※10※ bencillik ile çaresizlik ve ölüm ile delilik arasındaki incecik çizgi

20 8 5
                                    

Yelkanlılar üşümezlerdi. Göğün en yükseklerinde, kuvvetli fırtınalara ve soğuk esintilere karşı uçarlar, Ana Karalı halkların uğramaya bile cesaret edemedikleri rakımlardaki uçan dağlarında, kutbun gezici buzullarında ve ekvatorun volkanik adalarında yaşarlardı. Bir rüzgarkesenin sırtındayken yele karışan yelkanlı eğer hızlı değilse yeterince iyi uçamıyor sayılırdı ve bu da son derece kötü bir nam anlamına gelirdi.

Evet, yelkanlılar üşümezler, kolay yorulmazlardı. Ciltleri rüzgarın kamçılarından çatlamaz ve elleri soğuktan uyuşmazdı, doğru.

Eliz hariç. Eksikdoğan olmanın tek laneti bir rüzgarkesene sahip olamamak değil, kanının ona getirdiği hemen hemen tüm ayrıcalıklardan yoksun kalmasıydı aynı zamanda. Güneş ufuktan kaybolduğunda Taparlu'nun sekiz yanına tepelerini, sarp yamaçlarını uzatmış sıradağlar ailesinin üstünde uçarken rüzgarkesen formundaki Beri'nin kafasının kenarlarındaki kemikten çıkıntılarına tutunmuş elleri soğuktan buz kesip uyuşmuştu.

Sekizkök'ün ışıltılı dağları ve yüce Porsuk'u geride kalmış, git gide yükselen dağların ve vadilerin ardında kalmıştı. Ovalar yerini bıçak gibi keskin kayalara ve kıvrımlı yükseltilere bırakmış, upuzun çam, ladin ve sedir ormanları kısalmış ve tepelere asılan ufak çalılara dönmüştü. Yükseklerden uçan bir gözlemci çıplak gözlerle aşağı baktığında birbiri ardına sıralanmış, testere gibi sivri ama akan su kadar kıvrımlı olmasına rağmen mezarlık kadar ölü, engebeli bir alan görürdü.

Ama pek yanılırdı. Taparlu'nun kuzeyinde, Uçbuzlu Denizi'nin hemen güneyinde kalan ve her biri en az Sekizkök kadar kalabalık olan pek çok yerleşim yeri bulunurdu aslında. Sadece dağların üstünde değillerdi. Aksine, altındalardı. Dağların içini oyup kendilerine ev yapma huyu yalnız Sekizkök'lü umurlara ait değildi. Her dağ oyulabilirdi, her maden sonunda canlı bir sokağa dönüştürülebilir ve her koyak köprülerin kurulduğu işlek bir caddeye çevrilebilirdi.

En nihayetinde kuzeyin bu acımasız topraklarında yaşayanlar ilkel Dağiblisleri'nin soyundan gelen iblissoylulardı. Kanlarının doğasından olsa gerek, dağlar onları mıknatıs gibi kendilerine çekiyordu sanki. Taparlu'nun geniş sınırlarındaki tek bir dağ hariç her birini kendilerinin yapabilirlerdi.

Taparlu'nun kalbinde yatan ve Ana Kara'nın en yüksek on dağından biri olan Hanımın Saçları hariç.

Eliz rüzgarkeseniyle yeterince yükselecek olsa ve şöyle iyisinden bir dürbünle güneyden kuzeye bakıp dağların her birini temiz bir kağıda çizseydi sonunda kağıdın üstünde saçları oraya buraya saçılmış, bacaklarını ve kollarını gövdesine çekmiş halde huzurla uyuyan bir kadın sureti belirirdi.

Rivayete göre şimdilerde Taparlu'da sonsuz uykusuna yatmış Hanım ve sevgilisi aslen İrtiş'in acayip ve kaotik topraklarında doğmuş ilkel iblislerdenmiş. O zamanlar dünya ufakmış. Her yerde gök ile toprağı delip geçen ve ardında koskocaman bilinmezlik yatan kapkara yarıklarla doluymuş: Dünyayaraları ile.

Çevrelerini kuşatan kara yarıklar ve içinde bulundukları daracık, yeni doğmuş dünya Dağiblisi Hanım'a ve Bulutiblisi sevgilisine pek bunaltıcı gelmiş. El ele tutuşmuşlar ve çocuksu bir merakla memleketlerini arkalarında bırakıp dünyanın henüz yalnız ama kimselerin bilmediği zenginliklerle dolu diyarlarına gitmeye karar vermişler.

Kuzeye olan yürüyüşleri de işte böyle başlamış.

Hanım'ın attığı her adımda yer küre sallanmış, ayağını vurduğu her yerde toprak ezilmiş ve yağan yağmur da ezilen toprağın oyuklarına dolup gölleri doğurmuş. İrtiş'in ateşinden yaratılma bu iblis kadının lavdan tenine kar yağmış, dolu vurmuş, yağmur çarpmış. Bulutiblisi kocasının saydam ve soyut bedeni o deli rüzgarlarla dağılma raddesine gelmiş. Ama kuzeye yürüyüşlerine devam etmişler.

KEMİK VE GECEDENHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin