41.Bölüm-"Nekahat Günlüğü"

36 3 0
                                    

Hayal mi yoksa rüya mı olduğunu tam olarak anımsayamadığım anlarda yumuşacık bir yatakta yatıyordum.
Çok yüksek bir melodinin tatlı ezgilerini dinliyor, ruhuma işleyecek kadar güzel kokan bir bitkinin yaprakları arasında gölgeleniyordum.

Çevremde olan güzellikleri görmek için kalkmaya çalıştım ancak gözlerimi açınca beni karşılayan karanlık hâlâ kuyuda olduğum gerçeğini bana hatırlattı.

Sanıyorum ki bayılmıştım.
Daha önce gördüğüm sızıntı halindeki ışıkta yok olmuş,gördüğüm zifiri her yerdeydi.
Muhtemelen gece olmuştu çünkü kulakları sağır eden bir sessizliğin içinde öylece yatıyordum.

Tekrar uyumaya hatta bilerek bayılmaya çalıştım.
Oldukça susamış ve acıkmıştım ancak yaşadığım ağrılar sebebi ile şu an bu ihtiyaçlarımı önemsiyemiyordum.

Ne kadar bilmiyorum fakat uzun gelen saatler sonrası tekrar uyumayı başarmış olacağım ki koluma dokunan sıcak bir elin ve çok tanıdık ama uzaktan gelen bir sesin tınısı ile gözlerimi hafifçe aralamayı başardım.
Çok fazla olan ışığın yarattığı rahatsızlık ile göz kapaklarım yavaşca kapandı.

Uzun sürek karanlık sonrası gördüğüm rüyaların,sıtmalanmalarım ve aşırı yorgun olduğunu
hissettiğim bedenimin yerini giderek daha acısız olan istirhatlere bırakmıştı sanki.
Çok nadiren de olsa dışarıdan gelen hafif sesleri artık duyuyor ve elimi kımıldatmaya gayret ederek hayatta olup olmadığımı anlamaya çalışıyordum.

Dudaklarım,ellerim ve ayaklarımda olan uyuşma da yavaş yavaş geçmeye başlamıştı.
Sırtım ve kollarım da ise hâlâ ağrılar olduğunu hissediyordum.

Bilincim ara sıra tam olarak yerine gelse de konuşmam ve hareket etmem mümkün değilmişcesine vücudum ağırlaşmıştı.
Bir tek göz kapaklarıma sızan ışıktan gündüz mi gece mi olduğunu anlıyordum.

O olayın üzerinden kaç gün geçtiğini elbette sayamazdım ancak bu şekilde uzun günler ve geceler geçirdiğimden emindim.

Bir sabah sesleri daha iyi duymaya,vücudumu biraz da olsa güçlü hissetmeye ve canımın eskisi kadar yanmadığını anladığımda gözlerimi açmış kaldığım yeri inceliyordum.

Odada koyun postu üzerinde duran tek kişilik altın işlemeli koltuk,oldukça geniş bir pencere ve ceviz ağacından yapılan büyük bir masa vardı.
Üzerinde yattığım yatağın ise aslında çok rahat olduğunu yeni yeni anlıyordum.

Sol kolum büyük bir sargının içindeydi.
Diğer kolumla başıma dokunmak istedim ancak bunu yapmaya çalıştığım gibi keskin bir acı beni karşıladı.
Daha sonra fark ettiğim üzere sağ bileğiminde sarılı olduğunu anlamıştım.

Bir kaç yerinden kırılan kemiklerimin ağrısı vucudumun neresinden geldiğini anlamam için kendini acılı bir şekilde belli ediyordu.

Hafifçe başımı çevirerek baktım.
Burası daha önceden bildiğim ya da tanıdığım hiç bir yere benzemiyordu ancak beni kurtararak buraya taşıyan her kimse sanıyorum ki kötü niyetli değildi.

Muhtemelen tekrar akşam olmuştu ve ben yine uykuya dalmıştım.

Gözlerimi şömineden gelen odun sesinin cıtırtısına açtığımda onu gördüm.
Kırmızı urbası,altın sarma başlıklı şapkası ve hafif uzun sarı saçlarının parıldadığı bir lord.

Yüzüne dikkatli baktığımda onu daha önce gördüğümü hatırladım fakat ismi ya da bu karşılaşmanın nerede olduğu hakkında bir fikrim yoktu.

Benim onu dikkatli gözlerle incelediğimi fark ettiğinde;

-Demek uyandınız.
dedi.
-Biliyor musunuz bayan hayatta olmanız tam bir mucize.

-Hayatımı siz mi kurtardınız?
-Ama nasıl?
Diye sordum.

-Eşim ve ben şehrin batı yakısında oturuyoruz.
-Bir gezi için ormanlık alandan geçiyorduk sonra kendisini iyi hissetmemesi üzerine küçük bir mola verdik.
-Oturmak istediği taşın kuyuya açıldığını fark etmiş ve baktığı küçük bir boşluktan kan içinde olan elbisenizi görmüş.
-Sonrasında ise bir askerim beline bağladığı bir urgan yardımı ile sizi kuyudan çıkardı ancak ilk bakışta gerçekten öldüğünüzde düşünmüştük,
dedi.
Ve sonra sordu;

-Asillerden birine benziyorsunuz malum konuşamadığınız için bunu öğrenemedik.

-Ben,,,

Söyleyip söylememekte önce bir duraksadım ancak daha sonra kötü niyetli biri olmadığını anladığım için;

-Ben,Kuzey kralının kızı Prenses II.Elanor cartwrigh.

İlk duyduğunda inanmayan gözlerle bana baktı ancak daha sonra onu ikna edecek küçük bir ip ucu bulmuş olacak ki bakışları değişmeye başladı.

Önümde eğilerek beni selamladı;

-Prensesim sizi tanıyamadım için beni bağışlayın,ancak size bunu kim yaptı?
-Yani neden o kuyuya terk edilmiştiniz.

Onun bu sorusu üzerine o gün ki dönüş yolunda yaşadıklarımı hatırladığım kadarı ile anlattım.

Dikkatle dinledikten sonra;

-Anlıyorum,
dedi.
-Muhtemelen düşmanca bir saldırıya uğradınız.
-Peki acaba diğerlerine ne oldu?

Bu soru ilk uyandığım andan itibaren benim aklıma takılanların en önemlisi olmalıydı.

-Biana...
-Annem...

-Lordum,Sizden bir şey rica edebilir miyim?

-Elbette ki prensesim.

Gerçekten samimi ve yardımcı olmaya hevesli görünüyordu.

-Bir askerinizi gizli bir görev ile görevlendirerek gerçekte neler olduğunu öğrenebilir misiniz?

Iki saniye kadar sonra nedenini açıklama gereği duyarak;

-Bunu gizli yapmış olmanızı istiyorum çünkü hayatıma son vermek isteyen ciddi düşmanlarımız var ve belki de benim öldüğümü düşünüyorlar.
-Geriye dönebilmem için diğerlerine ne olduğunu ve bunu yapanın bulunup bulunmadığını öğrenmek istiyorum.
-Beni anlıyor musunuz Lordum?Yakınımda duran herkes bu iş için şüpheli.
-Şey bu bir prens olsa dahi.

Beni gergin bir yüz ifadesi ile dinleyen lord gayet iyi anladığı durum üzerine başını sallayarak;

-Yarın gün doğar doğmaz bu iş için en iyi askerimi görevlendireceğim prensesim.
-Benim bağlılığım kuzey krallığınadır,
diyerek kılıcını yüzüne dayayarak ant içti.

Ona güvenerek doğru mu yapmıştım bilmiyordum ancak gerçek olduğuna inandığım bir bilgi ile bana dönüş yaparsa onu artık ödüllendireceğim kesindi.





KAF DAĞININ PRENSESİ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin