※3※ belki de hala en az senin kadar deliyimdir

86 32 45
                                    

Eliz o akşamki yemeğini yiyemedi. Ertesi sabah ablasının ve bu kez koca kıskaçlı bir akrep formuna bürünmüş Beri'nin hazırladığı atıştırmalıkları da. Su ya da içine tatlı tarçın esansı kattığı kahve haricindeki hiçbir şeyi midesine kabul ettiremeyecekmiş gibi geliyordu. Gerçi artık alışkanlık da denilebilirdi buna. Fakültede çıkan öğle yemekleri ile epeydir kendini idare etmişti. Akşamları geç saate kadar laboratuvarda durup sabah gün doğmadan fakülteye koşup işleri yetiştirmeye çalışan bir mühendisin kendine değil yemek hazırlayacak, yemek için gereken malzemeleri almak için dahi zamanı kalmayabiliyordu.

Ya da belki de Eliz, kendi eseri olduğu meşguliyetini bahane ediyordu sadece. Her zamanki gibi.

Akrep Beri kızın omzundaki en sevdiği yere oturup fakülteye varana değin kıskacıyla Eliz'in küpelerini çekiştirip durdu. Güneş şehrin doğu yakasından yükselip tepeye oturana kadar da ara sıra kızın bukleleri arasından kendini gösterip Eliz'in laboratuvar anahtarını teslim ettiği hademeyi, makineyi emanet edip sanayiye tamir için mektup yazması için görevlendirdiği asistanını, önündeki sekiz haftalık programını boşaltmasını ve ileri tarihe kaydırmasını söylediği sekreterini ani hareketleri, mahsustan savurduğu zehirli kuyruğuyla korkuttu.

O küçük şımarık böcek bundan pek de zevk aldı, Eliz de sevimli şekildeğiştirenine engel olmadı. Ne diye olacaktı ki? İnsanların akrepleri korkunç bulması ve şekildeğiştireninin doğasında muzırlık olması onun kabahati değildi ne de olsa. İki ay sonra yeniden buraya, Murano'ya, döndüğünde Beri'yi sürekli yanında getirmeli, şekildeğiştirenin evdeyken gün boyu atamadığı enerjisini burada harcamasına izin vermeliydi belki de.

Kendi dik bakışlarının korkutamadığı acuzeleri Beri'nin kıllı sekiz bacağı ya da pullu derisiyle korkutmak... Gayet eğlenceli ve yaratıcı bir fikirdi.

Eve döndüğünde öğle vakti eskimeye henüz başlamıştı. Alyaz bu kez Karataş'tan kolyesini takmış; süt rengi, hafif ama sağlam kumaştan yapılma binici entarisini giymişti bile. Üç parçaydı bu entari: Arbuz'un volkanik boyalarıyla renklendirilmiş parıl parıl parlayan iplikleriyle nakışlı kayık yakalı; omuzlarından, belinden ve dirseklerinden esnek bantlarla bedene oturan gömlek, aynı ipliklerle gömleğin üstündeki deseni devam ettiren, üstünde belden bağlamalı asimetrik eteği de olan bir şalvar ve Yel dualarının karmaşık, çiçeksi Salaca rünleriyle süslü, başlıklı bir panço.

Ekvatorda yüzlerce volkanik adanın üstüne yerleşmiş Arbuzlu yelkanlıların çetin okyanus rüzgarları ve yakıcı yaz güneşi için tercih ettikleri bir giysiydi: Buram buram deniz ve Arbuz'un kendine has mistik inançları kokuyordu her bir nakışı. Sanki birazdan annesi bahçeden kızlarına seslenecek, Yel'e dua etmek için uçtukları tepeliğe çağıracaktı onları.

Alyaz Karataş'ı olsa bile binici giysisiyle kusursuz bir yelkanlıydı. Ufak tefek ama esnek bedeni her an balkondan atlayıp rüzgara karışacakmış kadar zarif, adımları yerde dolanan minik esintileri korkutmayacak kadar sessiz, cildi rüzgar içinde akıp gitmekten kurumuş olsa da hala ışıl ışıl ve sağlıklıydı. Rüzgarkeseninin sırtındayken ulaşamayacağı ada, içinden geçemeyeceği kanyon, konamayacağı tepelik yoktu.

Yel Rahibesi olan annesi ve eski bir savaşçı olan babasının çocuğu Eliz değil de Alyaz olmalıymış gibi gelirdi kıza hep. Ablasının büyük bir içtenlikle kendisine uzattığı binici entarilerini alıp giyinirken bir kez daha emin oldu buna.

Alyaz'ın entarisinin hemen hemen aynısıydı. Gömleğin ve şalvarın kalıbı daha uzun ve daha yapılı bir kadına dikilmiş gibi genişti. Eh, Eliz de babasından daha uzun ve erkek kuzenlerinden daha iriydi. Kuzeyde, Sekizkök'te, iriliği yüzünden zorlandığı, ters bakışlara maruz kaldığı olmazdı pek. Bir seksenlik kız, o sekiz tane dağın çevrelediği şehrin yerlilerinin yanında çıtı pıtı kalırdı çünkü umurlar sanki dört kanatlarıyla yeterince iri değillermiş gibi boyları iki buçuk metrenin altına pek nadiren düşerdi.

KEMİK VE GECEDENHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin