29

5.4K 477 398
                                    

Günün ikinci bölümü. 28. bölümü okumayanı yedim.
-

Ertesi gün, uyanır uyanmaz ilk gözüme çarpan şey, Toygar'ın bana bırakmış olduğu ve dün ikimizi ıslanmaktan kurtarmış olduğu şemsiyeydi.

Dün lokantadaki işim bittikten sonra eve gelmiş ve onu çalışma masamın üzerine bırakmıştım. Çok güzel bir sarı rengine sahip bir şemsiyeydi bu, ne sürprizdir ki onun hemen bitişiğinde de hediye ettiği kemanı duruyordu.

Gülümsediğimden habersiz bir şekilde düşüncelerin içine dalmıştım. Emindim. Ona karşı duygularım oluşuyordu ve elim kolum bu konuda tamamen bağlıydı. Bana yaptığı anonimliği bile unutmuş gibiydim. Onu düşünmek, beni kandırdığı gerçeğini bile gölgeliyordu. Artık aklıma bile gelmiyordu neredeyse.

O lisedeki piyano çalışı ve benim birden dahil oluşum, yağmurda konuştuğumuz dünkü akşam, lokantadaki hâlleri ve bana olan tavrı. Hepsi ama hepsi benim için müthiş şeyler hissettiriyordu. Kalbimin rahatladığını hissediyordum nedense bu anları düşündükçe.

Bugünkü dersimiz öğlen saatine tekabül ediyordu. Yani istediğim kadar oyalanabilirdim. Ama ondan öncesinde ne giymem gerektiğini seçmem gerekiyordu.

Hızla kafamı cama doğru çevirdim ve havanın hafiften kararmaya başladığını gördüm. Telefonumu elime alıp hava durumuna da kısa bir göz gezdirince yağmur yağacağına karar verip şemsiyeme doğru baktım mutlulukla. Onu yeniden kullanmak için sabırsızlanıyorum.

İlk kez şemsiye kullanmak için bu kadar heyecanlıydım.

Ee haliyle bugünkü kombinimi sarı şemsiyeme uydurmakta karar kılıp dolabımın kapağını araladım. Bugün rengarenk olmak istiyordum. Mavi kot bir pantolon, onun üzerine de pembe kısa kollu bir kazak çıkardım. Üzerine de sarı rengindeki montumu giyecektim.

Belime kadar uzanan açık kahverengi saçlarımın doğal bir düzlüğü vardı. Onları da salmayı uygun görerek tüm giyinme işlemimi tek hamlede halledip hafif bir makyajla da süsledikten sonra evden çıkıp lokantaya giden yolu yürümeye başladım.

Henüz yola koyulmam için tabii ki de erkendi ama zaten lokantaya uğrayıp anneme biraz yardımcı olmak istiyordum. Lokantamız evimizden çok uzak değildi. Bir sokak ötemizde falandı.

En sonunda lokantaya vardım ve şemsiyeyi bir kenara bırakarak bir masanın üzerinde patates kesen annemi görerek hızla yanına doğru gittim.

Lokanta bomboştu, sessiz ve sakinliğin içinde sadece patates kesen bir annem vardı. Soyduğu patatesleri bir tarafa koymuş ve şimdi de kesiyordu.

Beni görmesiyle gülümsedi. "Hoşgeldin kızım. Baban hâlâ yatıyor muydu yoksa?" Kaşları şüpheyle havalandığında kafamı salladım. "Evet, onu uyandırmak istemedim." Ki zaten dünden beri hafif rahatsızdı kendisi. Bugün de lokantaya uğramayıp istirahat edecekti.

"Neden doktora gitmiyor?" Annemin karşısındaki sandalyeyi çekip oturduğumda güldü. "Babanı sanki bilmiyorsun, bir de sorduğun soruya bak. O hastaneye gider mi? Dermanı evde arayanlardan."

Güldüm. "Doğru."

Annem sonunda kesme işlemini bitirip ayağa kalktığında "dünkü çocuğun ismi neydi?" Diye sordu birden. "Zibidi diye diye bir hâl oldu."

Sorusu üzerine kalbimde ani bir hareketlilik oluşurken tereddütle yanıtladım. "Toygar."

"Düzgün bir çocuğa benziyor. Ama ağzı da iyi laf yapıyor."

"İkinizin arasında ne var?" Diye sordum birden heyecanla. Çünkü aşırı merak ediyordum! Yoksa annem ona boşuna 'zibidi' demezdi değil mi? Toygar da gülerek karşılamazdı.

CANSIZ YILDIZLAR | TextingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin