Uraz'dan
Kravat ile olan büyük savaşımda mağlubiyeti kabul edip kafamdan çıkardım ve sinirle yatağın üstüne attım.
"Abi hadi!"
Ceylin'in bağrışıyla odadan çıkıp salona gittim.
"Kravatın nerede oğlum?"
"Takmayacağım kravat filan ya."
Ceylin ve Beren muhtemelen sinirden ve sıcaktan kızarmış yüzüme kıkırdarken annem onaylamaz bakışlar atıp cıkcıkladı.
"Olmaz öyle. Takacaksın."
Omuz silktim. Kravat ile ikinci raundu oynayamayacaktım.
"Takmayacağım işte."
Annem yaklaşıp omzuma vurarak eğilmemi işaret etti. Eğilince yanaklarımı sıktı.
"Küçük bebeğim benim."
"Anne ya."
Güldü.
"Bağlayamadın kravatı değil mi?"
Nefesimi verip kafamı salladım.
"Getir bakayım."
Gidip odadan kravatı alıp salona geldim. Anneme uzatırken hala gülen Beren ve Ceylin'e ters bir bakış attım. Onlar ise rahatsız olmadan gülmeye devam ettiler. Annem elimden alıp düzgünce bağladı. Sonra gömleğin yakasını düzeltti ve gülümsedi.
"Artık çıkabiliriz ."
Salona giren teyzemi kafamla onaylayıp evden çıktık. Arabama binip yola çıktık. Yaklaşık iki buçuk sene önce Ankara'ya taşınmıştım. Asel'in gidişinden ve geriye yalnızca bir mektup bırakışından sonra o ev beni boğmaya başlamıştı. Zaten düzgün bir işim de yoktu ve babam da bir yandan sıkıştırıp duruyordu. En son çareyi Ankara'ya taşınmakta bulmuştum. Kurulu düzenimi bozmak ilk başta delice gelmişti fakat sonrasında hayatımdaki tek düzenli şeyin Asel ve onunla geçirdiğim zamanlar olduğunu fark etmiştim. Evde sürekli sakarlık yapan, bazen kendi kendine bazense eşyalar ile konuşan, sürekli sırıtan bir sarışın olmadığında kendimi çok yalnız hissetmiştim. Dışarıda çok zaman geçirmememize rağmen evden çıktığımda da aklıma geliyordu. Bu sürede aslında onun hakkında çok az şey bildiğimi fark etmiştim.
Beni bırakan o olmasına rağmen yine de gidip onu bulmak istemiştim fakat elimde adres bile yoktu. Yalnızca telefonumdan aradığı arkadaşının numarası kalmıştı elimde onu denediğimde de zaten numarasının kullanılmadığını öğrenmiştim. Asel'e kızmış mıydım? Belki. Kırılmış mıydım? İşte buna cevap kesinlikle evetti. Kendimi ilk kez değersiz hissetmiştim. Vedalaşma gereği bile duymamıştı. Tamam belki vedalaşsa onu bırakmazdım bunu düşünmüş olabilirdi fakat yine de ben bize bir nokta koyamamıştım. Yazılmış bir sonumuz olmamıştı. Hoş başlangıcımız neydi ki zaten? Ondan sonra birkaç kişiyle olmayı denemiştim. İlk denemem İstanbul'da onun gitmesine olan kızgınlığım ile verilmiş bir karardı fakat İlke beni İstanbul'a bağlayabilecek ve Asel'in yerini doldurabilecek birisi değildi. Kimse Asel gibi cıvıl cıvıl, eğlenceli, güzel ve sakar olamayacaktı. Böylece İstanbul serüvenime nokta koyup Ankara'ya taşındım. Hayatım daha düzenli bir hal aldı. İş buldum ve bağlanabileceğim tek şeyin iş olduğunu fark edip işime sarıldım. Birkaç kişi daha karşıma çıktı fakat her kişide bir eksik buluyordum. Bunlar yeri dolmayacak eksikliklerdi. Şimdi ise çocukluğumun birlikte geçtiği ve aynı Ceylin gibi gördüğüm kuzenim Beren'in ısrarı ile mezuniyeti için İstanbul'a gelmiştik.
Gelmeden önce de İstanbul'un benim için acı verici olacağını biliyordum ama şu an hissettiğim acı vermekten öteydi. En keskin kesik bile bir süre sonra iyileşirdi ama can acısı hiç iyileşmiyordu. Unutamadığım anıları tekrar tekrar yaşıyordum sanki. Minicik bir cadının üstümdeki etkisi inanılmazdı. Ah be Asel keşke kaçtığım değil sığındığım olsaydın. Keşke el ele tutuşup aşsaydık bazı şeyleri. Ondan kalan bir mektup olmuştu yalnızca bana.
Acaba canı acımış mıydı? Canını yakmışlar mıydı? Onu o herifle evlendirmişler miydi? Kalbim sızladı. Onu benden onlar almıştı. Bana büyük acı çektirmişlerdi ama hiçbiri Asel'in canını yakmış olma fikirlerinden büyük acı değildi. Hiçbir şey bilmiyordum ve elimden hiçbir şey gelmiyordu işte. Sıkkınca nefes aldım.
Beren'in okuluna gelince onları kapıda indirip arabayı park edecek yer aramaya başladım. Okulun otoparkı dolu olduğu için etrafta başka yer aradım ve okuldan biraz uzak bir yerde park yeri bulunca park edip okula yürüdüm. Törenin başını büyük ihtimalle kaçırmıştım. Okula girip tören alanına ilerlerken hoparlörden sesleri duyuyordum. Bölüm birincisini çağırdıkları sırada bende annemleri bulup masaya oturmuştum.
"Nerde kaldın? Yoksa bir üniversiteli çıtırı baştan mı çıkardın?"
Ceylin'e baktım.
"Dua et saçını yapmak için o kadar uğraştın yoksa karıştırırdım. Abiye öyle şeyler söylenir mi ayıp."
Ceylin omuz silkip önüne döndü. Bölüm birincisinin garip konuşması kulağıma geldiğinde sahneye doğru döndüm.
"Öncelikle merhaba. Bilmelisiniz ki klişe bir konuşma yapmayacağım. Bize bir gün ders anlatmadan vizelerde finallerde ecel teri döktüren sevgi dolu olmayan hocalarımıza, başarılarımızı kendine mal eden ailelere hiç teşekkür etmiyorum. Bu başarı bizim başarımızdır. Sizin değil."
Önce kaşlarım çatıldı ardından dudağımda küçük bir gülüş yer edindi. Karşımda ki kişinin Asel olduğuna inanmakta güçlük çekiyordum ancak ses tonu ve söyledikleri o olduğunu bağırıyordu. Yılların ardından sakarım karşımdaydı. İstanbul'a gelirken onu görebileceğimi düşünmüştüm belki ama böyle bir karşılaşma olacağı asla aklıma gelmezdi. Gözlerimiz buluştuğunda ergen bir çocuk gibi kalbimin hızlı attığını fark ettim. Sanki zaman durmuştu. Kırgınlığıma rağmen kendini belli eden kalbim onu sevdiğimi ve özlediğimi haykırıyordu.
Asel gerçekten karşımdaydı. Hala aynıydı ve buradaydı işte. Karşımda.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAÇIK GELİN (Devam ediyor)
Humor"Arabamda ne yapıyorsun? " "Düğünümden kaçıyorum ve sen yakışıklı beni kaçıran beyaz Bmwli prens oluyorsun." İşte bu hikaye böyle başladı. ♡ ♡ ♡ ♡ ♡ ♡ ♡ ♡ Kovayı yere koyduktan sonra bir kovaya birde temizlik malzemesine bakmaya baş...