Eliz yağmurluğunun kapüşonunun sivri ucundan burnuna damlayan iri ve soğuk yağmur suyunu yüzüncü kez sabırsızlıkla silerken ıslanıp yanağına yapışmış buklelerini geriye doğru taradı ve yıpranmış taş yoldaki altına su dolup cıvık bir tuzak haline gelmiş bir alanın üstünden atladı. Güneş tepeye henüz ulaşmamıştı ancak buna rağmen hava insanın içine işleyecek kadar soğuk ve nemliydi. Ne kötü bir kombinasyondu gerçekten! Nem. Soğuk. Yağmur. Ve tabii ki kalkıştıkları sonucu muğlak gayeler. "Kainat bizden nefret ediyor olmalı."
O tuzaklı taşlara basmaktan biraz olsun çekinmeyen -hatta bazen Eliz'in yanındayken inat yapıyormuş gibi kızın üstüne su sıçratmaya çalışan- Erez ayıplar gibi baktı kıza. "Sizin inancınıza göre yağmur rüzgarın hediyesi. Nasıl yelkanlısın sen?"
"Yağmuru sevmememin sebebi kişisel sebepler değil, bizzat sensin de ondan."
"Ben mi?" Alayla gülerken birkaç taş basamağı inip ıslanmış bir köpeği uykusundan etti Erez. "Basit bir tabiat olayından nasıl nefret etmene sebep olmuş olabilirim?"
"Çünkü yine saçma sapan bir fikri güzel kelimelerle süsleyip kanıma girdin. Ve yine beni nereye gittiğime dair hiçbir fikrimin olmadığı bir yola soktun. Tesadüfe bak ki yine yağmur yağıyor." Gözlerini kısıp yanında yürüyen, sırıtmamak için dudaklarını birbirine bastırmış iblisin suratına baktı Eliz. "Bu senaryo ile son dört senede kaç kez başımızı belaya soktuk?"
"İyi tarafından bak, Çıyan." Kızın öfkeli ve huysuz yüzüne bakarken tatlı tatlı gülümsedi Erez. "Demek uzun süre ayrı kalsak bile hala bazı kötü alışkanlıklarımızdan kurtulamamışız. Çok nostaljik, değil mi?"
Eliz bezgin bir nefes koyverdi. "Uluyel," diye homurdandı. "Bunu mahkemeden sonra da yapabilirdik. Hatta mahkeme sonrasını beklemek çok daha uygun olurdu."
"Hayır, inan bana olmazdı." Dar sokak arasından döndüler. Alçak ve oyma tahtalara asılmış çobandeğneği ve kızıl yasemin sarmaşıklarının süslediği konutlar seyrekleşti. Peyzaj özensizleşti ve her bir çimeni sanki özenle kesilmiş zümrütten dikenler gibi parlayan düzlek bir çayıra çıktılar. "Gökiblislerini kendi gözlerinle görmedin. Sayran ya da Mirhun gibi barışçıl ve hoşgörülü değiller. Kendilerini iblislerin geri kalanından farklı görüyorlar ve hepsi aynı tornadan çıkmış gibi Usul diye sayıklayıp duruyor. Kapıyı mühürleyen Gökiblisi kızla ailesi ve akrabaları oradayken düzgünce konuşamazdık."
Gözlerini kırpıştırdı Eliz. "Ne bu Usul?"
"Uğruna öldükleri ve öldürdükleri kanunları ve kuralları." dedi Erez küçümser gibi. Ama Eliz'in ona bön bön bakışını fark edince açıklamaya devam etti: "Gözbağı'na geldiğimizden beri pek fazla yer göremedin, kabul ediyorum. Ama bir düşün, hiç savaşçı bir iblis gözüne çarptı mı?"
"Hayır, hatta bunu tuhaf bile buldum." diye itiraf etti kız.
"Çünkü yok. Gökiblisleri dışında. Onların da..." Bir an bunu söyleyip söylemem konusunda kararsız kalmış gibi duraksadı. "Hepsi savaşçı. Neden olduğunu tahmin et, zeki kız."
Kendini farklı gören, kanunları ölümün ve yaşamın bile üstünde tutan, muhtemelen kanlarının son damlasına kadar fanatik ve her doğan çocuğu savaşçı gibi yetiştiren bir iblis topluluğu... Hem de iblisler ve birkaç iblissoylu halk dışında yaşayan kimselerin olmadığı, bütünüyle korunaklı ve düşmansız bir dünyada? Hah. Gökçeli ile ne kadar da benzer. "Çünkü diğer iblislerin bu güvenli dünyada yumuşadıklarına ve beceriksiz hale geldiklerine inanıyorlar, değil mi? Kavganın olmadığı yerde uzun süre kalırsan bıçak tutmayı, herkesin dürüst olduğu limanda yeterince iş yaparsan yalan söylemeyi unutursun."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KEMİK VE GECEDEN
FantasíaKız oğlanı ilk kez bulduğunda sonsuz bir gecenin içinde ve donmuş topraklar üstünde, yirmi cesedin yanı başındalardı çünkü kainat onları anlaşılmaz ve karmakarışık bir bağ ile bağlamıştı. Kız oğlanı son kez bulduğundaysa... Elleri onu öldürmeye git...