Kısa bir bölüm oldu. Aslında bölüm yazmayacaktım, ama bu size dertleşme bölümüm olsun olur mu? Kendime bir şeylerin hatırlatılma yazısı olsun bu. Bu bölüm bana olsun, bir kez bir kez daha tutunma sebebim olsun. Galiba duygusalım bugün ya da vazgeçmiş bilemedim. Neyse daha fazla karartmayayım içinizi. Şarkı Sezen'in şarkısı ama bence Müslüm Gürses çok daha güzel icra etmiş, dinlemenizi tavsiye ederim. Hoşçakalın...
&&&&&
Elif Cevahir
Sabah yatakta gözlerimi açtığım da gözlerini gözlerime kilitleyen Yiğit'i görmem ile huzura teslim ediyorum kendimi. Gözlerinin laciverti, benim huzur noktam olurken parmaklarını yavaşça yüzümde gezdirerek ezberlemek istercesine bakışları ellerini takip ediyor. Ne kadar zaman geçti bilmem ama en sonunda gözlerini gözlerime esir ederek dudaklarından beni bir kez daha hayata bağlıyor.
"Dervişin biri, uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra bir köye varır. Karşılaştığı köylülere kendisine yemek ve yatak verecek biri olup olmadığını sorar. Köylüler dervişe kendilerinin fakir ve evlerinin de küçük olduğunu söyleyip onu Şakir diye birinin çiftliğine gönderirler. Derviş yola koyulur. Yolda rastladığı köylülerin anlattıklarından, Şakir'in bölgenin en zengin kişilerinden olduğunu anlar. Bölgedeki ikinci zengin ise Haddad adında bir başka çiftlik sahibidir.
Derviş, Şakir'in çiftliğinde çok iyi karşılanır. Yer içer, dinlenir. Şakir de ailesi de hem misafirperver hem gönlü geniş kişilerdir... Yola çıkma zamanı gelir, derviş Şakir'e teşekkür ederken, "Böyle zengin bir insan olduğun için hep şükret" der.
Şakir şöyle cevap verir:
"Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz, bazen görünen gerçeğin kendisi değildir. Bu da geçer..."
Derviş yol boyunca bu söz üzerine uzun uzun düşünür.
Aradan birkaç yıl geçmiş, dervişin yolu yine aynı bölgeye düşmüştür. Şakir'i hatırlar, uğramaya karar verir. Rastladığı köylülere Şakir'i sorar.
"Haaa o Şakir mi" der köylüler, "O iyice fakirledi, şimdi Haddad'ın yanında çalışıyor."
Derviş hemen Haddad'ın çiftliğine gider, Şakir'i bulur. Eski dostu yaşlanmıştır, üzerinde eski püskü giysiler vardır. Üç yıl önceki bir selde sığırları telef olmuş, evi yıkılmıştır. Toprakları da işlenemez hale geldiği için çaresiz, selden hiç zarar görmemiş ve biraz daha zenginleşmiş olan Haddad'ın yanında çalışmaya başlamıştır. Şakir ve ailesi üç yıldır Haddad'ın hizmetkârıdır.
Şakir bu kez dervişi son derece mütevazı olan evinde misafir eder. Kıt kanaat yemeğini onunla paylaşır... Vedalaşırlarken derviş Şakir'e olup bitenlere çok üzüldüğünü söyler ve Şakir'den şu cevabı alır:
"Üzülme... Unutma, bu da geçer..."
***
Yedi yıl sonra dervişin yolu yine aynı bölgeye düşer. Ve büyük bir şaşkınlık içerisinde olanı biteni öğrenir. Haddad birkaç yıl önce ölmüş, ailesi olmadığı için de bütün varını yoğunu en sadık hizmetkârı ve eski dostu Şakir'e bırakmıştır. Şakir Haddad'ın konağında oturmaktadır, geniş arazileri ve binlerce sığırıyla yine yörenin en zengini olmuştur.Derviş eski dostunu iyi gördüğü için ne kadar sevindiğini söyler ve yine aynı cevabı alır: "Bu da geçer..."
Birkaç yıl geçmiş, derviş yine Şakir'e uğramak istemiştir. Ona bir tepeyi gösterirler. Tepede Şakir'in mezarı vardır ve taşında şu yazılıdır: "Bu da geçer."
Derviş, "Ölümün nesi geçecek" diye düşünür ve gider.
Ertesi yıl Şakir'in mezarını ziyaret etmek için geri döner, ama ortada mezar filan yoktur. Büyük bir sel gelmiş, bütün tepeyi süpürüp savurmuş, Şakir'den geriye hiçbir iz kalmamıştır.
***
O yıllarda ülkenin sultanı, kendisi için çok farklı bir yüzük yapılmasını ister. Öyle bir yüzük olmalıdır ki, sultan mutsuz olduğunda umudunu tazelemeli, mutlu olduğunda ise kendisini tembelliğe kaptırmasına izin vermemelidir.Hiç kimse sultanı tatmin edecek böyle bir yüzüğü yapamaz. Bir gün sultanın adamları bu bilge dervişi bulur, yardımını isterler. Sultan yüzük işine takmıştır.
Derviş, sultanın kuyumcusuna hitaben bir mektup yazıp verir.
Kısa bir süre sonra yüzük sultana sunulur. Sultan önce bir şey anlamaz, çünkü son derece sade bir yüzüktür bu. Derken üzerindeki yazıya gözü takılır, biraz düşünür ve yüzüne büyük bir mutluluk ışığı yayılır. Yüzüğün üzerinde "Bu da geçer" yazmaktadır."
Yiğit'in hikâyeyi bitirmesi ile hıçkırıklarım hızlanıyor. Hıçkırıklarımı duyan Yiğit beni kollarının arasına alarak tekrar tekrar bir kez daha hiçbir karşılık beklemeden aidiyetini sunuyor.
"Geçer meleğim, bu da geçer. Sen ben de kal, benimle kal yeter. Ben düşmeden yakalarım seni, ben uçurumdan yuvarlanmadan tutarım seni, ben her defasında döner dolaşır sana gelirim. Yeter ki vazgeçme benden, vazgeçme bizden. Bunun da geçeceğini unutma."
"Yiğit, yoruldum. Acı çekmekten, alakasız hayatların başrolü olmaktan yoruldum. Yiğit seni kaybetme ihtimalini düşünmekten kafayı yememe ramak kaldı. Her defasında acımasızca kirletilmekten çok yoruldum."
"Sakın sakın Elifim, sen asla kirlenmedin onların gücü seni kirletmeye yetmez."
"Değil Yiğit, kirlenmek için illa Aleksender'ın bana tecavüz etmesi gerekmiyor. Tecavüz edememiş olabilir bana, ama şunu anlamıyorsun iradem dışında vücuduma yapılan her müdahale kendimi kullanılmış hissettirmekten başka hiçbir şey bırakmıyor ben de, tecavüz şart değil değersiz hissedilmek için! Bazı insanlar fütursuzca, acımasızca bana ait olanı düşünmeden harcayabiliyor. Onun ölmesi acımı azaltacak mı? Ya da sevindirecek mi beni, artık bana zarar veremeyecek olması şükür sebebim mi olacak? Aslında bana o kadar büyük bir yara bıraktı ki Aleksender, insanlığıma onarılmaz bir yara bırakarak gitti. Ben ölen bir insan için üzülemiyorum, ben ölüp giden bir can için kendimi kahredemiyorum. Aleksender beni kirletti Yiğit, hem de sadece bedenimi değil, ruhumu da kirletti."
"Ahh tertemiz meleğim, fazlasın bu dünya kirliliğine, benim masum kalan yanımsın. Goethe'ye 'Bu dünya, hassas kalpler için bir cehennemdir.' Sözü için hak verme sebebimsin. En azından birbirimizi bulduk meleğim. Bu dünya da birbirimizin olabildik. Çamurda boğulacak isek birlikte boğuluruz, olmaz mı? Ettiğim evlilik yeminin de iyi gün de kötü gün de derken ben ruhumu koydum ortaya meleğim, sakın unutma ben hep seninim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜCENİK
Ficção GeralBen cenaze töreni boyunca mezara bakıp belirsiz düşüncelerimde boğulurken, pek sevgili kayın validemin nasırlaşmış elleri ile boğazıma yapışıp acısını hafifletme isteği ile sıraladığı suçlamaları hissizce dinledim. "Hep senin yüzünden, oğlum senin...