Oğlanın kolu henüz askıdayken ve gövdesine ağır alçılar bağlıyken bile sık sık şehir dışına çıkarlar ve dağ tepe demeden sarp kayalara ve dik ormanlara keçi gibi tırmanır, kolay hazırlanabilecek merhemlerde kullanılan bitkileri bulmaya ve tanımaya çalışırlar, birbirine benzeyen çiçeklerin ne olduğu konusunda saatlerce süren tartışmalara tutulurlardı. Bunun için bir defter tutmuşlardı hatta. Her bir bitkinin bir dal nüshası, oğlanın yetenekli elinden çıkan renksiz bir resim ve kızın hızlıca aldığı uzun notlar.
Havanın bozduğu, oğlanın omzunun ona hareket etme şansı vermeyeceği kadar sancıdığı vakitlerde de Altıncı Taş'a giderler ve kütüphaneye yakın tenha bir odada bir dolu kitapla dil çalışırlardı. Eliz ortağına bildiği dilleri alfabeleriyle gösterdi. Çabuk öğrendi bunları Erez. Zihni suya aç bir sünger gibi kızın ona tekrarladığı kelimelerin çoğunu özümsedi.
Sadece... Oğlanın yazısı kızın bile okuyamacağı kadar kötüydü.
Eliz de bunu pek dert etmedi. Ne de olsa yatkın olmayan eliyle yazmaya çalışıyordu. Zaten bir süre sonra oğlanın en kötü yazısını bile okuyabilecek kadar alıştı bu duruma.
Sonra kız oğlana farklı şeyler öğretmeye başladı. Önce dengesini sağlamca kurmayı. Bıçağı nasıl tutacağını, nereye savuracağını. Kızdan nasıl kaçması gerektiğini, rakibinin hamlelerini nasıl tahmin edebileceğini. Ellerinde silah yokken dahi silahlı birine karşı kendini nasıl savunacağını. Büyüye dokunmadan yalnız kaslarına güvenmeyi...
Uzun saatler boyunca kullandıkları bıçakların, palaların, hançerlerin yalımları eti kesmeyecek ve kanatmayacak şekilde efsunlanmış ancak isabet ettiği yerde inatçı bir leke bırakacak biçimde de boyanmıştı. Sabahleyin, sahaya inen oğlanın üstündeki tuniği tertemiz beyazken gün sonunda en az gözleri kadar mavi hale gelirken kızın üstündeki atletinde tek çizik dahi olmazdı.
Eliz asla sabırlı biri olmamıştı. Kendini savunma ve saldırıya geçme hususunda oğlanın kış boyunca bir arpa yol kat edemediğini gördükçe hamleleri çok daha acımasız, dersleri çok daha uzun olmaya başladı.
Kışın sonundaki bir akşam yine sahadalardı. Uzaktan gözlem yapıp nerede hata yaptığını bulabilmek için kenardan izliyordu kız. Oğlanın karşısına iri yarı bir umur çıkarmış, saatler boyu saha içinde türlü darbelerin hedefi olan oğlanı ve artık hamlelerini merhametli artmaya başlamış umuru seyretmişti tırnaklarını avucuna batıra batıra. Kolu artık iyileşmiş olmasına rağmen durmadan sağını sakınıyordu oğlan. Adımları her defasında birbirine karışıyor, bıçaktan kaçmak yerine darbeyi koluyla ya da sol omzuyla karşılamayı seçiyordu. Ara sıra kızın parmaklarına sürünen kaos titreşiyor ama çok geçmeden susuveriyordu.
Büyüsüne uzanmamak için kendini ne kadar zorlarsa zorlasın bir türlü beceremiyordu bunu.
Akşamın son alıştırması için kız başını sallarken umur, karşısındaki kızıl saçlı oğlana bir şeyler söyledi. Birazdan çatlatacağı kaburgaları için dilediği ufak bir özürdü bu. Ya da patlatacağı kaş veya dudaklar için. Sonra harekete geçti. Öne doğru hızlı bir adım attı ve oğlanın hamle yapmasını beklemeden efsunlu bıçaklarını savurdu.
Erez iri umurun ilk hamlesinden kaçtı. O bıçak gövdesine o kadar çok isabet etmişti ki sonunda ilk hamlenin nereden geleceğini ve hangi adımla kaçması gerektiğini ezberlemişti. Ama yalnızca ilk hamleyi ezberlemişti. İkincisi hala yoktu.
Umur yana döndü. Güçlü dört kanadını çırpıp hızlandı ve bir kez daha saldırdı. Bu seferki darbe önden değil solundan geldi. İyi ki de soldan oldu. Erez sendeleyerek de olsa kendini geriye attı. Ama şansa bir kaçıştı bu: Adımları sarsak ve elindeki bıçağı tutuşu gevşekti. Umurun hızlı hareketlerine yetişemiyor, yalnızca eksik bir içgüdü ile hareket ediyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KEMİK VE GECEDEN
FantasyKız oğlanı ilk kez bulduğunda sonsuz bir gecenin içinde ve donmuş topraklar üstünde, yirmi cesedin yanı başındalardı çünkü kainat onları anlaşılmaz ve karmakarışık bir bağ ile bağlamıştı. Kız oğlanı son kez bulduğundaysa... Elleri onu öldürmeye git...