Bir süre daha bu şekilde yürüdük ancak el ele olmamız sağlıklı düşünmemi engelliyordu. Biz neden el eleydik ki şimdi? Bir anda elimi çektim. Bana dönen şaşkın bakışları bir açıklama beklediğinin kanıtıydı. Konuşmak zorunda hissetmiştim. "Sana hala güvenmiyorum." dedim tek kaşım havaya kalkarken.
Sıkıntılı bir nefes verdi. "Neden annene arkadaşında kalacağını söyledin?" diyerek konuyu değiştirdi. Çünkü bu halde eve dönemem, dedim kazağımdaki kanı göstererek. Anladığını belirterek başını salladı.
"Biz nereye gidiyoruz?" bir anda birlikte yürümeye başlasak da nereye gittiğimizi merak etmiştim. Ayrıca hem gördüklerimin etkisinden hem de düşmenin etkisinden olsa gerek hala kendimi iyi hissetmiyordum. "Bir arkadaşımın evine. Ben orada kalıyorum ve seni de misafir edeceğim." Kaşlarımı çattım. "Annem bana tanımadığım kişilerin evine gitme dedi ama..." dedim alayla. "Tanışırız o zaman." dedi bana dönerek. "Katil olmadığını nereden bileceğim?" "Kalacak bir yere ihtiyacın olduğunu sanıyordum." Eğlenir bir ses tonu vardı.
Afallamıştım. O ise ilerlemeye devam etti. Bir süre arkasından baktım. Bir anda durdu ve geri döndü. O an düşündüm. Katil o muydu? Eğer oysa kaçmalıydım. Ona güvenebilir miydim? Bir anda kolumu tutan bir el hissettim. "Hadi, gel." O an karar verdim. Onunla gidecektim. Ölecek miydim? Sorun değildi. İçimdeki küçük kız çocuğu, yaşama isteğini babam ölünce kaybetmişti.
İlerlemeye devam ettik ve yaklaşık 20 dakika daha yürüdükten sonra tek katlı bir evin önünde durduk. Bu ev pek de küçük sayılmazdı. Dışarıdan modern ve pahalı bir ev gibi görünüyordu. Cam kapı ve pencereler gri duvarlara şıklık katmıştı. Siyah ve krem rengi detaylar da hoş duruyordu.
Sonunda adam, cebinden bir anahtar çıkardı ve kapıyı açtı. Girmem için eliyle işaret etti. Yavaşça içeriye girdim. İçerisinin de dışarıdan eksik kalır bir yanı yoktu. Oldukça iyi dekore edilmişti. Girdiğiniz anda salona açılıyordu. Salonun sol tarafında minik bir mutfak vardı ancak mutfak sadece tezgah ve dolaplardan oluşan Amerikan mutfağı tarzındaydı. Salona doğru yöneldim. L koltuk ve karşısında tv ünitesi duruyordu. Televizyon epey yukarıda duruyordu çünkü aşağıda bir şömine vardı. Sonunda koltuğa oturdum ve adamın gelmesini beklemeye başladım.
5 dakika sonra üzeri değişmiş bir şekilde yanıma geldi. Siyah bir t-shirt giymişti. Kış gününde kısa kollu giymesi garibime gitmişti. Yanıma oturduğunda neden kısa kollu giydiğini anladım. Kaslarını göstermek istemişti. Hah! Aklınca beni düşürecekti. Yer miyim ben? Pekala, aslında yerim ama görmezden gelin...
"Evet, artık tanışmalıyız sanırım." diyerek söze girdi. Elini uzattı. "Alper ben." Elini sıktım. "Asila."
Aklıma gelen soruyla elim ayağım titremeye başladı. "Kızı ve çocuğu orada öylece bırakmadık değil mi?" Korktuğumu hissetmiş gibi elini kolumun üzerine yerleştirdi. "Merak etme, polisi aradım. O sırada senin bilincin kapalıydı. Çocuğu da götürdüler, büyük bir ihtimalle devlet bir yurda yerleştirecek. Yarın gidip ifade vereceğimizi de söyledim." "Çocuğun anne babası yok mu?" diye sordum. "Hayır, ölmüş. Çocuğa da ablası bakıyormuş zaten."
Başımı hüzünle salladım. Çok acıydı. Hayatın acımasızlığı... insanın hayatındakiler bir anda gidiyordu ama bir şey gelmiyordu elinizden. Yaşamanız, bir şekilde bu döngüye devam etmeniz gerekiyordu. Her ne kadar acısa da kalbiniz, bir şekilde yaşıyordunuz. Bir süre sonra gözleriniz kuruyordu. Unutuyordunuz...
Sorusuyla düşüncelerim bölündü. "Sen iyi misin? Fena düştün." Bir anda düştüğüm aklıma geldi. Başımın ağrısını hatırlattığı için ona sövmek gelse de içimden, sadece beni merak ettiği için tüm küfürlerimi içime attım. "Biraz başım ağrıyor. Bir de bileğimin üstüne düşmüşüm sanırım."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIK LEKE
Teen FictionAsila markette kendisinden yardım isteyen çocuğun peşinden giderken tüm kaderinin değişeceğini farkında değildir. Ölüme ilk defa tanık olan Asila, yeni bir başlangıca da imzasını atarken onu yakıp kül edecek duygularının peşinde sürüklenir... Tesadü...