Bölüm -2-

50K 2K 135
                                    

O gece geç saatlere kadar eğlenip görüşemedikleri bir senenin acısını çıkarırcasına hasret gidermişlerdi. Defne Pelin'in ısrarları üzerine kendi evine gitmeyip onlarda kalmayı kabul etmişti. İkisinin de araba kullanamayacak kadar kafası güzel olduğu için taksi ile Pelinlere geçmişlerdi.

Sabah şiddetli baş ağrısı ile uyandılar. Sabah mı? Öğleden sonra diyelim biz ona. Uyandıklarında Pelin'in ailesi çoktan işe gitmiş evde bir iki hizmetli dışında kimse kalmamıştı. Pelinin ailesi de Defneler gibi meyve ve sebze bahçelerine ve fabrikalara sahipti. Pelin'in babası tek çocuk olduğu için ailesinden kalan mirası ve eşinin ailesinden gelen varlıkları vardı. Pelin'in anne ve babası -dayısının da küçük ortak olduğu - aile şirketlerini beraber yönetiyorlardı. Belki annesi babasından daha iyi bir patron olduğunu söylese yalan olmazdı.

Sabah sıvılaşmış macun kıvamında uyanan iki kız, öncelikli olarak duşa girmişlerdi. Onlar duş alırken hizmetliler de kahvaltı sofrasını hazırladılar. Pelin hazırlanmış Defne de Pelin'in dolabında üzerine giyebileceği abartıda –yani biraz daha az abartılı olsa yeter aslında- kıyafet arıyordu. Vücuda oturan dar ve mini kıyafetler, gösterişli taşlarla süslü –yine- mini kıyafetler, janjanlı renklerde mini ve –hayret- uzun elbiseler... Defne'ye hiç uymayan bir stili vardı Pelin'in. Gece giydiği kıyafetlere ter, içki ve sigara kokularının karışımından oluşan iğrenç bir esans sindiği için onları da giymek istemiyordu.

" Üzerine taş ve ya sim yapıştırılmamış bir kıyafetin var mı Pelin?" diye sordu alay eder gibi.

" Defne başım çatlıyor zaten beni deli etme suratını taşla boncukla süslerim şimdi!"

" İyi tamam, tamam. Bakayım ben biraz daha şu dolabın derinliklerine."

Defne kafasını dolabın içine gömdü. En sonunda açık pembe bir şort ve üstüne beyaz uçları dantel işlemeli salaş bir bluz bulmuştu. Saçlarını gelişi güzel topuzlarından yaparken Pelin de yüzüne –zorla- allık sürmeye çalışıyordu.

" Dur kızım ya çok renksizsin. Yüzün tıpkı ölü gelin gibi, gözüme batıyorsun yemin ederim ya. Az renk gelsin, dur bir dakika bitmez üzere. Az kıpırdanma, o homurtuyu da kes bakayım!"

" İyiyim ben böyle Pelin. Seviyorum ben beyaz tenimi, hem o benim doğal rengim. Mutluyuz biz, kıyma bize."

" Boşuna çırpınma, bilirsin benden kurtuluşun yok canım. Tamam, şimdi şu ruju da sürelim. Gözüne de şu kalemi sürüyorsun. Dur bir bakayım sana." Pelin gözlerini kısıp Defne'yi süzdü. Dudaklarını büzerek memnuniyetsizliğini belli etti.

" Neyse, şimdilik idare eder. Aç karnına seninle daha fazla uğraşamayacağım."

Pelin eserinden pek memnun olmasa da gecenin yorgunluğu ve açlık ağır bastığı için pes etmişti. Yoksa Defne'yi boya küpüne daldırılıp çıkarılmış bir yavru köpeğe çevirmesi an meselesiydi. Defne ucuz kurtulduğu için memnundu.

Birlikte keyifli bir kahvaltı yaptılar. Daha sonra Defne taksi ile evine geçti. Eve geldiğinde Melda Hanım ve Erdal üzerlerinde şık ve gösterişli kıyafetlerle evden çıkıyorken rastladı. İkisini görünce sağ elini havada çevirerek sordu.

" Hayırdır?"

" Ah tatlım, sen daha yeni mi geliyorsun yoksa?" Melda Hanım şaşırmaktan çok alay eder gibi sormuştu bu soruyu.

Defne geçiştirircesine kafasını sallayıp " Pelinlerde kaldım gece. Siz nereye?" diye sordu.

" Ah hayatım, önce şirkete uğrayacağız sonra da Gülfem Hanımla Kemal Beyin davetine gideceğiz. Bütün cemiyet orda olacak bu gün. Sen de gelmek ister misin?"

Portakal Kokulu Kız  !!! Kitap Oldu !!!Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin