İnsan bazen canı sıkkınken hiçbir şey yapmak istemez ya, Çınar da öyle bir sıkkınlık içindeydi. Yurttan çıkıp arkadaşı Yasin'i aramış, Yasin de hiç ikiletmeden dediği yere gelmiş, sorduğu sorulara doğru düzgün cevap alamayınca uzatmayıp Çınar'a evin anahtarını vermişti. Çınar da şimdi evde oturmuş boş boş televizyon kanallarını değiştiriyordu. Kanalı her değiştirdiğinde karşısına ya bir kadın programı ya da bazen daha önceden bildiği bazen de hiç rast gelmediği bir dizi çıkıyordu. Yine de yapacak bir şeyi olmadığından kanalları değiştirmeye devam ediyordu ki karşısına çok eskilerden tanıdığı bir yüz çıkıvermişti. Rüştü Asyalı, nam-ı diğer Keloğlan. Keloğlan bir sandalın ucuna oturmuş yanık yanık Sen Bir Aysın'ı söylüyordu. Çınar'ı çocukluğuna götüren bu sahne bile yüzünü güldürememişti ama içinde ılık ılık bir şeyler akıp gitmişti. Keloğlan filmlerinin ayrı bir yeri vardı hayatında. Korkusuz, kel başına, ayağındaki çarığa bakmadan her şeyi başarabileceğine inanan ve başaran bir kahramandı Keloğlan onun için. Hem bir kahraman hem de annesiz babasızlığın verdiği burukluğu alıp götüren neşeli bir karakterdi. Ve şimdi de içine düştüğü çaresizliği içinde Keloğlan'ın sevdiği kıza yaptığı serenat onu farklı bir boyuta götürmüştü. Dilek'in kahve gözlerine. Gülerken yanaklarında oluşan küçük çukurların ister istemez onu gülümsettiği zamanlara.
Türkünün sözleri Dilek'i aslında ne kadar çok sevdiğini hatırlatmıştı ona. Dilek'in onu hiçbir zaman o kadar çok sevdiğine inanamamış olsa da eski günlerini hatırlayınca gözleri dolmuştu. Kapının zili kendini içinde kaybettiği nostaljik ruh halinden çıkaramasa da onu, yerinden kalkıp gözlerini hipnotize olduğu ekrandan ayırmasına sebep olmuştu. Kapıya doğru yürürken de kapıyı açarken de kulakları hala Rüştü Asyalı'nın büyülü sesindeydi.
Kapıyı açtığında karşısında gözleri dolu dolu olmuş Dilek'i bulduğunda ne diyeceğini bilemeyen Çınar, onca zaman ayrı kaldığı Dilek'inin gözlerine bakakalmıştı.
"Çınar..."
"(...)"
Dilek bir süre tepki alamadığı Çınar'ın gözlerinin içine baktıktan sonra "Beni içeri almayacak mısın?" diye sordu kırgınlıkla.
Çınar, donup kalmıştı çünkü Dilek'in ona soracağı sorulara verebileceği bir cevabı yoktu. Daha doğrusu henüz ona olanları anlatıp anlatmama konusunda bir karara varamamıştı. Üstelik sırf bu yüzden bugün onu birçok kez aramış olmasına rağmen telefonlarına cevap vermemişti ve bu yüzden Dilek' karşı mahcuptu.
Çınar, gözlerini ayıramadığı Dilek'in gözlerinden bir damla yaş süzüldüğünü görünce dayanamayıp Dilek'e sarıldı. Dilek, kollarının arasında önce hareketsiz kalmış olsa da o da Çınar'ın boynuna sarılmış gözyaşlarını birbiri ardına omuzuna dökmeye başlamıştı.
Yaklaşık yarım dakika boyunca birbirine sarılı halde kaldıktan sonra ilk geri çekilen Dilek olmuştu. İki eliyle gözyaşlarını silerken Çınar içini çekip " Girsene. " dedi. Dilek yere indirdiği bakışlarını Çınar'a çevirip başını sallayıp içeri geçti. Çınar da kapıyı kapatıp gümbür gümbür atan kalbinin sesiyle ne kadar zor bir durumda olduğu hissederek içeri çekimser adımlarla girdi. Dilek televizyonun sağında kalan koltuğa otururken televizyondan hala Keloğlan'ın sesi geliyordu. Bu sefer başka bir türkü söylüyordu.
"Kanadını açacak. Gönül kuşum uçacak. Dalına konacağı da Nazlı gülü seçecek..."
Bu sözler Keloğlan'ın başka bir filmine ait bir şarkıydı. Televizyondan yankılanan orta yaşlı birine ait olduğu belli olan naif bir erkek sesinin açıklamasını duyunca bunun Rüstü Asyalı ile ilgili bir belgesel olduğunu anlayan Çınar az önce oturduğu koltuğun üzerindeki kumandayı eline alıp televizyonu kapattı. Şimdi ne belgesel izlemenin ne de çocukluğunun en sevdiği karaktere ait bir filmi izlemenin zamanıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAHKUM (TAMAMLANDI)
Детектив / Триллер"Konuşmanın ona bir faydası olmayacağını anlamıştı Çınar. Patlamış bir kaş, yüzüyle vücudundaki morluklar ona konuşmanın burada bir işe yaramadığını öğretmişti." "Söyle adi pislik." Adamın gözleri Çınar'ın bu sözlerinden sonra büyüdükçe büyüdü ve h...