Yiğit Cevahir
Onu canlı olarak ilk gördüğümde, en nefret ettiğim, hayatın ağabeyimi benden aldığını tescillediği ve gözüme soka soka beynime işlediği yerdeydi, mezarlıkta...
Öyle bir hüzün vardı ki gözlerinde, kalabalıkta bir başına, ulaşılmazdı. Herkes ağıtlar yakarken o sessiz, o çaresiz, o anlamsız bakışlarla gözlerini toprağı yeni atılan mezara odaklamıştı.
Daha sonra bir hareketlenme ile 60 yaşlarında bir kadın, mezarlık nilüferinin boynuna sarılıp onu nefessiz bırakırken tepki vermedi, yüzü kızarırken kendini korumak için ellerini bile kaldırmadı. Dirayetine, duruşunda ki hissizliğine hayran olmamak elde değildi. Ağabeyimin mezarına gitmiş olan ben, amacımı unutmuş, bedenen nefes almasına rağmen ruhunu çoktan mezara koymuş olan güzelliğin nefes almasını sağlamak için o yöne doğru yönelmiştim ki can yoldaşım dediğim sağ kolum olan Cem'in koluma yapışıp 'Yiğit dur' demesiyle kendime geldim.
Araya insanların girip yaşlı kadını uzaklaştırmasıyla dizlerinin üzerine yığılan güzellik, kızaran ve kısa süre sonra izi kalacak olan boynunda ki hasara elini kaldırıp dokunmadı bile. Hala gözü mezarda hala atılan her bir toprak parçasında...
Sonra babası olduğunu düşündüğüm orta yaşlarda bir adam kızı kucaklayarak bir arabaya bindirip hızlıca oradan uzaklaştırdı. Arkalarından sessizce bakarken aklıma ilk gelen şeyle şaşkınlığım iyice arttı. Kadın, bataklıkta hayran kaldığım lotus çiçeği gibiydi, etrafı çamur kendisi belirsiz bir güzel...
Elif BİÇEM
Uzun zamandır güceniğim kendime, beni ben yapan her şeye, herkese gücenik...
Bir o kadar kırgın olan ruhum ağzımdan çıkan lafları dahi kaldıramayacak kadar yılmış...
Sanmayın ki ruhani yapım depresyonla besleniyor, sanmayın beni hep böyle mutsuzum. Altı ay öncesine kadar çevremdekilerin mutluluğuna ortak olduğum kahkahalarım, acısını çektiğim gözyaşlarım ve hayatı alaya alan beylik laflarım vardı. Şimdi mi?
Tüm bildiklerimi baştan yazmaya başladım. Doğruyu yanlışlarımla takas etmeyi göze alıp, aşk için ruhumu şeytana satma pazarlığı içerisinde buldum kendimi. Her daim kasanın kazanacağını bilmeme rağmen kumar masasında ruhumu ileri sürdüm.
Yanlış mıydı yaptığım?
Olabilir ya da olmayabilir. Kime göre yanlış veya neye göre doğru? Ben bunun cevabını bulmak için satır satır her şeyi en baştan yazmaya başladım.
Ve cevabı öğrenmek için varlığımı yokluğumu acıma heba ettim de dönüp arkama bakmadım bile. Böyle afili lafları kullandım diye yoksa siz yaralarımı gördüğünüzü mü sandınız? Kanmayın kelimelerin fahişeliğine, onların güzelliğine aldanıp da cehennemi cennet diye yol bellemeyin ruhunuza. Ya da hikayemi okurken bana ahlak çatısı altında kurallar dayatmayın. Çünkü o çatının başıma kaldırılamaz bir enkaz olarak yıkılıp altında beni ezeli hayli oldu.
Ben yaşarken cennetimi de cehennemi de ruhuma ilmik ilmik işlettim. Siz yine ağdalı laflarıma bakmayın benim, ben aslında artık kendi yaralarını anlayacak yeterliliğe bile sahip değilim.
Yaralanmak? Yara almak? Nasıl da belirsiz kelimeler artık! Yaşayınca öğrendim yaşananların bir sınırı olmadığını, acıya bile insanın alışılageldiğini yaşadıkça öğrendim. Yaralandım, sonra yaralarımı kendi ellerimle kanattım ve iz kalmasını istercesine aynı yaralarımın üstünden tekrar tekrar geçip kendimi bir bütün anlamsızlığa teslim ettim. Şimdi acınası beynim ve teslimsiz ruhum kabullenemiyor gerçekleri ve ben kendi ölümümü kendi ellerimle hazırlamakla meşgulken davetsiz bir misafir ruhumu esir alıyor bana sormadan, cevabımı beklemeden.
Hayatın bana yaşatırken sormadığını ben size sorayım şimdi; hazır mısınız yok oluşumu dinlemeye? Ya da yine fahişe kelimelerimi yatağınıza sunarken bir kez daha sorayım; hayatın ben bitti demeden bitmez deyişini bir kezde benden dinlemeye var mısınız?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜCENİK
General FictionBen cenaze töreni boyunca mezara bakıp belirsiz düşüncelerimde boğulurken, pek sevgili kayın validemin nasırlaşmış elleri ile boğazıma yapışıp acısını hafifletme isteği ile sıraladığı suçlamaları hissizce dinledim. "Hep senin yüzünden, oğlum senin...