※4※ en olmadık zaman ve orada duran şeytan

77 31 37
                                    

Soğuğa ve karanlığa dokunup şekil vermeye alışkın payı kemiklerinin içinde kıvrandı adeta. Rahatsız edici, tedirginlik verici bir his değildi bu, tam aksi, tepeliğe giden yolu örten meşum karanlık sis Eliz'in tenine olduğu kadar kemiklerini dolduran geçmiş hayatlarına da dokunuyor ve her birini selamlıyordu.

Karanlık Eliz'e asla zarar vermezdi en nihayetinde.

Buna rağmen yanındaki yaşlı umur adamın saklamaya çalışmasına rağmen kendini ele veren titreyişini bir parça azaltabilmek için ince ve uzun kara rün kağıdına ufak bir büyü karalamıştı. Kağıt kızın niyetiyle parçalanmış ve yollarını aydınlatacak kadar parlak ama gece ruhlarını rahatsız etmeyecek kadar da ufak bir yalancı ateş halini almıştı. Zavallı ihtiyar bu minik büyüyle bile etkilenmişti.

Kabir dağın taş yüzüne oyulmuştu ve kapısına ancak aşınmış kaya merdivenler ile çıkılabiliyordu. Her bir basamak binlerce yıllıktı. Türlü türlü otun, yosunun, çalının bu kadim kabre yükselen yolu işgal etmesi şaşırtıcı değildi tabii ki ama... Bitki örtüsü adamın anlattığı kadar tuhaftı. Karanlıkta bile. İnsanın içini kaldıran, doğallıktan uzak ve ölüm gibi kokan morumsu salkımlar taştan basamakları sarmalamıştı. Çiçekleri (yoksa meyveleri miydi onlar?) yusyuvarlaktı ve bakıyordu. Keçi gözü gibi ufak ama hareket edebilen goncalar kız ile adamı kabrin yosunlu kapısına değin takip etti.

Yine de o çiçeklerin kötü bir niyeti yoktu. Belki zehirliydiler ama kendilerinden daha tuhaf bir başka varlığı kıza musallat etmemişlerdi.

"İşte, kızım. Kabrin kapısı burası." dedi adam soluklanırken. Hiçbir umur kanat çırpmak yerine merdiven tırmanmaya alışmazdı ve bu adam da istisna değildi. "Gerçi..." Dikkatle o göz çiçeklerden kapıya süzülen koyu renkli sümüksü sıvıya bulaşmamış kayalara dokundu. "Ne olmuş bu kapıya böyle?"

Eliz payını uyandırdı, eh, payı da bunu bekliyordu. Kemiklerinden taşıp etraftaki soğuğu içti. Adamın dokunduğu yerin biraz yanındaki temiz ve okuyamadığı motiflerin oyulduğu kaya kapıya avucunu yasladı. İçtiği soğuk, kaya kapıdaki örüntülere doldu. Kapının mekanizmasına, üstünde kullanılan büyülerin ağırlığına ve hatta kayanın tam olup olmadığına.

Kızın parmakları arasında dolanan şımarık soğuk tenine kıymık gibi battı. Acı verici değildi bu his. Rahatsız ediciydi. Yumuşak bir yastığa parmaklarını sürterken bir yığın sivri kumla karşılaşmıştı parmakları sanki: Orada olmaması gereken şeylerle. Olan olduktan sonra kapıya süzülmüş bir büyü, iş işten geçtikten sonra kabre girmeye çalışmış meraklı bir güç.

Bir ışık zerresi. Işıktan damla, kızın olmaması gereken şeyi taştan ayırırken kullandığı sessiz fısıltısı ile Eliz'in parmağına süzüldü.

Ve şekil alıp dönüştü: Zarif bir karahindiba tohumu.

Eliz kaşları çatılı halde elini taş kapıdan çekti. İşaret parmağının üstünde kalan ışıktan paraşüt tohuma bakakaldı. Gümüş ışıltıların süslediği saydam bir tondaydı ama kızın her nefesiyle birlikte tohumun gövdesi kalp atışı gibi titreşiyor ve rengi canlanıyordu.

O atımların aşinalığı ile tüyleri diken diken oldu. Yer gösteriyordu sanki. Ellerini uzatsa- Hayır. Kalbi göğsünü döverken içi öfkeyle ısındı.

Ama tohum pek yaramazdı. Şekli titreyip bozuldu ve kızın parmağından avucuna bir damla cıva gibi aktı. Yeniden şekillendi. Bu kez daha canlıydı, hatta belki daha hevesli. Az önce paraşütçük olan ışık zerreleri iki güzel kanada, tohumun gövdesi ise uzun antenli bir bedene dönüştü. Işıktan kelebek sanki az evvel kozasından çıkmış gibi kanatlarını yavaşça açıp kapattı. Sonra kızın orada olduğunu biliyormuş gibi Eliz'e baktı. "Kapının mührü kırılmış." diyebildi Eliz.

KEMİK VE GECEDENHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin