※2※ mühendis, büyücü, evlat, kız kardeş ve çözüm

113 55 56
                                    

Eliz asruh soyundan gelme halklardan biri olan yelkanlılardandı. Tenine yazılıydı soyu. Cahil bir çift göz bile kızın beyaz ama yıllar boyu ekvator güneşi altında geçirdiği zamanla lekeler ve çiller edinmiş cildi üstünde uzanan kapkara çizgilere bakarak kızın rüzgarın as soyundan geldiğini anlayabilirdi. Parmaklarının etli kısmından başlar, avucuna iner ve bileğine geçerdi. Kollarının tüm hatlarını keskin kavislerle ve iğne oyası kadar ince dallarla süsler, omuzlarından gövdesine uzanırdı. Göğsünden karnına ve boynuna oradan da yüzüne geçer ve bacaklarını sarmalardı bu kapkara lekeler. Ana Kara'lı güneyli insanların tüm vücuduna işlediği dövmelere benzerdi biraz.

Ama şayet bu göz biraz olsun bilgili ve dikkatli ise Eliz'in teninde iki farklı renkte ama iç içe girmiş lekeler görürdü. Öyle de olması gerekirdi. Koyu ve diğerine üstünlük kurmuş kapkara çizgileri yel lekeleriydi örneğin. Parçası olduğu rüzgarlara ve onu yükseklere taşıyacak esintilerin vücuduna kazınmış bir hediyesiydi onlar. Daha soluk, altın renkli ama incecik olan lekelerse soy lekeriydi. Aile mirasıydı bu da. Kimlerden olduğu, nereden estiğini söylerdi.

Ama gözler istediği kadar dikkatli, istediği kadar cüretkar olsun o izleri göremezdi. Boynundaki kolyenin ucuna asılı oval Karataş ile tüm lekelerini, sivri uçlu kulaklarını, keskin ve uzun köpek dişlerini titizlikle saklardı kız.

Yelkanlı demek istilacı demekti. Barbar demekti. Ölüm, zarar ve yıkım demekti. Yelkanlılar adalardan gelen ve uçabilen dev yılansı canavarlara sahip sömürgecilerdi Ana Kara halkının gözünde. Haksız değillerdi. Güney yarım kürede o izlerle dolaşmak darağacına giden kestirme bir yoldu ve Eliz o darağaçlarından sayısız kez kıl payı kurtulmuştu.

Sonuçta yeni topraklar arayan, kana susamış kuzeyli yelkanlılardansanız ve istila ettiğiniz yerlerdeki kadınların dörtte üçünü yel sunaklarında rüzgar ruhlarına ve yılansı canavarlara kurban etmişseniz, eh, yerli halkın yüzlerce yıl sonra bile sizi lekelerinizle suçlaması pek kaçınılmaz bir sonuçtu.

Gerçi Eliz yarı kuzeyli yarı güneyliydi. Yarı Gökçelili yarı Arbuzlu. Ama bir yelkanlıydı ve törelere göre doğduğu anda boğazlanıp öldürülmesi gerekliydi. Gökçeli imparatorunun Arbuzlu bir vahşiden olma gayrimeşru torunu olmanın böyle birkaç ufak dezavantajı vardı ne yazık ki.

Kendi lekelerini saklamasının bir başka sevimli sebebi işte tam olarak buydu. Lekeleri ailesini ele verirdi. Lekeleri ortaya çıkarsa da... Kendisi meydanda ibreti alem olsun diye yakılmadan önce onu ve annesini kucaklamış Arbuz'u ekvator okyanusunun dibine gömerlerdi. Gerçi Gökçeli'nin ne yapacağı belli olmazdı, daha yaratıcı ve zalim bir ceza bulabilirlerse onu da uygulayabilirlerdi.

Eliz ufak dairesinin bulunduğu eski, daracık, taş kaldırımların kenarlarında boy boy saksıda rengarenk orkide ve begonyaların birbirine karıştığı sokağına vardığında az kalsın haline kahkaha atacaktı. Çarmıha gerilmiş, gözleri oyulup dişleri sökülmüş ve uzuvları teker teker yakılan gövdesinin görüntüsü zihninin ortasına yerleşiverdi. Ne derlerdi acaba arkasından? "İmparatorun piç torununa bakın hele. Gizlenip bir de okumaya kalkmış. Pis kaltak."

Neyse ki midesi yağmurun şemsiyeye pıtır pıtır çarpışını bastıracak ve kızı acı içinde iki büklüm edecek şekilde guruldadı da kahkahası hıçkırığa döndü. Uluyel. Kendini toplasa iyi olacaktı. Nemli havayı içine çekip apartmanına döndü.

Emekli öğretmen ev sahibesinin elinde tığı ve bir top yün ipiyle her zaman oturduğu gıcırtılı çardak boştu. Hakkını yememek lazım, iyi bir kadındı, Eliz'in fakültede eğitim verdiğini duyunca kirada indirim bile yapmıştı. Ama yorumlarını hiç mi hiç kendine saklamazdı. Tığını kucağına bırakır, gözlerini kısar ve burnunu kırıştırırdı. "Sen kilo mu verdin sanki kızım?" Sonra hiç onaylamaz gibi dilini şaklatırdı. "Öyle olmaz ama. Yemek yemelisin. Benim zamanımda hafif göbeği olmayan kızı evlendirmezlerdi."

KEMİK VE GECEDENHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin