※24※ yine de sevgilim, bilmeni isterim: acımasızlığım ve öfkem yalnız kendimeydi

17 5 2
                                    

Bodrum, kumaş mezarlığından ve yetim ipliklerin kaderine terk edildiği bir mahzenden ibaretti. Dükkanın içindeki her bir kumaşın yedeğinin olduğu, kutu kutu işlemelik boncuk setlerinin gelişigüzel saçıldığı, boy boy kanaviçe kanvaslarının ve kumaş boyamada kullanılan kirli fırçaların duvara asıldığı o karman çorman yerde elbette hiçbir şey bulamadılar. Çektikleri her çekmecelerden tüylü ve çiçekli süslemeler, açtıkları her sandıktan dikiş iğnesi setleri ve karıştırdıkları her dosyadan fi tarihine ait tomar tomar faturalarla karşılaştılar.

Eliz’in en başından beri umudu yoktu hiç. Evet, burası hakikatten de bir aile mirasıydı ve nihayet bu pahalı miras Sina’ya kalmıştı. Sina’nın çocuksu merakı ve hevesinden faydalanmak isteyen gudubet ustası da sanki tüm bina kendine aitmiş gibi yerleşivermişti buraya.

Ha, bunları Navhir’den duymamışlardı. Sina’nın bıcır bıcır konuşmasına kulak misafiri olmuşlardı yalnızca. Eliz ve Erez ikinci kattaki rafları karıştırırken Sina da alt katta hem boncuk işliyordu hem de ustasından dert yanıyordu. Zavallı kız. Aile zanaatı olan terziliği ona öğretecek tek kişi kalmamıştı akrabalarından. O da işi en iyisinden öğrenmek isteyerek ata ve analarını gururlandırmak istemiş, İrtiş’in en ünlü terzilerinden birini kendi evine misafir etmişti. Misafir misafir olmaktan çıkmış, terzi ustası Ma ailesinin evine yerleşmiş ve bu köklü terzi dükkanını kendi işyeriymiş gibi kullanmaya başlamıştı. Ufacık bir kızdı Sina. İçindeki kötülük yüzünden kalbi kan yerine zift pompalayan o şirret kadını buradan nasıl koparabilirdi ki?

Eliz elindeki anahtarı dördüncü sandık üstünde denerken alt kattan Alyaz’ın dehşete düşmüş sesini güçlükle duyabildi: “Ama bu doğru değil! Bu dükkan, bu bina sana ait. Nasıl- Nasıl senden böyle bir şey isteyebilir? Ailenin yıllarca emek verdiği şöhreti kendi çıkarları için kullanacak eğer burayı ona devredersen!”

Sina’nın sesi öyle mahzundu ki Eliz o an uygun kilidi bulmaya çalıştığı sandığı bırakıp kulaklarını aşağıdaki konuşmaya dikti. “Başka çarem yok ki… Tek başıma burayı çekip çeviremem ben. Hem… Hem daha öğrenmem gereken çok şey var.”

“Bence yeterince şey öğrenmişsin!” Alyaz’ın sesi daha gürdü artık. “Şu elbisenin güzelliğine bak! Hayatımda görmedim böyle bir şeyi. Bunu o ustan olacak aşüftenin- Pardon. Afedersin. O karının yapamayacağına eminim. Hele bu işlemeleri? Asla! Sina, bak ne diyeceğim, sen şu ustanı bana göster. Ben de kuytu köşede sıkıştırayım onu.”

Eliz’in arkasından ağır bir kapak gıcırdaya gıcırdaya açıldı. “Alyaz bile böyle delirdiyse…” diye mırıldandı Erez.

“Bu kızın ustası gerçekten aşüfte olmalı.” diye tamamladı Eliz onu. Anahtarı tuttuğu eklemleri bembeyaz kesilmişti. “Nasıl dayanmış buna bunca sene? Bu yaşında hem de? O kadar azar, tehdit, kötü muamele… Ufacık bir çocuk daha bu kız.”

“Çünkü tek başına. Çünkü bulduğu seçeneği bu. Çünkü öğrenmek istiyor ve-” Erez sözünü uzun süre tamamlamayınca Eliz elindekileri bırakıp arkasına döndü. Genç adam döşemelerin üstüne oturmuş, devasa bir sandığa çatık kaşlarla bakakalmıştı. Kapağı nazikçe yere bırakıp sandığı karıştırmaya başladı Erez.

“Ne oldu? Ne buldun?”

Genç adam sandığın içinden ufak, kare, kenarları solmuş bir kağıt parçası çıkardı. Kağıdın bir tarafına ufak yazılar karalanmış, öbür tarafına ise koyu renkli bir şeyler çizilmişti sanki. Kağıt parçasını yüzüne yaklaştırıp gözlerini kısarak resme baktı. “Bu…” Başını hafifçe yana yatırdı. “Mara mı?”

KEMİK VE GECEDENHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin