※5※ değişmeyen kötü huylarımız: birbirimizden saklanmak

72 30 31
                                    

Köy pansiyonunun artık hepten sessizleşmiş bahçesindeki minik dört yalancı ateş altında tüyleri kan gibi parlayan vaşak zalim bir keyifle Eliz'i ve kızın ablasıyla birlikte üstündeki gömleğin kolunu kesme çabasını izliyordu. Arada bir kurt olan Beri bu vaşağa bulaşıyor, zararsız patilerle iri kedinin uzun tüylü kulaklarına vurmaya çalışıyordu.

Ama vaşak her defasında incecik gözleriyle Beri'ye bakıp tıslıyordu. Beri de üzgün üzgün inleyerek gerisin geri Eliz'in yanına dönüyordu.

"Öte," diye seslendi Erez mutfaktan. "Beri ile uğraşmayı kes. Evden bana deri torbamı getir. Ufak olanı."

Vaşak buna sinirlenmiş gibi uzun kuyruğunu kamçı gibi üstünde oturduğu yastıklara vurdu. Gözlerini kısıp veranda ile mutfağı birbirine bağlayan perdeli camdan içeri, genç adama baktı.

Erez bu sessiz ültimatomdan hiç etkilenmemişti. "Hadi Öte. Şimdiye yolu yarılamıştın."

Vaşak sanki hiç acelesi yokmuş gibi dört ayağı üstüne kalkıp bir güzel gerindi. Sonra silkindi. Kızılımsı kahve tüyleri kapkara duman altında silindi. Duman ufaldı ve geride sadece bir alakarga kaldı.

Öte havalanıp geceye karışmadan önce bilmiş bilmiş Eliz'e bakıp çirkin sesiyle gakladı.

"Al birini vur ötekine." diye söylendi dişlerini sıka sıka. Sağ eli kontrolsüzce kasılıp seğiriyor, ara sıra gözlerinden yaş getirtecek kadar şiddetli kramplarla parmakları kaskatı kesiliyordu. Ama keşke kramplar yalnız yaralı sağ kolunda sınırlı kalsaydı! Bazen midesi ve ciğerleri bile kasılıyordu adeta. O anlarda nefes almak ve gırtlağında yükselen acı safrayı geldiği yere geri yollamak arasında becermesi feci şekilde zor kararlar arasında kalıyordu.

"Dedi o kargayla arasında hemen hiçbir fark bulunmayan kız." Alyaz gömleğin omzundaki dikişleri sonunda kesip attı ve yenin kumaşı tek parça halinde yere düştü. Neyse ki giysi kıza bol gelmişti de kesmesi de üstünden çıkarması da kolay olmuştu. Alyaz tepesinde süzülen yalancı ateşi tutup yakına çekti ve kardeşinin yarasına dikkatle baktı. "Uluyel," diye fısıldadı. "Sana gitme dedim! Başına bir iş gelecek dedim!"

İşin aslı başına bir iş geleceğini zaten biliyordu. Hep gelirdi. Her naçiz avında, her büyü öğrenme seansında. Ama böylesi...

Eliz şanssızdı şanssız olmasına ama bu kez belasını kendi aramıştı ve nihayetinde de bulmuştu.

Yaşlı umur pansiyonun dışından üçüncü katına uzanan gıcırtılı ahşap merdivenlerden indi. Bu kez elinde minik bir kase dolusu yaş civanperçemi vardı. "Eh kızım," dedi çocuğu azarlar gibi. Kabirden çıkıp köye gelene kadar böyle konuşmuştu kızla. "Madem Sekizli'nin büyücüsü değildin, neyine güvenip de kabre girdin?"

Bu laf tam da ilk üç parmağının neredeyse ikiye katlanacakmış gibi kasıldığı ve bağırmamak için dilini ısırdığı, derisinden buz gibi terin boşaldığı anına denk geldi. O an karanlığa uzanıp umur adamı kovalamak çok ama çok kolaydı. Karanlığı da, patlamak için bir sebep arayan öfkesini de tuttu ve zihninin gerilerindeki düşünce yığınının dibine gömdü. Şimdi sırası değildi.

Alyaz cevap vermek için ağzını açmıştı ki Erez elinde benzer büyüklükte bir kase ile mutfaktan verandaya çıktı. "Hayır, o da Sekizli'nin büyücüsü." Yaşlı adamın elindeki civanperçemini sessiz bir teşekkürle alıp bir tutamını kendi kasesine attı ve tahta kaşıkla yaş çiçeği ezdire ezdire karıştırdı. "Yaşananlar benim kabahatim. İçeride olup azayı kovaladığımı kimse bilemezdi."

O an şaşkınlıktan parmaklarına giren kramp bile çözülüverdi. Söylediklerinin doğru ya da uydurma olması değildi önemli olan. Kızın bariz hatasını, büyü konusunda cahil olduğu her açıdan belli bu umur adama karşı silah olarak kullanmamasıydı. Ne diye söylemişti şimdi bunu? Eliz'in acıdan çarpılmış suratı bir de öfkeyle kararmasın diye mi? İğneli yorumlarını daha sonraya saklamak için miydi yoksa?

KEMİK VE GECEDENHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin