Eğer işe yarayacağından emin olsaydı dehası ve sahip olduğu tüm becerisi ile yaptığı, çalışmaya başlamak için büyünün gücünü hevesle bekleyen o koskocaman makinesinin üstüne damarlarındaki kanın hepsini saçardı Eliz. Bunu yaparken tereddüt de etmezdi üstelik. Yalnızca buhar haznesi bile tasarım harikası olan, verimlilik kelimesine apayrı bir anlam katabilecek, kusursuza yakın bu makine şimdi içini acıtan -belki biraz öfkeyle kavuran- bir sükunet ve sakinlik içinde olduğu yerde duruyordu.
Delirtiyordu bu Eliz'i.
Asistanlarını birkaç saat önce hiç nazik olmayan bir üslupla fakültede kendisine tahsis edilmiş laboratuvarından kovmuştu. Çoğu da bir zamanlar kendi gibi işi ustasından öğrenmek isteyen genç mühendislik öğrencileriydi aslında. Gün boyunca yalnızca Eliz'in yanında meraklı gözlerle kızın metale çizdiği rünleri izlemişler, yaşı hemen hepsinden ufak olsa da saygın hocalarına bir ihtiyacı olup olmadığını sorup durmuşlardı. Niyetleri kötü değildi.
Ama ardı ardına denediği kadim harflerin -rünlerin- her defasında başarısız oluşu... Bırak makineyi çalıştırmayı, harflerin güya makineye can verecek büyüye sahip obje ile -naçiz- etkileşmemesi... Odada kendi dışındaki herkesin aldığı soluk Eliz'e batmaya başlamış, meraklı gözlere dolan hayal kırıklığı kızın omuzlarını ağırlaştırmış, ortaya atılan her bir teori ise başının içinde kümelenmeye durmuş ağrısının kudurmasına sebep olmuştu.
Güneş, boğucu bir muson akşamında yağmur taşımaktan ağırlaşmış koyu renkli bulutlar ardında alçalmışken parmakları lacivert pekmezimsi mürekkebe bulanmış halde büyük bir hüsran içinde taburesinde oturuyordu Eliz. Bukleli sapsarı saçları o yoğun nem ve bahar sıcağı ile tel tel ayrılmış ve gözleri yorgunluktan şişmişti.
Sırtını döndüğü kapı yumuşakça açıldı -nihayet bunu öğrenebilmişlerdi- ve uzun bir gölge Eliz'in üstüne vurdu. "Hocam, laboratuvarları kapatıyoruz." dedi çekingen ve yaşlı erkek sesi. Kat görevlisiydi. "Siz-"
Eliz geriye bakmadan mürekkep şişesine uzanıp mantar tıpayı kapattı. "Anahtarım var. Size iyi akşamlar." Kelimeleri nazikti, evet, ama sesi öylesine bezgin ve tahammülsüzdü ki adamcağız kaçarcasına kapıyı kapattı.
Sonra da şişeyi laboratuvarın bir köşesine fırlatıp kırık camlar üstünde çığlık atmamak için dudaklarını kanatana kadar ısırdı. Bazen birden ufak bir çocuğa dönüşmek için yakıcı bir arzu duymuyor değildi. Herkes ağlayıp tepinen, şımarıkça çığlık atan çocuklara öyle ya da böyle tahammül ederdi. Yirmi bir yaşında genç bir kıza, dahi olarak anılan ve yaşlı mühendislerin bile sahip olmadığı kadar patente sahip mühendise ise garip garip bakarlar ve arkasından konuşurlardı. "Fuara gidecek makinesini kullanılmayacak hale getirmiş." derlerdi. "Yazık oldu, Yüksekmühendislik ünvanı başka bahara kaldı."
O insanların söylediklerini de Eliz'in karşısında duran, kasnağının halatı laboratuvarın bir kenarına fırlamış, dişlileri birbirinin içine geçmiş, zincirleri atmış, iç aksamından koyu renkli ve pis kokulu duman yükselen zavallı makine teyit ederdi: Uğruna yıllarca çalıştığı, metalini engin çölün derinliklerinden getirttiği, koca bir araştırma bütçesini mahvetmiş makine.
Makinenin neredeyse kendi içinde yanmasına ve donmasına sebep olan katastrofik hata -hayır, hata değildi bu, eksiklikti- metalden değil büyüden kaynaklıydı çünkü Eliz geleneksel enerji kavramına farklı bir açıdan bakmaya çalışmıştı: Yakıt olarak yağ değil büyü kullanmak istemişti. Eh, sebebi basit ve bir o kadar da akıllıcaydı aslında: Yağ sınırlı bir kaynaktı, çıkarması ve işlemesi zahmetliydi, litresi safkan bir altıntoynak cinsi kısrak kadar da pahalıydı.
Ama büyü dünyanın bilinci, ruhu ve bedeniydi. Sonsuzdu. Her yerdeydi: Soluduğu havada, parmaklarını ritmik şekilde vurduğu masada, yağmuru taşıyan rüzgarda... Büyücünün isteklerine cevaplar verir, elleri çevresinde bükülüp hizmet ederdi.
En azından teoride böyleydi.
Pratikte ise Eliz'in gözlerini kırpmadan baktığı, şimdi üç parçaya ayrılmış ve bir kısmı toza dönüşmüş naçizin içler acısı haliydi. O obje yarım saat kadar önce iki yüz yıllık bir ayna ve Alkar sınırında yaşamış bir cadının yanından ayırmadığı andacıydı. Ayna güçlü cadının yanında kaldıkça cadının büyüsünün bir kısmını kendi içinde depolamış, cadının ölümü sonrasında da gücü saklamıştı: Tıpkı bir pil gibi.
Metal yeniden dökülür, dişliler değiştirilir, kasnağa tekrar halat dolayabilirdi Eliz. İki hafta kadar kısa bir sürede yapabilirdi bunu hem de. Sonuçta planlar elindeydi. Hesaplamalar bizzat kendisine aitti. Ama makineyi bozmadan metale güç verecek başka bir büyü gereci bulmak? Hmm, sanırım az sonra lapa lapa kar yağması daha olası.
Çünkü Eliz'in elinde kalan sağlam son büyü andacı şimdi küllerine ayrılmış aynaydı.
Acaba bir mektup daha yazıp Yel'in kör belası ortağının geberip gebermediğini bir kez daha mı kontrol etseydi? Gebermiş olsa iyi olurdu, Eliz'in elleri kirlenmezdi en azından. Ama yok, cesedini görmeden de rahat etmezdi. En nihayetinde iki senedir öfkeden kanı kaynıyor, intikam hayalleriyle başına ağrılar saplanıyor, kızgınlığını o iblisten gelen mektupları parça pinçik ederek çıkarmaya çalışıyordu.
Yo, hayır. Gebermemiş olması daha iyi olurdu. Bu sayede kendisine aşağılıkça şantaj yapan, arkasından iş çeviren, kızı rezalet bir anlaşmaya zorlayan o herifin gırtlağına parmaklarını sarıp soluğu kesilene dek boğazını sıkabilirdi. Bıçağını göğsüne bu kez tereddüt etmeden saplayıverip ölümüne kanamasını ve o çöl kadar tedirgin edici güzellikteki yüzünün solup gitmesini izleyebilirdi Eliz.
Çünkü o adinin yüzündendi. Eliz daha güçlü naçizleri bulamıyor, daha kuvvetli büyüleri öğrenemiyorsa o herifin yüzündendi. Tüm bunlara olanak sağlayan, kızın büyü yetisini ve hayatta kalma becerilerini tasdikleyen belgeyi Eliz'in gözleri önünde yakmıştı iki sene evvel.
Masaya vuran parmakları ritmini kesti. Göz pınarlarına dolup öfke ile cayır cayır cildini yakan yaşları geri kovaladı. Ağlamak yok. Bir çözüm bulacağız. Göğsünün içinde bir kördüğüm, midesinin ortasında da taş gibi bir ağırlıkla ayağa kalktı. Çözüm bulamazsak da ertesi sene olacak fuarı bekleyeceğiz. Açlıktan ve uykusuzluktan titreyen elleri darmadağın notların ve bardak bardak soğumuş zehir gibi çayın saçıldığı masadan şemsiyesine uzandı.
Eğer o vakte kadar bana hala göndermeyi vaadettiği naçizi yollamazsa Yel'e yemin olsun ki ne yapıp ne edip kara büyü öğreneceğim ve makineyi çalıştıracağım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KEMİK VE GECEDEN
FantastikKız oğlanı ilk kez bulduğunda sonsuz bir gecenin içinde ve donmuş topraklar üstünde, yirmi cesedin yanı başındalardı çünkü kainat onları anlaşılmaz ve karmakarışık bir bağ ile bağlamıştı. Kız oğlanı son kez bulduğundaysa... Elleri onu öldürmeye git...