp uyuzca gülümsedim. Bana sinir oluyor ve bunu her hareketi ile belli ediyordu kadın!
Senem’e dönüp “Neler oluyor?”diye sorduğumda Dağhan Pehlivan söylediğim şeyi duymuş olarak “Neler olmuyor ki? Her zaman ki sorun işte”dedi. Tek kaşımı havaya kaldırıp adama baktığımda Doruk “Ben sorun değilim. İkide bir aynı şeyi söyleyip canımı sıkmasana!”diye tısladığında arkasına yaslandı. Dağhan Pehlivan “Erol Hoca, senden şikâyetçi. Ya bekâr kızlara olan ilgine bir şey demiyorum ama sevgilisi olanlardan ne istiyorsun sen?”diye sorduğunda Doruk “Daha çekici geliyorlar ne yapayım?”dedi alayla. Dağhan “Doruk!”diyerek oğluna kızdığında Doruk’un onu taktığı yoktu. Poyraz’a bakan Dağhan Pehlivan “Hayır, her defasında aynı sorun yüzünden her ayda bir okula gelmekten valla yoruldum. Zemine yapıştırdığın yüzümü spatulayla bile kaldıramıyorum.”dediğinde Doruk “Aman ne komik hahaha!” dedi. Ben de boş bulunarak “Benim de Doruk gibi bir oğlum olsaydı emin olun okul yerine idareye değil kerhaneye giderdim” dediğimde durup mal mal bana bakmakta olan insanlara baktım. Ellerimi iki yanıma açıp “Ne?”dediğimde Doruk gülerek başını masaya vurmaya başladı ve “Baba,bu Serap?”dedi. Dağhan “Sen benim bir yerlerde bıraktığım kızım olabilir misin?”diye sorduğunda Poyraz ağabey içmekte olduğu çayı püskürtüp kahkahalarla gülmeye başladı. Ben de bunun üzerine “Sizi ilk gördüğümde kalbim pır pır etti. Size baba diyebilir miyim?” dedim. Dağhan Pehlivan kahkaha atmadan önce “Kızım…”diyerek elimi tuttuğunda ben “Babammm”diye bağırıyordum. Doruk ise “Zaten adamın her yerde bir sürü çocuğu var. Bir beni saymıyor adi! Köpek gibi mübarek. Nereyi boş bulduysa pisletmiş.”dediğinde herkes Didem hoca da olmak üzere kahkahalarla gülüyorduk.
**************
Ali ise halen Ayşegül’ün karşısında durmuş bir put misali gibi kızı dinliyordu. Onun her anlatışında babasını öldürmek annesi olacak ya da teyzesi kadını yerlerde süründürmek istiyordu. Bu zamana kadar Ayşegül’ü böyle ezdiren insanların kendi ailesi olduğunu tahmin edememişti. Ya da onun da kendisi gibi olduğunu… Genç adamın şimdi içi acıyordu… Kızın,gözlerinden akan her yaş dilinden çıkan her “önemli değil”sözcüğü kendisini o kadar kötü hissettiriyordu. Ne söylese kar etmeyecekti biliyordu. Kızın iki elini de tutup moraran yerlerini dudaklarına götürdüğünde ilk defa midesinin bulanmadığını ona yaklaşırken öncekilerde olduğu gibi tiksinmediğini hissetti. Çatır çatır çatırdıyordu içindeki buzdan mangallar… Ayşegül’ün gözyaşları asit gibi bir alev gibi içine içine sokulurken Ali’nin yapabildiği tek şey kızın gözlerine bakabilmekti. Ona zarar veremezdi… Yapamazdı bunu… Kaldıramazdı da zaten kız… Gözleri aynı kızınkiler gibi dolup akmak için kendisi ile savaştığında kızı boynundan tutup kendisine çekti ve yüzünü göğsüne yaslayarak ona sımsıkı sarıldı… Kimse onu üzemezdi… O,her ne kadar inkar etse de ondan nefret ettiğini söylese de Ayşegül’ün güneşin karları erittiği gibi usul usul girmişti donan kalbine… Her bir nefes alış her bir inanış şimdi sadece onun için atıyordu onun bile farkında olmadan… Ayşegül… Ayşegül… Ayşegül… Bu dünyada sevgiyi kim anlamıştı ki fark etmeden o anlasındı? Kim anlamıştı acı çekmeden? Sevmek,acı ile eş değer ama acıdan daha büyüktü… Hiç bitmeyecek asla eksilmeyecek ondan uzak kaldığında deli gibi onu istetecek,bağımlılık yapandı… Ali için son Ayşegül’dü…
-bölüm sonu-
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SERSERİ AŞIK (ESMER SERİSİ -2)
Teen FictionBiz imrenilendik... Parmakla gösterilen ve çoğu zaman nefret edilen ve ettirendik... Biz aileydik... Biz birdik... Birimiz leb diyorsa diğerimiz lebi diyendik... Sorun olduğunda neden diye sormayan hemen geliyorum diyendik... Ağladığında ağlama deme...