Biraz olsun dinlenmek, neredeyse iki gün sürecek uçuşa hazırlanabilmek ve Sekizkök'ün güneyinde kalan illeri yağmalamaları için bir günden daha az zamanları oldu. Eliz başından beri Alyaz'ın onlarla birlikte İrtiş'e gelmesine karşı çıkmıştı. Alyaz büyü yapamazdı çünkü. Büyü yapamadığı gibi büyüyü sezemez ve kendini göze görünmeyen güçlerden koruyamazdı.
Erez de çareyi Alyaz'ın bileğinden hiç çıkarmadığı, inci ve deniz kabuklarıyla süslü bilekliğini efsunlamakla bulmuştu. Biraz tuhaf ve ayaküstü yapılmış bir büyüydü ama vazifesini harfiyen yerine getiriyordu: Eliz ve Erez'in paylarının zıtlığından doğan sinerjiyi Alyaz'a paylaştırıyor, Alyaz'ı Denge zerrelerine hassas hale getiriyordu. Eliz'in büyüyü renklerle, Erez'in de seslerle algılaması gibi tıpkı.
Esmer kız hala büyü yapamıyor, tek rünü dahi devinime geçiremiyordu. Ama sonunda büyüyü az da olsa sezmeyi başarmıştı. "Bu ne böyle, tenim kaşınıyor sanki." demişti efsunu kuşandığında. "İçim kalktı size yaklaşınca!" Eh, bu da yeterliydi. Hiç değilse işlerin ters gittiğini anlayabilir ve kaçmak için zaman kazanabilirdi.
Gerçi Alyaz'ın gelmesi bir açıdan da iyi olmuştu. İki sene evvel, ortağıyla birlikte uzaklara çıktıkları her yolculukta tüm yükü, eşyaları ve erzakları ikiye bölerlerdi. Bazen öyle olurdu ki Öte ve Beri yarı yolda yükün ağırlığıyla çöküverirler, saatlerce uyurlardı.
Şimdiyse yanlarında gerçek bir rüzgarkesene binen, çevik bir biçimde hava akıntılarına karışabilen, eksik olmayan bir yelkanlı vardı. Beri'nin güçlükle yüklendiği erzak paketlerini Alyaz'ın rüzgarkeseninin sırtına bağladıklarında dev yılansı yaratık üstüne binen yükü anlamadı bile.
İki kız kardeş Taparlu'nun güney sınırında, kalabalık bir kasabanın bir ötesinde kalan ve yaprak döken seyrek meşe ormanlarının güzelce gizlediği bir tepede karamel renkli rüzgarkesenin sırtındaki torbalara düğümler atıyorlardı.
Alyaz bir düğümü fazla sıkınca rüzgarkesen homurdandı. "Özür dilerim," Alyaz düğümü hemen gevşetti sert ve diken gibi pulları okşadı. "Bu son olmalı. Eliz? Başka bir şey var mı?"
"Hayır, hepsi bu." dedi Eliz bağladığı düğümü son kez kontrol ederken. Alyaz havadayken bu düğümlerden biri açılacak olursa rüzgarkesen dengesini yitirir, Alyaz'ı da sırtından fırlatıverirdi. Yel korusun. "Sana kırk defa söyledim, bu kadar hazırlanmamıza gerek yoktu. Yabanın ortasına gitmiyoruz."
"Nereden biliyorsun yabana hiç girmeyeceğini?" Alyaz rüzgarkesenin sırtından kayıp yere zıpladı. Sonra da tepeliğin şehre bakan az eğimli tarafına baktı. "Hazır Ertim kasabaya gitmişken... Gel bakayım şuraya. Abla kardeş bir konuşalım."
Kızın gerisindeki rüzgarkesen formunda Beri altın rengi koca gözlerini iki yelkanlıya dikerken uzun, pullu kuyruğunu ıslak toprağa vurdu. Hala eskisi kadar enerjik, sevecen ve hareketli değildi. Ama iki kardeşin sohbetini dinleyecek kadar da iyileşmişti. İyi olmalıydı bu. Dedikoduyu bu kadar sevmese daha da iyi olacaktı.
Eliz, ablasının söyleyeceklerini ağaçların dahi duymasını istemiyor gibi Alyaz'ın yanına ilerledi ve karamel rengi rüzgarkesene yaslandı. "Buyurun, ablacığım?"
Alyaz metal koluyla hafifçe kardeşini dirsekledi. Hiç sevmiyordu Eliz'in ona "abla" diye seslenmesini. "Ne oluyor? Dökül."
"Ne gibi?"
"'Cinayet! Cinayet! Cinayet!' diye sayıklamıyorsun."
"Sayıklıyorum." diye karşılık verdi Eliz. "İçimden."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KEMİK VE GECEDEN
FantasiaKız oğlanı ilk kez bulduğunda sonsuz bir gecenin içinde ve donmuş topraklar üstünde, yirmi cesedin yanı başındalardı çünkü kainat onları anlaşılmaz ve karmakarışık bir bağ ile bağlamıştı. Kız oğlanı son kez bulduğundaysa... Elleri onu öldürmeye git...