※23※ herkes oynaması gerektiği rolün farkındaydı, ikimiz hariç

24 6 8
                                    

Navhir'in dediğine göre Mara'nın evi Ayrıkoyak'tan yarım gün kadar uzakta kalan bir kasabaya gelmişlerdi. Kasaba diyince Eliz'in aklında canlanan şey herhangi bir ekvator ülkesi kasabasıydı: Düzlek bir çayıra kurulmuş, içinden belki birkaç nehir akıp geçen şöyle taş çatlasın yüz hanelik köyden bozma bir yer.

Hayır.

Sina'nın yaşadığı yer karşılıklı kucaklaşmış iki bayıra kelebek kanadı misali kurulmuş, sıkış tıkış sokakların eğri büğrü biçimde tepeye uzandığı, göğün yel değirmenlerinin yelkenleri ve kiraz rengi yapraklar tarafından işgal edildiği son derece kalabalık bir... Şehirdi. Aceleci bir şehir hatta. Yaklaşan kışa hazırlık yapan arılar gibi oradan oraya konan, birbirlerine vızıldayan bir yığın kanatlı iblissoylu vardı havada. Ağaçlardan eğri binalara ipler geriyorlar, iplere de rengarenk şeritler asıyorlardı. Bayırın dar ve alçak ağzını şemsiye gibi gölgede bırakan devasa şapkası hardal rengi ile çimen yeşilinin acayip karışımıyla çizgilenmiş olsa da gövdesi süt rengi mantarın çevresine iskeleler kurulmuş, kanatsız iblissoylular iskelenin hiç de güvenli durmayan merdivenlerine tırmanmışlardı. Mantarın şapkasına da bir şeyler asılıyordu sanki. Neydi onlar? Işıldak mı? Kağıt mı?

"Bir kutlamaya mı denk geldik?" diye sordu Alyaz rüzgarkesenini sık çalıların arkasına, geniş yapraklar ile iyice saklarken.

Navhir çatık kaşlarla öne çıktı ve gözlerini kısıp şehre, içindeki hazan renklerine bürünmüş flamalara ve curcunasına baktı. "Hayır," dedi ama iblis kendi dediğine inanmamış gibiydi pek. "Gündönümü kutlamalarının birkaç gün evvelden bitmiş olması gerekirdi."

Erez koca çantasını sırtına attı. Öte de alakarga olup çantanın kayışına konuverdi. "Bitirmekten ziyade kutlamalara yeni başlayacaklar gibiler." İki dost birbirine tuhaf tuhaf baktı. "Açan çiçek için bile bayramınız var, Navhir, onlardan biri olamaz mı bu?"

Toprakiblisi sabır dilercesine gözlerini devirdi. "O çiçek Yaradılış'tan beri değişmemiş tek çiçek. Ve senede bir kez açıyor. Elbette bunu kutlayacağız."

"Sonuçta bir çiçek." Genç adamın kelimeleri acımasız olsa da sesi öyle değildi. Sadece... Bir çiçeğin, bir geleneğin ya da bir törenin önemini anlamıyordu. Hepsi bu. Ona göre son derece ufak bir detay, anımsaması gereksiz hoş bir ayrıntıydı bu sadece. Detaylar konusundaki bu üstünkörü yaklaşımı Eliz'i de delirtirdi. Eh, şimdi de Navhir'i delirtiyordu.

"Kutsal bir çiçek." dedi Navhir kelimelerin üstüne basa basa.

Eliz iç çekip akrep olmuş Beri'yi omzunun üstüne attı ve birkaç adım ilerledi. "Neyse ki bayram kutlamaya değil, Sina'yı görmeye geldik." Sonra geriye dönüp sivri bakışlarla iki iblissoylu adama baktı. "Değil mi?"

İkisi iblissoylu da o buz gibi sesle çıkmış iğneleyici lafı duyunca irkildiler ki... Eliz az kalsın ciddiyetini koruyamayıp gülecekti buna. Evet, iblissoylu kavimler kadın erkek demeden herkesin eş görüldüğü, hatta bazı durumlarda kadının ya da dişil gücün baskın olduğu nadir toplumlardan biriydi. Yine de bir kadın kendinden beklenildiği gibi tatlı dilli, anlayışlı olmadığı ve anaç davranmadığı zamanlarda iblisler dahi şaşıp kalıyorlardı.

Eliz bunu keşfettiğinde on beş yaşındaydı, lisansını bitirmek üzereydi. Zehir gibi acı, kaktüs gibi sivri, bir tipi gibi cüretkar olmayı öğrenmişti o yıl. Çünkü hoca ve dost dediği insanlar, bizzat kıza ait bir projeyi alıp kendi isimleriyle yayınlamışlar ve bir dolu övgü, ödül kazanmışlardı.

Kız başta çok ağlamıştı. Dünyanın yanıp kül olduğunu, hayatı boyunca elindekilerinin hep ondan kolayca alınabileceğini zannetmişti. Sonra... Sonra mantıklı tarafı ağır basmıştı. Ağlayıp sızlanarak, gözyaşı döküp kendine acıyarak sorunlarını çözemeyeceğini fark etmişti. Çözüm basitti: Kendi ağlamak istemiyorsa başkalarını ağlatacaktı. Kendi başarı istiyorsa başkalarının önünü kesecekti.

KEMİK VE GECEDENHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin