※25※ söylemesi güç olan pek çok şey

14 5 1
                                    

İrtiş’in akşamları da en az sabahları kadar aydınlıktı. Yaşam her yerdeydi çünkü. Yapraktan yaprağa konan ateşböceklerine benzer ruhlarda, kanatlarının uçları tatlı bir ışıltı ile yanan ve gerisinde parıltılar bırakan tatlı su ördeklerinde, kimselerin anlamayacağı bir dilde konuşan ve boyu ancak iki parmak olan perilerde ve kızın varlığından dahi haberdar olmadığı bir yığın yaratıktaydı yaşam.

Devinim halinde olan toprakların o bulutlu akşamında bir şölen düzenleniyordu. Ufak kuman kızın heyecandan yerinde duramadığı, Alyaz’ın ise üstündeki o mükemmel beyaz elbisesiyle sahneye çıkma sırasını beklediği, heyecandan yüzü kızarmış sunucunun elleri titreyerek kağıttaki yazan methiyeleri dili dolana dolana okuduğu, Vali Bey’in kızının ise biraz sabırsız olsa da içtenlikle gülümsediği ve kendine ayrılmış rahat divana yayıldığı, ılık bir akşamdı.

Ama Eliz…

Kulakları gürültüyü duymuyor, gözleri curcunayı ve sahnedeki sakarlıkları görmüyordu. Bakışları bomboş bir detaya odaklanmış halde kıpırtısız duruyor, parmaklarını ise göğsünde kavuşturduğu kollarına batırıyordu.

Zihni durmuyordu. Susmuyordu.

Karanlığın ve soğuğun seni şekillendirdiğini, kendi lanetinle dünyayı yavaş yavaş boğduğunu, senin için kıyamet olmuş bir ruha kendi ellerinle eziyet ettiğini fark edemiyorsun.

Kim yazmıştı bunu? Kim Kadim Lisan’ı Burçice yazabilecek kadar büyü kurallarını esnetebilirdi? Kızın aklına ilk gelen isim Nadir olmuştu çünkü bu gibi uçuk kaçık büyüleri bulmayı, bulamazsa da üretmeyi severdi Nadir. Özellikle de gizlilik ve koruma büyülerini. Kendi elinde de kendi hariç kimsenin okumayamadığı kara kaplı bir defteri vardı. O defterin her bir zerresi kızın hayal dahi edemediği karmaşıklıktaki büyülerle korunuyordu. Hatta Erez ile yıllar önce o defteri çalmışlar, içindeki metinleri kendi gözlerine görünür yapabilmek için kan büyüsü dahi kullanmışlardı.

Ama Nadir’in defteri en az sahibi kadar ketumdu. Bela arayan o iki genç büyücünün gücüne direnmiş ve sırlarını ele vermemişti.

Evet, Nadir böylesi bir büyüyü yapabilecek kadar becerikliydi. Ama öyle bir mektubu, niyeti zalim bir şaka yapmak değilse, yazması için hiçbir sebebi yoktu. Üstelik mektup, Sina’nın evindeki rastgele bir sandıktan, binlerce fotoğrafın içinden çıkmıştı. Nadir Sina’nın nerede yaşadığını dahi bilmezken…

Hayır. Mektup Nadir’in işi değildi. 

Sen göremediğini kabul etmeyen bir kör, duyamadığını inkar eden bir sağırsın.

Kelimeler gözlerinin önüne geldikçe teni buz kesiyordu. Öylesine kendinden emin, öylesine yakıcı bir acıyla kaleme alınmıştı ki o satırlar… Önünden akıp giden zaman ve çevresinde dönüp duran dünya kadar gerçekti her bir cümle. Sitem vardı okuduklarında. Kızgınlık. Korkunç bir üzüntü. Umutsuzluk, yalvarış, cüretkarlık…

Niçin?

Niçin yazılmıştı bu? Niçin bu tuhaf şey yalnızca Eliz’in okuyabileceği gibi yazılmıştı? Niçin mektubu okuduktan sonra sanki kelimeler vazifesini tamamlamış gibi kendini yok etmişti? Bunu… Eliz’in mi okuması gerekiyordu? Yoksa başkasına mı yazılmıştı? Dünya üstündeki kaç kişi Kadim Lisan’ın Arbuz’da kullanılan yerel alfabesini ve Burçice’nin eski kelimelerini bilirdi ki?

Üstelik…

Sakın kemiğe sahip olduğunu gösterme. Sakın.

KEMİK VE GECEDENHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin