※17※ hiçbir zaman yerine getirmeyeceğim bir yemin (nasıl getirebilirim ki?)

39 8 17
                                    

Kaside otlarını havanda aceleyle ezerken hala elleri titriyordu kızın. Ve hala sırtından soğuk ürpertiler geçiyordu sanki her an mutfak kapısından birileri fırlayabilecekmiş gibi. Halbuki Erez’in evindeki bulabildiği en kaliteli mürekkeple -adi iblis, nereden bulmuştu Kankökü mürekkebini?- bildiği tüm illüzyon ve pay kısıtlama büyülerini birkaç tekrarla duvarlara yazmış ve kemiklerinde kalan tüm güçle büyüyü devinime geçirmişti.

İllüzyon büyülerini o kadar abartmıştı ki kapıdan çıksa geriye döndüğünde evi yerinde göremezdi bile muhtemelen. Buna rağmen zihninde tüm hızıyla çalışan ve durmadan rahatsız edici senaryolar üreten paranoya çarklarını susturamamıştı.

Bir avuç denizüzümü alıp havana attı. Çekirdeklerini dahil kıra kıra ezerken baldırına yumuşak ve sıcak tüyler süründü. Kızıl kahve tüylü vaşak tombul suratını Eliz’in bacağına çarpıp mırladı ve hop diye kızın yaslandığı tezgaha zıpladı. Güvende. Sözcük şiddetli ve ani bir istilayla zihninde yankılandı kızın.

Eh, Öte’nin iletişim şekli kendi varlığı kadar tuhaftı.

Eliz tezgah üstünde bir biblo gibi zarafetle oturmuş ve koca gözlerle ona bakan iri kediye eğilip burnunu kedinin burnuna sürttü. “Teşekkür ederim, Öte. Hem Alyaz’ı şehrinden çıkarttığın hem de buraya gelmesini engellediğin için.”

Vaşak şımarık şımarık mırladı sonra da naz yapar gibi yüzünü kızdan çekti. Duman?

Kız elini keten torbaya atıp birkaç dal hatmi de ekledi toza dönmüş otlara. Onları da ezdi iyice. “Evet, duman. Buhurdanlığın nerede olduğunu biliyor musun?”

Öte bu kez tezgahtan karşı duvardaki rafa, oradan da dik bir dolabın hemen üstüne atladı. Cüsseli bir yaratık olmasına karşın hareketleri öylesine isabetliydi ki ne patileri ufacık bir tıkırtı bile çıkardı ne de raftan bir şeyler düştü. Miyavlar gibi bir ses çıkardı sonra. Ön patisiyle ağır bir metal çanağı nazikçe ittirdi.

“Desene, bilmemem imkansız çünkü evi çekip çeviren benim.” Buhurdanlık düşmeden Eliz parmakları ucunda yükselip portakal büyüklüğündeki metal hazneyi tezgaha indirdi. Pek çok kez yakılmış ve buna karşın pek az kez temizlenmiş bir buhurdanlıktı bu. Metal, delikli işlemelerle süslü yüzeyi durmadan tozları ve yaprakları tutuşturmaktan kararmış, isle donuklaşmıştı. Haznenin içinde kalan külü eviyeye silkeledikten sonra havanda dövdüğü karışımı dikkatle hazneye aldı Eliz. “Bu otları çok kullanıyor mu?”

Öte yeniden tezgaha hopladı. Kısacık miyavladı.

“Belli,” Haznenin kenarlarındaki tozu içeri ittirdi Eliz. “Peki işe yarıyor mu?”

Öte yine minicik miyavladı.

“Umarım bu kez de işe yarar.” Ağır buhurdanlığı zincirli askısından tutup kaldırdı. Kız salona geçerken Öte de yere atladı ve kızın bacaklarına dolana dolana onu takip etti.

Erez’in evi kutu kadar ufaktı. Uzun ama dar salonun her tarafına duvar rafı asılmış ve her rafa da birbirinden alakasız şeyler koyulmuş -kar küresi, yedek gitar telleri, boya paleti, kalınca bir çizgi roman, İleri Anatomik Çizimler isimli bir çizim kitabı, ufak bir saksı inciküpesi- ve her bir obje gelişigüzel yerleştirilmişti. Yerde hala önceki günden kalma kara rün kağıdı ve içinde bir deste fırça olan dik bir su kabı yatıyordu. Kocaman ve üstü farklı materyalden yamalarla dolu yeşil dağcı çantası odanın bir köşesine savrulmuş, nazarlıklar yere saçılmıştı. 

Tüm o dağınıklığa, curcunaya, düzensizce oraya buraya konulmuş birbirinden alakasız kargaşaya rağmen… Evin her bir karışında duvarlarının arasında anlaşılmayacak kadar tuhaf, taklit edilemeyecek kadar yaratıcı, benzeri bulunmayacak kadar farklı bir sanatçının yaşadığına dair izler vardı: Tavana altın rengi çizgilerle işlenmiş, büyülerin takımyıldızlar şeklinde yazıldığı bir gök haritasındaydı o izler. Ufak saksılara işlenmiş ve geçen gece Hanım’ın Saçları’nda iken kıza göz kırpan freskler kadar canlı sahnelerde, boş kalmış duvarlara asılmış birbirinden farklı telli çalgılarda, üst üste yığılmış ve boyalarla kirlenmiş kitaplarda…

KEMİK VE GECEDENHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin