Pes Etme! Bölüm 17

11.3K 802 12
                                    


Elif BİÇEM

Herkesin bildiğini en sonunda dile getirebildim, en sonunda Mustafa'nın bana yaptığı acımasızlığı kelimelere dökebildim. Bir çok tecavüz vakıasında kadın ve çocukların avukatlığını yaptım ama insanın başına gelmesi apayrı imiş. Atlatılması zor, çok daha zor oluyormuş. Bu düşüncem ile kendimden tiksiniyorum, bu düşünce biz insan evladının en büyük bencilliği galiba, başkalarının acıları hiçbir zaman bizim acılarımız kadar değerli değil gözümüzde. Oysa ki başkalarının başına gelen felaket de zaten kelebek etkisi yaratmıyor mu bizde.Başkalarının başına gelen benzer felaketleri nasıl atlatabildiysem bunu da atlatabilirim diye hükme varıyor beynimin mantıklı tarafı. Hoş ben felaket başıma gelmeden önce de başıma geldikten sonra da aynı düşünenlerdenim,sadece olaya bakışım biraz daha hassasiyet kazandı o kadar. Tecavüz benim için namusun kirlenmesi ya da öyle bir toplum dayatması anlamına gelmedi hiçbir zaman. Zaten bu maruz kaldığımız duruma da büyük ehemmiyeti yükleyenler, erkekler ve zihniyetleri değil mi sanki. En büyük hünerleri niteliksiz ve yetersiz zihinleri ve beyinleri ile kadını kirlilikle eş değer görmek, kendi namussuzluklarını bildikleri için namusu kadının vücuduna bağlayıp kendi koruyamadıkları namuslarına bir bahane üretip kirliliği kadının üzerine atmak değil mi? Iradeniz dışında vücuda zarar verilmesi, istenmeyen bir muameleye maruz bırakılmaktır tecavüze uğramak, çaresizliktir diğer adı. İnsan kocasının tecavüzüne uğrarmıymış demeyin hiç. Uğruyor, sevginizi verdiğiniz adamın en ağır aşağılamalarına maruz kalıyor, yapma Allah aşkına dur canım yanıyor dedikçe siz, sevgisizce saygısızca bedeninize hükmetmeyi hak bilmesine sessizce katlanmak mecburiyetinde bırakılıyorsunuz. Tecavüzün her türlüsü kötü ama en ağırı bildiğiniz sevdiğiniz insanların bedeninize izniniz dışında hükmetmesi ve bunu da kendinde hak görmesi. Cinsel yönden uğradığımız saldırı her zaman bedenden ziyade ruha daha fazla zarar verir ve sonuç mu tecavüze uğrayan kadın ve çocukların bir çoğunun intiharı ile neticelenir. Bakmayın böyle bilmiş bilmiş konuştuğuma felaketimin sabahında henüz Mustafa'nın intihar ettiğini öğrenmeden önce evin kapısı ısrarla çalınmadan, elimdeki jilet ile güç topluyordum kendi kıyımıma. Yani ben bir istisna değil, sisteme ayak uyduran bir acizdim sadece. Hoş intiharı acizlik olarak görmek ne kadar doğru o da tartışılır. Şimdi düşünüyorum da hayat, her zaman bize sunacağı tam teşekküllü felaketleri ve mucizeleri bünyesinde barındırıyor. Yani üstadım demem o ki vazgeçmemek lazım, kollarını açıp rüzgarda saçları savurup hissetmek lazım. Yiğit'e sarıldığım, onun beni bedenine, kalbine hapsettiği şu an da iyi ki, iyi ki diyorum bırakmamışım, iyi ki vazgeçmemişim. Elleri ile kollarımı okşarken arkadan saçlarıma nefesi vuruyor ve ben huzurluyum. Uzun bir süreden sonra tattığım bir hissiyatın sarhoşluğu içerisindeyim.

''Elifim, bana dönebilir misin? Gözlerini görmeme izin verir misin?'' diye sesinde ki çaresizliği görünce unutuyorum ızdırabımı. Dönmem ile gözleri beni kendine hapsediyor. Boynunda ki girintiye saklıyorum kendimi, demişmiydim orası benim dünyada ki cennetim oldu diye, orası benim huzur şelalem ve günlük almam gereken uyuşturucum oldu diye. Vesselam dostlarım, sırf mucizeler için bile her bir güne direnmek gerekiyormuş ki deneyimle sabittir.

Kafamı kaldırarak ''Biliyor muydun? Mustafa Onur'un bana...'' demem üzerine parmakları ile dudaklarımı kapatarak '' Şşş hayatta bazı şeylere vakıf olmak için söze dökülmesine gerek yok. Biliyormuydum hayır ama tahmin ediyordum. Hoş tahmin etsem de sesinden sözünden duymak yine de çok ağır çok acımasız geldi.''

Sessizlik şu aralar beni en iyi tarif eden, beni sarıp sarmalayan gerçeğim, kabullenişim. Sessizce birbirimize sarılmaya devam ederken kapının çalınması ile elinde bir fincan ile Ayşe Hanım içeri giriyor.

''Ahh güzel kızım benim, deli kızım kalk bak sana nane limon yaptım, bahçeden topladığım naneler ile iç bir şunu hiçbir şeyciğin kalmaz. Hadi Elifim" demesi üzerine bir kıkırtı kaçtı Yiğit'le benim dudaklarımdan.

Yiğit "Ayşe Hanım Allah aşkına Elif grip değil, sadece biraz yorgun" deyince "Sen sus deli oğlan kim demiş nane-limon sadece gribe iyi gelir diye, kalk kızım sen, iç bakalım şunu" demesi üzerine "Teşekkür ederim Ayşe Teyzem" diyerek bardağı almam ile mis gibi kokusunu içime çekerek dudağımın kenarında bir kıvrılma ile dudaklarıma götürmem bir oluyor çayı. Çayı içtiğimi gören Ayşe Teyze "Yemek hazır, hem limonlu kek de yaptım, Elif çayını içsin de gelin e mi Yiğit" ikimizde aynı anda kafamızı salladık. Bu yaptığımıza yine bir kıkırdama kaçtı dudaklarımdan " Eşek kadar olduk, yine de bir yerde anne sevgisi görür görmez eriyoruz" demem üzerine "Seni bilmem ama benim baya eksik olduğum bir konu" demesi üzerine gözlerimin dolduğunu hissederek çayıma gömdüm yüzümü. Yiğit'in parmakları çenemi bularak "Elifim seni üzmek için söylemedim ve inan umursamıyorum artık, ağabeyim ve babam aradaki açığı çok güzel kapattılar bende, hem bak çocuklarımıza nasıl davranmamamız gerektiğini de öğrendik"diye sırıtarak yüzüme bakınca "Ya sen ne arsız ne üsturupsuz adamsın, iki iyi muameleye gelmiyor hemen şimarıyorsun" diye kızmama rağmen "hıhhıı senden gelen herşeyin arsızıyım ve hep de böyle olacak, hem baksana nasıl da yakışıyor Elif Cevahir, zaten cevahir bir avukatsın bir de soyadımı alınca sen o zaman gör"diyerek kahkaha ile yataktan çıkarken yatağın üstünde ki süs yastıklarını itina ile Yiğit'e kurşun niyetine gönderiyordum.

Ayşe Teyze mükemmel bir sofra ile karşılıyor bizi. O kadar acıkmışım ki gözüm hiçbir şey görmüyor, ee bu kadar duygu karmaşası tabi ki midemde kocaman bir alan yaratıyor. Gözüm hiçbir şey görmeden yemeklere saldırmışken "Elifim yavaş ye senle benden başka kimse yok zaten" deyince yüzüm kızararak bırakıyorum yemeği. Somurtarak Yiğit'e bakınca "Elifim yemeğini yemeğe devam et yoksa sofradan kaldırdığım gibi seni götüreceğim yeri bilirim" demesi üzerine "Ehh tamam beni ikna ettin devam edeyim bari yemeğime, biliyorsun ısrarlara dayanamam" demem üzerine dudaklarından bir kahkaha döküldü.

Yemeğin üzerine Türk kahvelerimizi içerken Yiğit'in telefonunun çalması üzerine ruhumu bir huzursuzluk esir aldı. Neden bilmiyorum ama kötü bir şeyler olacaktı sanki ve Yiğit'in çatılan kaşları bunu ispatlar nitelikteydi. Acele ile ayağa kalkıp yanıma gelip yanağımı öperek telefonu kulağından uzaklaştırıp "sen uyu Elifim ben geç gelirim çok önemli bir iş çıktı ve gitmem lazım" diyerek kapıdan dışarı çıkınca kalın giyinmediğini farkedip arkasından koşup pormantodan aldığım atkısını yetiştirmek için bahçeye çıkmam ile Yiğit'in sinirli ve yüksek ses ile söylediklerini duymam bir oluyor. "Ne demek yaşıyor lan..."

GÜCENİKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin