Ne kadar basit değil mi? Oysa bu karar sadece Çınar'ın değil Esin'in de özgürlüğünü kısıtlayacaktı. Aşkı için kendi özgürlüğünden de feragat etmişti Esin. Mesele sadece sevdiği adamla günlerce aynı odanın içinde kalmak değildi artık. Bir anlaşma yapmışlardı Serhat'la. Yaklaşık bir ay boyunca Serhat ne isterse onu yapacaktı. Hiç bir şeye karşı çıkmayacaktı. Hem de hiç bir şeye. Ona da Çınar'a da istediği gibi davranabilecekti. Eğer aksi olursa işte o zaman olacakları düşünmek bile istemiyordu. Bu öyle bir anlaşmaydı ki iki ucu keskin cam kırığı gibi. Eğer karşındakinin canını acıtmak istersen kendi canını da acıtmak zorundaydı.
Zaman yaklaşıyordu. Oyunun başlamasına saatler kalmıştı. Asıl mahkumiyet saatler sonra başlayacaktı. Yalan söyleyemezdi. İliklerine kadar korkuyordu. Bunu neden yapmıştı bilmiyordu. Oysa kendi kurduğu oyun çok daha tehlikesizdi. En azından onun için. Ancak şu gerçekti ki onun yaptığı plan bir halta benzemiyordu. Neymiş adamın biri onları kaçırmış sonra da o değil de bu seni hak ediyor; bunu seveceksin. Seve seve değilse, s.. s.. Yok gerçekten saçma bir plandı bu. Yeni plan mı? O tam bir muammaydı. Bu tehlikeli adamın planının ne olduğunu bilmiyordu; ama Çınar'ın Esin'e deli gibi aşık olacağının garantisini veriyordu.
Neyse dedi Esin kendi kendine. Şimdi bunları düşünmenin zamanı değil. Git de güzel bir duş al. Tekrar böyle bir fırsatın olmayabilir çünkü. Serhat'la konuşurken oturduğu koltuktan henüz kalkmamıştı. Başını ellerinin arasına almıştı. Başı hafiften ağrımaya başlamıştı. Saçlarını geriye itip sanki tüm dertlerini boşaltmak istercesine neredeyse ciğerlerindeki bütün havayı dışarıya bıraktı.
"Hadi kalk."
Kendi kendine verdiği emire itaat ederek bir robotu andıracak kadar yavaş hareket ederek odadan çıkıp koridorun sonuna kadar yürüdü. Merdivenlerin ahşap tırabzanlarına tutunarak aşağıya inmeye başladı. Sanki ruhu bedeninden sonra geliyordu. Bu beden onun değildi sanki. Yavaş yavaş merdivenlerden indikten sonra sağa döndü ve on, on beş adım sonra durup duvardaki resme baktı. Çıplak beyaz tenli , siyah saçlı bir kadın tablosuydu bu tablo. Kırmızı bir örtüyle sadece beli örtülmüştü. Diğer yerleri açıkta kalmıştı kadının. Kadın sol tarafa doğru elini uzatmıştı. Sanki yardım istiyormuş gibi bir hali vardı. Kadının arkasında bir adamın gölgesi vardı ve o başka bir gölgeye bakıyordu. Bu resmi hangi akla hizmet almıştı bilmiyordu. Ama kırmızıyı çok severdi. Belki de sırf o kırmızı örtü için almıştı resmi.
Başını olumsuz düşünceleri aklından atmak istercesine iki yana salladı. Derin bir nefes aldı ve banyonun kapısını açtı. İçeri girdiğinde ilk işi kapıyı kilitlemek olmuştu. Sanki bu saatten sonra bir önemi kalmıştı. Başına nelerin geleceğini bilmeyen kurbanlık bir koyun gibi hissediyordu kendini. Siyah elbisesinin fermuarını açıp elbiseyi üzerinden sıyırdı ve elbisenin yere düşmesini sağladı. Ayakkabılarını da çıkarıp banyo kabinine doğru yürümeye başlamıştı. Çıplak ayakları fayans döşemeyi döverken sanki ruhu ondan daha da uzaklaşıyordu. Banyo kabinine ulaştığında oracıkta iç çamaşırlarını çıkarıp kabinin sürgüsünü yavaşça ittirdi. Kendini içeri atıp kabinin sürgüsünü geri kapattığında etrafını inceledi. Burası ona yabancıydı. Sıcak yuvası değildi burası. Küvetin mermer taburesine oturdu. Başını ellerinin arasına aldı. Faydası yoktu ama başını dizlerinin üstüne koydu ve kollarını çapraz yapıp omuzlarından sardı kendini. Şu an tek sığınabileceği kişi kendisiydi. Bir süre bu vaziyette kaldı. Düşüncelerinin ardı arkası kesilmiyordu. Daha fazla dayanamayıp ayağa kalktı. Duvarın üstündeki müzik çaları açıp en sevdiği şarkıcılardan birinin ismini bulup açtı. Sonrada suyu açıp altına girdi. Müzik çalarda Hayko Cepkin'den senin ki dert mi şarkısı çalıyordu. Şarkıya çalmaya başladığı andan itibaren kendini kaptırmıştı bile. Gözlerini yumdu. Onun içinde ki ses de gözlerini açmamasını söylüyordu. Burada şu anda zamanın durmasını istiyordu. Geri dönebilirdi. Oyunu burada bitirebilirdi. Ama yapamıyordu. Basireti bağlanmıştı. Zaman onun aleyhine işliyordu ve o kılını bile kıpırdatamıyordu. Kendini uçsuz bucaksız denizdeki küreksiz bir kayık gibi hissediyordu. Sürükleniyordu. Nereye gittiğini bilmeden sürükleniyordu. Gözlerini açtı ve müzik çalardaki sese kulak kabarttı. Müzik çalardaki ses Duman'ın solisti Rıza Kaan Tangöze'ye aitti. Melankoliyi söylüyordu. Gözlerini sıkıca yumdu. Yapamazdı. Çınar'ı kaybedemezdi. Ucunda ne olursa olsun onu kaybedrmezdi.
Kitapyurdu'ndan temin edebilirsiniz. Darısı Mahkum'a :)Tamam
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAHKUM (TAMAMLANDI)
Mystery / Thriller"Konuşmanın ona bir faydası olmayacağını anlamıştı Çınar. Patlamış bir kaş, yüzüyle vücudundaki morluklar ona konuşmanın burada bir işe yaramadığını öğretmişti." "Söyle adi pislik." Adamın gözleri Çınar'ın bu sözlerinden sonra büyüdükçe büyüdü ve h...