40. Bölüm: Bir Uçurumun Tepesineyim Ancak Atlayacak Gücüm Yok...

52 5 2
                                    

ALPER KAYALI

Ağlamaktan şişmiş olan gözlerimi bir kez daha ovuşturarak acımın dinmesini diledim. Doktorun söyledikleri zihnimde bir kez daha yankılandı. "Anne iyi ancak bebeği kaybettik. Üzgünüz..." Tekrar ve tekrar nefesim kesikleşti. Hastanedeki beyaz duvarların üstüme geldiğini hissettim. "Yoğun stres veya başka sebepler, hamileliği riskli bir hale getirmiş." Sesler susmak bilmiyordu. "Asila Hanım'ın ciddi sağlık sorunları ortaya çıkabilir..." Geçmiyor... Her gözümü açtığımda bir bela, bir felaket beni buluyor. Kaçmak istiyorum ancak kaçamıyorum. Ne karanlıktan sıyrılabiliyorum, ne de onu kendimden kurtarabiliyorum. Bir uçurumun tepesindeyim ancak atlayacak gücüm yok. Beni kurtaracak şeyleri de elimin tersiyle itiyorum. Yerimde sayıyor, nefeslerimin beni her gün daha da boğmasına izin veriyorum. "Asila Hanım'ı kaybetmemiz bile olası..." Sesler zihnimi yoruyordu sanki. Bazen dinlemek istediğim seslerin şimdi susması için yalvarıyordum zihnime. 

Asila'ya nasıl söyleyeceğim? Bilmiyorum... Tek bildiğim şey kafayı yemek üzere olduğum. "Alper Bey, Asila Hanım uyandı. Görebilirsiniz." Yüzümü bir kez daha sıvazlayıp kendime gelmeye çalıştım. Doktoru başımla onaylayıp çöktüğüm yerden kalktım. Hastane koridorunda ağır adımlarla yürümeye başladım. Adım seslerim bile rahatsız etti beni. Duraksadım ve zihnimi esir alan seslerin susmasını bekledim. Uzunca bir süre... Sadece bekledim. Boğazıma büyük bir yumru oturdu. Onu geçirmek için yutkundum. Tekrar yürümeye başladım. Asila'nın olduğu odanın önüne kadar yürüdüm. Kapının önünde durdum ve toparlanmak için yüzümü tekrardan sertçe sıvazladım. Omuzlarımı hafifçe dikleştirip kapıyı hafifçe araladım. Asila, kapının sesiyle ürküp elini karnına götürdü. Bu hareketle daha da yıkıldım. Bebeğini koruma içgüdüsüyle yapmıştı bunu, ölmüş bebeğini... Gözlerimi ağır ağır kapatıp açtım ve derin bir nefes alıp içeri girdim. İçeri girenin ben olduğumu görünce rahatlıkla nefesini verdi. Gözleri kıpkırmızıydı. Ağlamış gibi görünüyordu...

ASİLA SOYER

"Oyun başlıyor..."  Bu fısıltı, zihnimde defalarca yankılanıp  bir haykırışa dönüştü. Korku, artık benim bir parçam olmuştu. Aklımdaki sorular korkumu daha da arttırıyordu. Kimdi o? Ne oyunundan bahsediyordu? Tüm bu sorularla kafayı yemek üzereydim. Aklıma bir soru daha geldi, defalarca düşündüğüm bir soru... Bebeğim yaşıyor muydu?

Ben bunları düşünürken kapının gıcırtısı kulağıma doldu. Yine o gelmiş olabilir miydi? Korkuyla elimi karnıma götürdüm ve oraya döndüm. Gelenin Alper olduğunu görünce rahatladım ve tuttuğumu farketmediğim nefesimi verdim. Alper yavaşça içeri girerken onu izledim. Yüzü kıpkırmızıydı, ağlamış gibiydi. Saçları dağıtmıştı ve yüzüne dökülüyordu. Gözleri durgundu, bitkin görünüyordu. Mahvolmuş bir adamdı sanki... Yorgun görüntüsüne hüzünle baktım. Yanıma yavaş adımlarla geldi ve sandalyeye oturdu. Bana uzun bir süre baktı. "Alper?" dedim soru soran bir sesle. "İyi misin?" Ağır ağır başını salladı.

Derin bir nefes aldım ve sonunda ona sormam gereken soruyu sordum. "O yaşıyor mu?" Sesim titremişti ve gözlerim aniden dolmuştu. Gözlerini kaçırdı ve sert bir şekilde yutkundu. Bu kareketinde kötü şeyler sezdim. Sanki... O, ölmüş gibi davranıyordu. "Alper..." dedim. Sesim kabullenemez gibiydi. Sanki o bir şey yapabilecek gibi. Sol gözümden bir damla yaş firar ederken titrek bir nefes verdim. "Alper, o öldü mü?" Alper'in gözünden düşen bir damla yaş bana verilecek en acı haberdi. Bu bir cevaptı. Alper'in dudaklarından bir türlü dökülemeyen o kelimeyi söylemişti gözleri. Alper sonunda gözlerime baktı. "Asila..." diye mırıldandırken sözünü kestim. "O öldü mü!" Sesim beklediğimden yüksek çıkmıştı. Tınısı acı barındırıyordu, kabullenemeyiş, yıkılış... Alper gözlerini silip bana döndü. "Üzülme..." dedi bana ancak kendisi paramparçaydı. "Üzülme?" dedim soru sorar gibi ve histerik kahkaham gözyaşlarıma karıştı. Yavaşça hıçkırıklara boğulurken elimi ağzıma örttüm. Alper hemen kalkıp bana yaklaştı ve bana sarıldı. Gözyaşlarımı onun boynuna akıttım. Uzun bir süre böyle kaldık.

"Neden?.." diye mırıldandım yorgun sesimle. Ağlamaktan, kabuslardan ve felaketlerden yorulmuştum. "Neden hiçbir şey yoluna girmiyor?" Alper'e bakarak sorduğum soru aslında hayataydı. Hayata soruyordum bunu. Hayat, neden yolda girmiyorsun? Neden her kahkahama gözyaşlarım karışıyor? Felaketler neden hep bizi buluyor? Buna verecek bir cevabı yoktu hayatın. Sadece belalarını üstüme salmaya devam edecekti. Gülücüklerim yarıda kesilecek, hıçkırıklarım beni her geçen gün daha da çok boğacaktı. "Her şey yoluna girecek." Çok emin çıkmıştı bu söz dudaklarından. Alper, bana değil arkamdaki duvara boş gözlerle bakıyordu. Kaşlarımı çatarak ona baktım. "Nasıl?" Alper boğazını temizledi. "Düzelecek işte..." Daha fazla üstelemedim. Sadece haklı olmasını diledim.

Saatlerce hazmetmeye çalıştım. Kimi zaman uyudum, uyumadığım zamanlarda ağladım. Ziyarete gelen Alya ve Baran ile görüşmedim. Psikolojim iyi bir durumda değildi. Birisi ile konuşursam daha sonra pişman olacağım şeyler söyleyebilirdim. Sanki olanların sorumlusu onlarmış gibi davranabilir, saçmalayabilirdim.

Kulağıma Alya'nın ağlamaklı sesleri gelince derin bir nefes bıraktım. "Lütfen onu görmeme izin verin, bana ihtiyacı var!" Doktorun sert sesi cevapladı onu. "Asila Hanım istemeden kimseyi içeri alamayız, üzgünüm."  Alya'nın hıçkırıkları kulağımı soldurunca kendimi huzursuz hissettim. Yerimde kıpırdandım. Acaba onunla konuşmalı mıydım? Daha fala dayanamayıp seslendim. "Doktor bey, Alya içeri girebilir." Doktor beni onaylayan mırıltılar çıkarıp gitti ve Alya içeri girdi. Dolu gözlerini tam gözlerime çevirdi. "Asila..." Gözümden akan bir damla yaşla birlikte yerimde hafifçe doğruldum ve bana sarılmasına izin verdim. Uzun bir sarılmadan sonra yanımdaki sandalyeye oturdu ve beni tepeden tırnağa süzdü. "Nasılsın?" Titrek bir nefes verip burnumu çektim. "İyiyim..." Sesim kısık çıkmıştı. Ağlamaktan şişen gözlerimi ovuşturdum. "Haklıydın," dedim. "Bir bebek için gençtim." Alya bana mahcup gözlerle baktı. "Amacım seni suçlamak değildi, biliyorsun. Ben sadece biraz mantıklı düşündüm." Onu başımla onayladım. Haklıydı, bu yaşta çocuk sahibi olmak zaten mantıklı değildi. O, beni uyarmıştı ama ben kulak asmamıştım. Şimdi bunun bedelini en ağır şekilde ödüyordum. "Alya," dedim hüzünlü bir sesle. "canım çok yanıyor..." Alya bana acır gibi baktı. "Geçecek." "Geçmiyor..." diye mırıldandım. Yoğun üzüntüm sesime de yansımıştı. "Her geçen gün daha da kötüsü geliyor başımıza. Bir türlü mutlu olamıyoruz."

Alya ile saatlerce sohbet ettik ve moralimi bir nebze de olsa yerine getirdi. O, gece yarısı gidince ben de düşüncelerimle baş başa kaldım. Bebeğim ölmüştü. İki kelime bu kadar acı verebilir miydi? Verebiliyormuş... Alper ile bir bebeğim olacaktı ancak olamamıştı. Onu koruyamamıştım. Kendime kızıyor, kahroluyordum. Zamanı geriye almak istiyordum. 

Bebeğimin ölmesinden başka gerçekler de vardı maalesef. Kağan, benim öz abimdi... Bu gerçek midemi bulandırıyordu ve hala buna inanmak istemiyordum. Kağan beni kaçırıp darp etmişti ve bir süre sonra kardeş olduğumuzu öğrenmiştik, ne harika ama! Yaptıklarından pişman mıdır? Sanmam. Onun normal olduğunu da düşünmüyordum. Psikolojisi iyi değildi, kesinlikle tedavi olmalıydı. Benim iki kelimemle adeta sinir krizi geçirmiş ve beni darp etmişti. Sonrasında gelip bunu bilinçli yapmadığını söylemişti. Gerçekten... Enteresan! 


Aklıma aniden saatler önce gördüğüm maskeli adam gelince titrememi bastıramadım. "Oyun başlıyor..." O kimdi, neyin nesiydi? Bunu söylerken neyi kastetmişti? Ne oyunu başlıyordu? Tüm bu sorulara bir yanıt bulamadım. Bunu Alper'e söyleyemezdim çünkü huzursuz olurdu. Son zamanlarda epey huzursuz olmuştu zaten. Kağan'dan şikayetçi olmamam onu bir hayli huzursuz etmişti. Hemen kızmayın! Kağan'dan şikayetçi olmamamın bir sebebi var. Alper biraz Kağan'dan bahsedince annesinin ağır hasta olduğunu ve ona Kağan'ın baktığını öğrenmiştim. Alper, Kağan ile kardaş olmama şaşırmıştı çünkü babam Kağan'ın annesi için bizi terkettiyse ve onlarla yaşıyorsa kadının Kağan'a muhtaç olması garipti. Sonuçta ona babam da bakabilirdi. Bu işte bir tutarsızlık olduğunu farketmiş ve konuşmuştuk 5 saat kadar önce. Sadede geleyim, Kağan'ın annesine üzülmüştüm. Ona bakan kişi oğluydu ve oğlu hapse girerse o kadına ne olacaktı? Tamam, bize çok şey yaşatmıştı o kadın ancak hasta birisi ne olursa olsun bu duruma düşmemeliydi. Bu yüzden Kağan'dan şikayetçi olmamıştım. Elbette ben de rahatsız oluyordum Kağan'ın elini kolunu sallayarak gezmesinden ama ne yapayım, vicdanım rahatsızlığımı bastırıyordu. Bunları düşünürken göz kapaklarım ağır ağır kapanmaya başladı ve kendimi uykunun huzur verici kollarına teslim ettim.


KARANLIK LEKEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin