Her şeyin toz pembe olup derdimizin olmadığı çocukluk döneminde çoğumuzun yaşadığı bir durum vardır. İstediğimiz oyuncağın alınamayacağını duyduğumuzda yaşadığımız o hayal kırıklığının ardından bazen yaptığımız bir şeyin mükafatı bazense hediye olarak o oyuncağa sahip olmak... Ümidini kesmişken gelen hediye. Herhangi bir beklentin yoktur çünkü umutların kırılmıştır. Ancak bir anda açtığın kutudan çıkan o lütuf. İşte bu seni en mutlu eden şeydir.
İşte karşımda özlediğim, yıllardır bakamadığım için yavaş yavaş hafızamda silikleşen ve kimsede aynısını göremediğim gözler varken aynen böyle hissediyordum. Saf ve çocuk dünyamdaki başka derdim yokmuş gibi düşündüğüm, dert edindiğim tek şeye ümidimi kaybetmişken kavuşmuştum. Uraz değildi kavuştuğum. Belki onunla asla kavuşamayacaktım. Bunu kabulleneli uzun zaman olmuştu. Ya da en azından kendimi kabullendiğime inandırmıştım. Ancak o güzel gözlere olan mahrumiyetim son bulmuştu. Bir kaç saniye bile olsa benim için yeterliydi. En azından bu defa hayal değil gerçekti.
Ben o güzel gözlere yeniden bakabilmiştim! Bundan daha büyük lütuf olur muydu benim için?
Sahneden inip hızlı adımlarla okulun en yakın binasına ilerledim. Yavaş yavaş sesler uzaklaşmaya başlamıştı. Neyse ki bina açıktı. Binaya girip lavaboların olduğu koridora saptım. Bina bomboştu. Tören başlamadan önce birkaç kez daha makyajının üstünden geçmek isteyen kızlar şimdi yoktu. Boş olduğunu düşünmem çok uzun sürmeden kulağıma adım sesleri geldi. Boş koridorda iki adım sesi yankılanıyordu. Biri benim diğeri ise bilmediğim bir erkek ayakkabısına aitti. Lavaboya girmek için kapıya doğru döndüğümde yakınımda olan Uraz'ı gördüm.
Gözlerimi kırpıştırıp baktım. Onun aksine soluk renk olan gözlerim onun güzel gözleriyle buluştu. Daha önce düşündüğüm beni unutmuş olma fikri ilk kez bu kadar canımı yaktı. Unutmuşsa ona kızma hakkım yoktu. Kendimi unutturan bendim. Çok klişeydi belki ama onun için doğru olan buydu. Tabii o şartlar ele alındığında. Şimdi baktığımda pişmandım. Fakat annemin bir kaç saat geç gelmesi veya gelmemesi tüm durumu tersine çevirebilirdi.
Ağzımı araladım ancak her zaman çalışan çenemden bu kez hiç ses çıkmadı. Dudaklarımı birbirine bastırırken bir adım yaklaştı.
"Asel."
Unutmamıştı. Ben unutacağını düşünecek kadar aptaldım. Ama hala umutlara bağlanmak istemeyen tarafım onun beni kötü şekilde hatırladığını söylüyordum. Ve bu durumda ben, beni unutmasını tercih ederdim.
"Güzel göz."
Dudağı hafifçe kıvrıldı. Gülümsemekten korkan biri değildi. Belki de bu hafif gülümseme onun mutluluğunu simgelemiyordu. Birçok gülüş şekli vardı. Hüzün, alay, sevinç, burukluk veya ağlamamak için savaşırken önüne geçen bir gülümseme. Hangisiydi bilmiyordum. Ama içten bir mutluluk olmadığı belliydi.
"Unutmaman ne şaşırtıcı."
Sesinde hafif alay vardı. Dudağımı dişleyip yere baktım.
"Bu benim ilk gerçek hikayem. Ve hikayem gözlerinle başladı."
"Kullanıldığımı mı hissetmeliyim?"
Yüzüne baktım. Ne ima ettiğini anlamamıştım.
"Senin hikayen için ilham kaynağı olarak." Diye açıkladı. Ardından durmadan devam etti.
"Senin hikayen ben ve gözlerim değil. Sen ve zengin hayatın."
Kafamı hızlıca salladım. Nasıl bunu söyleyebiliyordu?
"Ben seninle geçirdiğim iki ayı, yirmi yıla değişmem. Ben kendi hikayemi seninle tanıştığım gün yazmaya başladım."
Doğruydu. Kapana sıkıştırılmış ve hayatı çizilmiş bir Asel olmaktan, Uraz'ın sakarı olduğum zaman vazgeçmiştim. Hayatım Uraz'dan önce yalanlar üzerine kuruluydu. Önce babam yalan bir dünya inşa etmiş, ardından çevrem yalandan insanlarla dolmuştu. Gerçek hayat ve gerçek duygular Uraz'da saklıydı yalnızca.
"Bu biraz klişe bir cevap oldu sanki. Sınırsız hayal gücüne yakıştıramadım. Değişmeyeceğin için mi gittin ya da terk ettin mi demeliyiz?"
Biraz acımasızcaydı sanki. Ama haklıydı da onu terk etmiştim. Ama canım yanıyordu işte. O karşımdaydı ama o kadar da uzaktı. Canım çok daha fazla acıyordu sanki artık.
"İnanmayacaksın ama gerçekten ilk kez kendimi düşünmedim. O zaman gitmek zorundaydım."
Ellerini ütülü kumaş pantolonunun cebine koyup bana bakmayı sürdürdü.
"Bir de beni korumak için olduğunu söyle de tam olsun."
Kafamı yere eğerken onaylar şekilde salladım. Güldü. Bu sefer alaylı bir gülüş olduğundan emindim.
"Uraz babamı en başından biliyordun. Belki çok kez bu yalana maruz kaldın, bir yerde okudun veya izledin ama benim söylediğim gerçek. Senin yanında kalmak istiyordum. Bu en büyük isteklerimdendi ancak bizim hikayemizin kötüsü de babam. Yerimi bulmuşlardı. Benim için de kolay mı sanıyorsun? Aradan onca zaman geçti ama sen benden hiç geçmedin. Sürekli düşündüm. Hayatımı yönlendirmeye çalışırken tek atamadığım şey sendin. Ve korktum. Bunca zaman sonra hayatında bir kadın ve o kadınla ortak bir varlığınız olmuş olmasından korktum. Ben en doğal halimle seninleydim. Ama benim yüzümden bir şey olmasına da izin veremedim. İlk zamanlar dediğin gibi hayatına her gün mafya kızı girmiyor. O yüzden bunun ne demek olduğunu bilemezsin."
Hâlâ yere bakıyordum. Kafamı korkarak yavaşça kaldırdım. Mimiklerinden bir şey anlamıyordum. Yavaşça kafasını salladı. Konuşup canımı acıtsaydı, inanmadığını haykırsaydı daha kolay olabilirdi. Ama o susuyordu. İçinde nefret bile mi kalmamıştı bana karşı?
Bu belki de sesini duymam için son şansımdı. Dudağımı ısırarak yüzüne baktım. Özlediğim her şeyini inceledim. En azından bir kaç ay beni idare edebilirdi bu.
Nefesimi verip en başından bizi bur araya getiren özelliğimi konuşturdum. Yüzsüzlüğümü. Çünkü başka çarem yoktu."Sana sarılabilir miyim?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAÇIK GELİN (Devam ediyor)
Humor"Arabamda ne yapıyorsun? " "Düğünümden kaçıyorum ve sen yakışıklı beni kaçıran beyaz Bmwli prens oluyorsun." İşte bu hikaye böyle başladı. ♡ ♡ ♡ ♡ ♡ ♡ ♡ ♡ Kovayı yere koyduktan sonra bir kovaya birde temizlik malzemesine bakmaya baş...