※22※ gökte beni bilen tüm renkler

21 6 9
                                    

Saat altıyı vurduğunda Eliz göğe bakıyordu ve az kalsın şaşkınlıktan küçük dilini yutacaktı. Çünkü dayanılmaz bir ağırlıkta aydınlanan gökyüzünün uçları kızın o ana dek görmediği, görebileceğini tahmin dahi etmediği canlılıkta renklere büründü: Gündüzsefası çiçeklerinin yoğun moru, aşık bir gencin yüzünü yakan toz pembe, kalp kırıklığı kadar derin kızıl, güz vakti dağları süsleyen ormanlar kadar doygun turuncu. Renkler dans etti. Rüzgarın melodisi ve ormanın şarkısı yükselip alçaldı ve o güzel ses cümbüşü yaramaz bir çocuğun tekerlemesi gibi hızlandı. Kızın ellerini okşayan o tuhaf, kaotik büyü bile derin uykudan uyanmış bir kalbin heyecanıyla titreşti, sızladı. Ve-

Gökyüzü… Değişti.

Üçüz aylar ve Akrun yerlerinde sabit kaldı ama Dünyakatibi, Çölyolcusu, İlkgöz takımyıldızları Eliz’in gözleri önünde yok oldu ve yerlerine kızın o ana dek hiç görmediği, isimlerini yalnızca iblislerin bildiği yıldız kümeleri geldi.

Eliz bir mühendisti, Alyaz ise kimyager. Ama karşılaştıkları o tuhaf dünya… İkisinin de herhangi bir teoriyle ya da mantıksal yaklaşımlarla açıklayamayacakları kadar yabancıydı.

İki kız kardeşin aval aval gökyüzüne baktığını gören Toprakiblisi güldü ve yelkanlıların baktığı takımyıldızlara, renklere çevirdi gözlerini. “Ne tuhaf,” dedi. “Burada doğan biri için tüm bu değişimler uykuya dalmak ya da nefes almak kadar doğalken buraya ilk kez adım atan biri için feci halde sarsıcı oluyor.”

“Zamanı bu şekilde mi tayin ediyorsunuz? Gökteki değişimlerle ve açılıp kapanan kapılarla?” Alyaz gözlerini ağaran gökten çekip Navhir’e çevirdi. “Çünkü gördüğüm kadarıyla evin hiçbir yerinde saat yoktu.”

“Eh, evimde binlerce saati asabileceğim kadar fazla duvarım yok. Öyle olsaydı bile her saati günde sekiz defa ileri almam gerekirdi.” Kendisine boş boş bakan kardeşleri görünce yeşil gözlerini gökten çekti ve yumuşak bir ifadeyle gülümsedi. “Zaman dediğiniz şey nedir? Yaradılış’tan bu yana dünyanın ve kainatın elzem parçalarından biri midir yoksa kendi elimizle, algısal yönümüzü kaybetmemek adına tasarladığımız bir araç mıdır?”

“Zaman hem kainatın parçasıdır hem de bir araçtır.” dedi Eliz. “Olmayan bir şeyi algımıza sığdırıp parçalara bölerek isimlendiremezdik.”

“Mühendis birinden daha farklı bir cevap beklemezdim. Öyleyse ikinci soru:” Navhir kollarını göğsünde kavuşturdu. “Aynı anda hem yapay ve hem de doğal olan bir kavrama mutlak diyebilir miydik?”

Eliz gözlerini kırpıştırarak yarasa kanatlı iblis adama baktı. “Buna bilimsel bir yanıt mı vermeliyim yoksa felsefi mi?”

“Mümkünse sana en doğru gelen yanıtı.”

“Nesnel olarak mutlak ancak öznel olarak izafidir.” Ama kelimeler ağzından çıkar çıkmaz kemiklerinin içindeki güç itiraz etti buna. “İrtiş’e hiç gelmeseydim söyleyeceğim şey kesinlikle bu olurdu ama şimdi…” Gökten silinen renkleri izledi bir süre. Sanki hiçbiri var olmamış gibi kayboluverdiler aceleyle. “Açıkçası hiçbir yanıt doğru gelmiyor.”

“O halde topraklarımız seni tanımaya başlamış demektir.”

Eliz kendi kendine gülecekti az kalsın. “Yani İrtiş’te mekan gibi zaman da mutlak değil.”

“Değil. Bu yüzden saatler geride kalır, yıldızlar yer değiştirir.” İblis ve yelkanlı kızın gözleri buluştu. Navhir, kızın içini buz eden o kelimeleri büyük bir rahatlık ve samimiyetle söyledi: “Bu yüzden geçmişimiz ve geleceğimiz bizi alacakaranlık sessizliğinde ve rüyalarımızın içinde rahatsız eder.”

KEMİK VE GECEDENHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin