Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen.
Keyifli okumalar 💜
💦
Mağaranın ortasında yanan ateşin kızıl alevlerinin sıcaklığı yüzüme vururken gözlerim Ali'nin içine girdiği tahtadan yapılmış olan, diktörtgen şeklindeki kapağın üzerinde geziniyordu. Dışarıdan gelen karda yürüyen ayak seslerini oldukça yakından duyabiliyordum. Fırat saniyeler içinde burada olacaktı. Toprak zemine tutunan ellerimden destek alarak düştüğüm yerde doğrulup oturdum. Halının üzerindeki şarjörü, SİHA'nın uzaktan kumandasını ve kriptolu telefonu alıp ceplerime koydum.
Gözlerimi mağaranın girişine çevirdiğimde ayağa kalkıp dışarıya çıkmam gerektiğini biliyordum. Ancak o an bu tuhaf ve pek de iç açıcı olmayan günün ben fark etmeden ruhuma bıraktığı bütün yükler üzerime çullanmıştı. Öyle ki bu mağaradan çıkıp gitsem, bu dağ başından kurtulsam bile eve döndüğümde hiçbir şey eskisi gibi olmayacakmış gibi geliyordu. Sürekli bugünü aklımda döndürüp duracaktım. Ali'yi vurabilirdim. Bunun için çok zamanım, bir sürü de fırsatım olmuştu. Peki niye yapmamıştım? En azından onu yaralayabilirdim. Yaralayıp Fırat'lara teslim edebilirdim.
Aldığım derin nefesi gözlerimi kapatıp yorgun bir şekilde dışarıya verdim. Bu soruya verebilecek bir cevabım yoktu. Eğer düşündüğüm gibi bugün olanlar vatan sevgimin test edildiği bir sınavsa ben kaybetmiştim.
"Hazan!"
Fırat'ın kulaklarıma dolan sesiyle gözlerimi hızla açıp girişe baktım. Koca gövdesi ve uzun boyuyla oradaydı. Üzerinde üniforması, elinde silahıyla hızlı adımlarla bana doğru geliyordu. Yanaklarıma doğru süzülen yaşları o an da fark ederken fısıltılı ve güçsüz bir sesle," Fırat, " diyebildim.
Yanıma gelip elindeki silahı yere atarak önüme çöktü. Güçlü kolları belime dolanırken beni hızla kendine çektiğinde bağrında haps olmuş, kolları arasında kaybolmuştum. Saçlarıma, yanağıma ve boynuma peş peşe öpücükler konduruyordu. Sıcaklığı üşüyen bedenime iyi gelirken ellerim göğsündeydi. Vücudu kasılıp dururken kolları beni canımı yakacak kadar çok sıkıyordu. Ama yine de sessiz kaldım. Sadece ağlıyordum.
Bir süre öylece durduktan sonra geri çekildi. Başımı ellerinin arasına alıp yüz yüze gelmemizi sağladı. Kaşları endişeyle çatılmıştı. Alıp verdiği nefeslerle körük gibi inip kalkan göğsü, alnında ve boynunda beliren o damarlar, kasılıp duran gergin ve bir o kadar da öfkeli yüzü bu mağarada, hemen yanımızda yanan ateşin aydınlığında oldukça ürkütücüydü. Özellikle de gözleri. Bir kibrit çakılarak tutuşturulan bu ateş mi daha yakıcıydı yoksa Fırat'ın kara gözleri mi, bilmiyordum. Dün onu öpe koklaya gözlerine koyduğum o yıldızların hepsi kayıp gitmişti. Geriye zifiri karanlık bir gökyüzü kalmıştı.
Gözleri yüzümü tararken önce sağ kaşımdaki yarayı, sonra burnumu, ardından da dudağımın kenarını buldu. Sıktığı dişleriyle kasılan çenesi dikkatimi çekerken yüzümün bir bölümünü kaplayan saçlarımı geriye doğru taradığında bakışları boynuma kaydı. Yaren'in vücuduma enjekte ettiği bayıltıcı iğnelerin tenimde oluşturduğu şişliği ve morluğu görmüş olmalıydı. Gözlerini sıkıca yumup sertçe yutkundu. Dilini ağzının içinde yavaşça gezdirip alnını, gözlerini açmadan alnıma dayadı. Yüzümdeki ellerini çekip kollarını yeniden belime sardı. Beni iyice kendine çekti. Yüzümü göğsüne gömüp kokusunu solurken hıçkırmamak için dudaklarımı birbirine bastırdım. Çok kızgındı. İlk kez bir kavgada Fırat'ın beni bir daha affetmeyeceğini düşünmeme neden olacak kadar çok kızgındı. Ağzını açıp tek bir kelime etmemiş olsa da bunu anlamak için gözlerine bakmam yetmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VATANAŞK ( Askeri Kurgu)
RomanceÖylece trafiğe karışan aracın arkasından bakarken bacaklarımın beni taşımayacağını anlamıştım. Taşımasındı. Önemi yoktu. Kendimi dizlerimin üzerinde yere bırakırken de , alnımı soğuk asfalt zemine dayarken de , dişlerimi kırarcasına sıkarken de, ama...