Bölüm 30 "Üç yıl"

6.9K 460 14
                                    

 Bezgince soyunma kabininden çıkıp Elis'in önünde durdum.

"Sanki rengi sana gitmemiş."

Oflayıp elimi saçımdan geçirdim.

"Diğer yirmi üç elbisede olduğu gibi bunda da yakışmayan bir şey var."

Yanaklarımı şişirip aynaya baktım. Pudra rengi, ince askılı tek süsü göğüs kısmında ki işlemeleri olan elbiseyi inceledim. Gerçekten de bu renk beyaz tenlilerden çok esmerlere giden bir renkti.

Elis askısından tuttuğu borda rengi elbiseyi salladı.

"Bu bebek hala seni bekliyor."

Kafamı arkaya yatırdım. Mağazaya girdiğimiz andan beri bu elbiseyi giymem için Elis ısrar ediyordu. Bu kadar ağır renkte bir şeyler istemiyordum. Bu yüzden tercihimi açık tonlardan kullanıyordum. Fakat seçtiğim bu tonlarda soluk olan ten rengimi ve saçlarımı iyice kapatıyordu. Kabine girip kalan son iki elbiseden siyah olanı giydim. Kabinden çıkıp, Elis'den önce ben elbiseye boy aynasından baktım.

"Cenazeye gider gibi olmuş."

Haklı olduğu için bir şey demek yerine tekrar kabine girdim ve elimdeki son şansım olan koyu pembe elbiseyi giydim. Bu kez Elis'in beğenmesini umarak kabinden çıktım ve karşısında durdum.

"Lütfen yakıştığını söyle."

Elis dudağını ısırdı ve kafasını olumsuz anlamda salladı.

"Farkında mısın bilmem ama yirmi üç yaşındasın artık. Bu elbise çocuk gibi göstermiş."

Burukça gülümsedim. Elis'in saatlerdir elinde tuttuğu elbiseyi alıp kabine girdim. Üstümdeki elbiseyi çıkarıp askıya astım. Bordo elbiseye baktım. Gözüm elbisedeydi fakat aklım çoktan uçmuştu. Yirmi üç yaşındaydım artık. Yaşanan şeylerin üstünden tatlı acı üç yıl geçmişti. Bir yanım hala umutluydu. En azından zamanla gözlerimin dolmasını, buruk gülümsemeler almıştı. Zaman kemoterapi değildi ancak ilaçtı. Ağrı kesici gibi ağrıyı yok etmiyordu ancak bir süreliğine uyuşturuyordu. Ya da yalnızca insanın bünyesi alışıyordu. Bilmiyordum. Her mizahın içinde dram da vardı. Yaşamam gereken şeyleri yaşamıştım. Hayat buydu ve öyle ya da böyle devam ediyordu.

Eksiktim belki, hikayem daha üç sene önceden son bulmuştu belki ama yaşıyordum işte. Nefes alıyordum en azından. Çoğu şeyi hissetmiyordum artık. En kötüsü ise unutuyordum artık. Yaşadığım masal gibi günleri unutuyordum. Siliniyorlardı. Zamana karşı direnemiyorlardı aynı benim bu hayata karşı direnemediğim gibi.

Elbiseyi boğulma tehlikesi geçirerek zar zor giydim. Uzun elbiseleri giyemiyordum. Kafam çıkana kadar boğuluyordum. Nefesimi verdim.

"Hadi yine iyisin yırttın."

Kendi kendime kafamı sallayarak güldüm. Kabinden çıkıp düşük omuz ve baygın bakışlarımla Elis'in karşısında dikildim. Elis ayağa fırlayıp ellerini çırptı.

"Harika."

Parmağıyla dönmemi işaret etti. Etrafımda döndüm. İçini çekti.

"Çok güzel olmuş. Kesinlikle senin elbisen bu. Alıyoruz."

Aynaya baktım. Düşük yakalı sade gibi duran ancak karın kısmının iki yanında pencere gibi açılmış dekoltesiyle dümdüz görünmekten uzak, uzun bir elbiseydi. Beyaz tenim ve sarı saçlarımla gerçekten güzel gözüküyordu. Şimdiye kadar denediklerim içinde en iyisiydi. Ayrıca bu elbise deneme işinden sıkılmıştım da. O yüzden Elis'e karşı çıkmadım. Tekrar kabine girip elbiseyi çıkardım ve kendi kıyafetlerimi giyip elimde bordo elbiseyle kabinden çıktım. Görevli kıza elbiseyi verip ayakkabı reyonuna doğru yürüdüm. Zaten elbise ayakkabıyı kapatacaktı o yüzden düz siyah topukluları ilk deneyişte aldım ve onları da görevliye verip kasaya gittim. Gayet fazla olan meblayı ödeyip mağazadan çıktık.

"Ay kan şekerim düştü tatlı krizine girmem lazım."

Elis'in koluna girip mağazanın karşısındaki kafeye çekiştirdim. İlk boş bulduğum yere oturdum. Siparişimizi verdikten sonra kafamı masaya yasladım. Çok yorulmuştum. Üç gündür elbise bakıyorduk. Neyse ki bu işten artık kurtulmuştum. Zaten zamanım da kalmamıştı.

"Kuaförden randevu aldın değil mi?"

"Aldım aldım." Diye mırıldandım.

"Unutmamana çok şaşırdım doğrusu."

Homurdanmaktan başka tepki verememiştim. Uykusuz ve yorgundum. Elis bazen komutan edasına bürünebiliyordu. Tamam elbise içini son zamana bırakmıştım ama yine de her gün, güne sabahın altısında başlamaya gerek yoktu. Sabah altıda bize geliyor önce zorla uyandırıp sonra duşa kadar sürüklüyordu. Yediye kadar kahvaltı yapıp evden çıkıyorduk. Üstelik akşam geç saatlerde ancak eve dönebiliyorduk. Alışveriş yapmayı eskiden sevdiğim halde kendimi zorunlu hissettiğim için bu tam bir işkenceye dönüşüyordu. Hoş artık eskiden sevdiğim çoğu şey bana işkence haline gelmişti.

"Konuşman hazır mı?"

Sırıtıp kafamı kaldırdım ve Elis'e baktım.

"Lütfen bana RTÜK duysa ceza yazacak bir konuşma hazırlamadığını söyle."

Gülüp kafamı tekrar masaya yasladım.

"Asel."

"Hı?"

"Konuşma nerede."

"Gizli kasamda."

"Senin kasan yok ki."

"Gizli dedim zaten Elis varsa da bilmemen normal sanki."

Göz devirdiğine bahse girebilirdim. Bir kaç dakika sonra Elis'in mırıldanması kulağıma zor da olsa gelmişti.

  "Uraz."  

KAÇIK GELİN (Devam ediyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin