*****
"Saçların uzunmuş.." dedi ama tereddütü epey açıktı adamın.
Ama bugün denilenden sonra yanlış anladı kız, adamın bundan rahatsız olduğunu düşündü nedense, daha yeni görüyordu Giray saçının hepsini. Tam olarak olmasa da düğünleri bile olmuşken...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
******* 42.Bölüm
******
"Henüz beş yaşlarındayken Kara Ahmet Fakih hazretlerinin dergâhına gönderildim, itikadî eğitimimi yirmi yaşıma kadar aldım. Beni efendi hazretleri hususi olarak yetiştirdi. Medreselerde ders verdim, pek çok talebeye okuma yazma öğrettim."
Elindeki kalemi mürekkebe batırdı Giray, ifadesiz bir yüzle adama hiç bakmadan sözlerini dinliyordu.
"Medrese çıkması değilsin yani." dedi rahatça. Karşısındaki kâtibin tereddüdünü görmese dahi hissetti.
Ufak bir sessizlikten sonra kısık bir yanıt geldi, "Değilim."
"Talebelerin." diye devam etti Giray, "Şimdi neredeler. Ne yapıyorlar? Seni yetiştireni işittim, sen kimi yetiştirdin?"
Kâtip efendi biraz telaş etti, önünde birleştirdiği ellerini sıktı. Giray'dan yaşça biraz büyük bir adamdı, yine de genç sayılırdı. Teni solgun bir beyaz, saçları siyahtı. Buranın insanına pek de benzemiyordu. Giray'a sorsan kırma olduğu her halinden belliydi. Zaten düşündükçe kendini zor tutuyordu.
"Payitahta gidip devlet memuru olan-"
"Çevir yoldan bir adamı, okuma yazma öğret onlar da devlet memuru olur." kalemin ucuyla adamı işaret etti Giray, "Tıpkı sen gibi."
Başka bir adam olsa karşısında oturtur, ne yapıp yapmadığını sorar, bu kadar da keskin olmazdı. Ki vilayetin yönetimi hala Beyhan Bey'deydi, Giray'ın bu adamı suale çağırması dahi olacak iş değildi. Ama kendine söz geçiremiyordu.
Kâtip olacak Asım denen adam karşısında ayakta duruyordu.
Giray ona anbean kinleniyordu.
İçinde yanan tuhaf bir ateş vardı, eğer Dilrûba bu adamla evlenseydi Giray yine bu koltukta olacak, Kâtip karşısında oturacaktı. Ama her şey çok farklı olabilirdi, Dilrûba'nın evli olduğu adam kendisi değil bu kırma olabilirdi.
İhtimali dahi içindeki öfkeyi körüklerken dışından sakin kaldı. En iyi yaptığı şey buydu, yine de konu Dilrûba olunca her şeyde olduğu gibi bunda da kendini zor tutuyordu.
Burnunu çekti gergince, "Burası Edirne Vilayeti. Tunus, Beyrut, Diyarbekir değil. Oralarda talebelerine pek tabii okuma yazma öğret, ihtiyaç çoktur." ellerini sıkmaktan kızartan Kâtib'i inceledi, "Fakat burası payitahtın koynundadır. Burada âlimler, âlim yetiştirmeli. Sen kendi kendini eğlemişsin bunca vakit."