Bölüm 15 "Bebek"

8.3K 542 12
                                    


 Sabah zar zor gözlerimi açarken aklımdan geçen ne güneş ışıklarıydı ne de kuş cıvıltısı tek düşündüğüm tuvalete yetişebilmekti. Sonuçta gerçek hayatta sabah ilk aklımıza gelen çişimiz oluyordu. Yerimden fırlayıp kapıya çarparak tuvalete koştum. Ve hayatımın en büyük dramı bana el salladı. İçerisi doluydu. Bacaklarımı birbirine bitiştirip duvara yaslandım ve kapıyı yumrukladım.

"Hadi!"

Islık sesi devam ederken kapı açıldı.

"Orada bile rahat yok..."

Söylenmeye devam ederken onu dinlemeden itip içeriye girdim. On dakika sonra çıktığımda üzerimdeki rahatlamayı tarif edemezdim. Rastgele toplanmış saçlarımı özgürlüğe kavuşturdum ve elimle dağıtırken salona girdim. Uraz ağzına bir kaç şey daha atıp mutfaktan çıktı ve koltuğun üzerinde duran telefonunu aldı. Yanımdan geçerken burnumu sıktı. Bunu da alışkanlık haline getirmişti şu sıralar.

"Döndüğümde iki karış tozlar lütfen televizyonun üzerinde olmasın. "

Yüzümü buruştururken bunun hiçte bir 'Günaydın' a yakışmadığını düşündüm.

"Sana da günaydın evet çok güzel uyudum. Sorduğun için teşekkür ederim. "

Gözlerini devirdi ve salondan çıktı. Erkeklerin genine sanki öküzlük işlenmişti. Kahvaltılıkların bana kol açmış bir şekilde gel çağrısını görünce Uraz'ı bir kenara -tabi ki sonra söylenmek üzere- bıraktım. Soğumaya başlayan omleti direk tabağıyla önüme çektim ve ağzıma büyük bir parça attım. Yirmi dakika kahvaltıyla oyalandıktan sonra tabakları artık öğrendiğim yerlere kaldırıp zıplaya zıplaya koltuğa attım kendimi. Televizyona bir göz atınca hiçte Uraz'ın abarttığı kadar tozlu olmadığını gördüm. Tamam belki biraz? Ama iki karış kesinlikle değil. Bir bacağımı koltuğun sırt kısmının üzerine koydum. Kafam da koltuğun kolçağında yer bulmuştu. Ne kadar da hareketli bir hayatım vardı. Yatak odası ile salon arasında mekik dokuyordum. Evin mutfağı bile açık mutfaktı ve bana ekstradan gidecek yer bırakmıyordu. Gittikçe pes ediyordum sanki. Kendi hayatımda ki zincirler en azından etrafımı sıkıyordu. Şimdi ise sanki boğazımdaydılar. Uraz dışında gördüğüm insan yoktu. Evin dışında çıktığım yer yoktu. Zorla burada tutulduğumdan değil de dışarıdan korktuğumdandı. Dışarısı Selim demekti. En son dışarı çıkmaktan korktuğumda ilk okula başladığım zamandı. Babam öyle bir koruyordu ki beni, dışarıda sanki yürüyen canavarlar varmış gibi düşünüyordum. Şimdi yine aynısını düşünüyordum. Ve bu sefer ki canavarın adı Selim'di. İçime yine sıkıntı basarken televizyonu açtım. Kanalları gezdiğimde en son evlilik programından durdum. Yetmişine gelmiş teyzenin yat kat isteğine güldüm.

"Hayır teyze sana adam yat getirse binerken kalpten gideceksin zaten."

Teyzenin kamerayla bakışan gözleri ile göz göze gelince hemen televizyonu kapattım. Kadın yoksa beni duymuş muydu?

"Tövbe tövbe. "

Yerimden kalkıp sürekli ziyaret ettiğim kilerden efkar dostlarımı aldım. Artık hangi temizlik malzemesinin nerede kullanıldığını öğrenmiştim. En son yer için olan ile duvarı silmeye kalkınca Uraz tek tek anlatmıştı. Ben ise onaylayan mırıltılar çıkarmıştım. Dinlemediğimi anlayınca kafamı tutup şişeye yapıştırmıştı ve ben yakından kendileri ile tanışmıştım.

Temizlik malzemeleri ile yaptığım koyu bir sohbet eşliğinde temizliği bitirmiştim. Tam koltuğa oturuyordum ki popom daha değmeden zil çaldı.

"Sizi doğurtan ebenin evine yangınlar salayım. "

Ayaklarımı süreye süreye kapıyı açtım. Önce sarı, küçük bir kafayla göz göze geldim. Sonra kafamı kaldırıp Uraz'ı gördüm. Kucağındakini işaret ettim. Bebek vardı kucağında!

"Uraz bu ne? "

"Panda Asel. Yoksa göremiyor musun? "

Dedi son cümleyi abartılı bir şekilde söylerken. Gözlerimi devirip salona geçtim ve kendimi koltuğa attım.

"Ne yapacaksın onu? "

"Kesip yemeğin içine koyacağım. "

Uraz içeriye girmiş bebeği yere bırakmıştı. Sarı kafa iki dişini göstererek sırıttı ve emekleye emekleye uzandığım koltuğun yanına geldi. Koltuktan sarkıttığım elimi ısırması ile çığlık attım. Uraz sarı kafanın çantasını tekli koltuğa bırakırken bana doğru döndü. Ben de hızlıca elimi çektim ve sarı kafanın kafası öne doğru düştü. Uraz söylene söylene gelip sarı kafayı kucağına aldı.

"Gün sonuna kadar lütfen Enes'i tek parça bırak. "

"O beni ısırdı ama."

Mızmızlanarak karşı çıktım.

"O bir yaşında ama."

Suratımı asıp televizyonu açtım. Uraz da sarı kafayla oynamaya başladı. Sarı kafanın bedeninden küçük kıkırtılar çıkıyordu.

"Hangi ara peydahladın bunu? "

"Babası olma ihtimalim var mı sence? "

Bir sarı kafayı birde kendini gösterdi. Biri esmerken biri fazlasıyla sarışındı.

"Rus bir kadından niye olmasın? "

Gözlerini devirdi ve sarı kafa ile oynamaya - gıdıklamaktan ibaret- devam etti.

"Mamasını hazırlayana kadar oyalasana Enes'i."

Hiç istekli olmayarak direk koltuktan kendimi yere attım ve yanına gittim.

"Nasıl oyalanırsın sen?"

Yüzüme mal mal bakıyordu.

"Cevap versene. "

"Emin ol konuşmasını biliyordur. "

Uraz'a dil çıkardım ve onun yaptığı gibi gıdıklamaya başladım. Burnuma gelen koku ile hemen geri çekildim.

"Uraz bu kokuyor. "

Biberon ile geri geldiğinde kucağına aldı ve kokladı. Oda benim gibi yüzünü buruştururken sarı kafayı koltuğa yatırdı. Çantadan bez alıp altını açtı.

"Islak mendili unutmuşum sen otur burada düşmesin."

Onun kalktığı yere isteksiz otururken birden yüzüme gelen şeyle elimi siper ettim. Bu sıvı bir şeydi. Bu bu... Sarı kafa yüzüme işemişti!

KAÇIK GELİN (Devam ediyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin