Kalbim ve beynim aynı anda sinyallerini verirken bir anda ayağa fırladım. Kafamı çevirip çevreme bakınırken aklımda hayal meyal kalan Uraz'a ait tanıdık olan hiçbir şey bulamadım.
"Çıktılar." Diye mırıldandı.
İçimde bir şeyler kıpırdandı. Bu heyecanın kendini hüzne ve hayal kırıklığına bırakışıydı. İçimden gelen dürtüye engel olamadım ve hızlı adımlarım beni kapıya getirdi. Durup kapının önüne sonra da çevreye bakındım. Uraz'a değil benzemek yanından bile geçemeyecek birkaç kişi dışında gözüme çarpan bir şey olmamıştı. Omuzlarım içinde kalan sevincin hayal kırıklığı ile çökerken geri gidip yerime oturdum. Ha sanki görsem ne olacaktı ki? Üstünden yıllar geçmişti. Bazen bazı şeylerin olmaması gerçekten insan için hayırlı olandı. Bunu yaşayarak öğrenmiştim. Maalesef hayat sana şükretmeyi, isyan etmemeyi, kaderi, yaratıcı gücü öğretiyordu. Ve hayat acımasız bir hocaydı. Acı vermekten, fiziki değil zihinsel acı yaşatmaktan çok hoşlanıyordu.
Önceleri çok isyan etmiştim. Neden hayat benden herkesi alıyor diye çok ağlamıştım. Annem gitmişti, Uraz yoktu. Hayat da yoktu ki işte. Ölüm günü gelene kadar nefes alıp yaşıyorduk işte ötesi yoktu. Yemek yiyordum ama tat almıyordum. Ağzımın tadı yoktu. Renklerin hepsi aynıydı artık. Çünkü ben maviden uzaktım, Uraz'ın mavisinden. Rahat yatak, iyi uyku diye bir şey yoktu. Oturduğum her yer, yattığım her yatak huzursuzdu. Eksiktim yani. Çok eksik. Sanki her şeyim olmuştu da, kapıyı çekip çıktığımda her şeyimi kaybetmiştim. Kabul ben gitmiştim ama ben terk etmemiştim. Ben onu bırakmaya zorlanmıştım. Onun için, ondan vazgeçmek çok saçma gelmişti hep. Dizilerin kitapların klişesiydi güya. Ama öyle değilmiş işte. Çok acı şekilde öğrendim. Ben, Uraz için Uraz'dan vazgeçtim ve kendimi de o gün orada bıraktım. Ruhum o evde kaldı.
Şimdi düşündüğümde belki de Uraz'ı görmemem benim için iyi olandı. Şu an aşağı yukarı 28 yaşındaydı. Hayat düzenini kurmak için yeterli bir yaştı. Yanında kalbi ile birlikte hayatını resmi şekilde birleştirdiği ve bu tarihi ölümsüzleştiren tarihin kazılı olduğu yüzüğü takan kadın olabilirdi. Hatta ona 'baba' diyen küçük bir güzel göz. Kafamı salladım. Aklıma dolan düşünceler iyi ki onu görmedim dedirtiyordu. Belki göz göze gelirdik ve beni tanımayan boş bakışlar atardı. Değil yaşadıklarımızı benim bir zamanlar var olduğumu bile unutmuş olabilirdi. Birisi ona unutturmuş olabilirdi... Hem zaten benim de yeni bir hayatım vardı. Benim içinde yılların üstüne toprak atamadığı aşkımın silikleşen ve bana yeni yeni rüyalarımda rahat veren yüzün hafızamda ki silik halini canlandırmamak iyiydi. Bunan sonra olamayacağımızı biliyordum.
"Asel."
Masadaki gözlerimi Elis'e çevirdim. 'Ne' anlamında kafamı salladım. Elini masada duran elimin üstüne koydu.
"Kardeşim."
Alt dudağımı dişimle çekiştirirken buruk gülümsemem yer edinmişti. Bir şeylere ihtiyacım vardı fakat bunları Elis'in kardeşliğinin giderebileceğini sanmıyordum.
"İyiyim. Gerçekten."
İnandırıcı olmaya çalışarak endişeli gözlerine baktım. Buruk gülümsememin yerini daha inandırıcı olmasına çalıştığım yeni bir gülümseme aldı.
"Ben üzgünüm bir anda adı ağzımdan çıktı."
Pişmandı. Oysa bu hikayedeki pişman olması gereken son kişi bile değildi. Babam pişmanlık halayının başını çekerken tartışmasız ikinci olan bendim. Bu kadar zamanda onu bulmak için çaba göstermemiştim. Yalnızca bir gün evinin önüne gitmiştim. Onda da kiralık ilanını görmüştüm. Yalnızca buydu yaptığım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAÇIK GELİN (Devam ediyor)
Humor"Arabamda ne yapıyorsun? " "Düğünümden kaçıyorum ve sen yakışıklı beni kaçıran beyaz Bmwli prens oluyorsun." İşte bu hikaye böyle başladı. ♡ ♡ ♡ ♡ ♡ ♡ ♡ ♡ Kovayı yere koyduktan sonra bir kovaya birde temizlik malzemesine bakmaya baş...