Serhat odadan çıktıktan sonra küfür etmeyi bırakan Çınar, gözlerini kapatıp sakinleşmeye çalıştı. Burnundan aldığı havayı yavaşça içine çekip geri bırakırken zihnindeki düşüncelerden sıyrılmaya çalışıyordu.
Esinse nefes alıp verirken gögsü kaparıp inen Çınar'ı seyre dalmıştı. Şekilli bir burnu, güçlü bir çene yapısı vardı Çınar'ın. Kumral bir teni, uzun, siyah kirpikleri vardı. Hayalindeki erkek hemen yanıbaşındaydı; ama ona dokunamıyordu. O pembenin en güzel tonuna sahip dudaklarından öpemiyordu. Çınar'ın ona bakmasını istiyordu. Gözlerinin maviliğinde kaybolmak istiyordu. Ama şimdi değil. Utanıyordu çünkü. Onu bu kadar aciz, bu kadar savunmasız görmesini istemiyordu. Aslında ona dokunmayı, onun kokusunu içine çekmeyi bu dünyada hiçbir şeyi istemediği kadar çok istiyordu. Fakat şu anda hissettiği tek şey içinde eser miktarda arzu barındıran utanma duygusundan başka bir şey değildi. Çınar kafasını çevirip ona baktığında gözlerini kaçırdı. Bu durumda bile onu seyrettiğini anlamasını istemiyordu. Sonuçta ona aşık olduğunu artık öğrenmişti. Ne demişti Serhat? "Okulun etrafında dolaştım aylarca. Sonra gözüme seni kestirdim Çınar. Aradığım kriterlere en iyi uyan aday sendin. Sonra araştırdım seni. Seni en çok seven kişiyi aradım. " Çınar artık o kişinin Esin olduğunu biliyordu. Dilek'in ne kadar kıymet bilmez bir insan olduğunu biliyordu. Dilek hiçbir zaman Çınar'ı hakketmemişti. O kızın tek düşündüğü şey kendisiydi. Kendi hayatı, kendi dersleri, kendi ailesi. Megalomanın tekiydi o kız. Oysa o öyle miydi? Esin biliyordu ki kimse Çınar'ı kendisinin sevdiği kadar sevemezdi. Ama maalesef Çınar saftı. Onun aşkını göremeyecek kadar saftı. Bir şekilde bunu görmesini sağlaması lazımdı ve bunu başaracaktı. Ne olursa olsun, uğrunda ailesini de, parasını da, onurunu da kaybetse fark etmezdi. Çınar aşkına karşılık verecekti. Aşkla tutacaktı ellerini. En içten gülümsemesini bir tek onun için gösterecekti. Onu öpecekti, ona sarılacaktı. Gözlerinin içine bakacak onu sevdiğini söyleyecekti. Hissediyordu bu çok uzun sürmeyecekti. Çok yakında Çınar da onu sevecekti.
(...)
Esin titremeye başlamıştı artık. Saatlerdir yarı çıplak ayakta duruyordu. Yorulmuştu, karnı da acıkmıştı. Susamıştı da. Ne olurdu bir bardak su olsaydı. İçseydi kana kana. Susuzluktan kıvranırken aklına Çınar düşmüştü birden. Kim bilir o en son ne zaman yemek yemişti? Çınar'a baktı. Uyuyordu. Bu halde nasıl uyuyabildiğini merak etti.
Fısıldayarak seslendi.
"Çınaaar."
Yavaş yavaş sesinin dozunu arttırarak beş altı kez daha seslendi Çınar'a. Ama Çınar'dan herhangi bir tepki alamamıştı. Korkuyla bir kez daha seslenecekti ki kapının açılma sesiyle sustu. Serhat elinde bir tepsi yemekle içeri girmişti. Esin bir yandan yemeklere iştahla bakarken, diğer yandan Çınar'ı düşünüyordu.
"Çınar uyanmıyor."
Serhat hiçbir şey söylemeden yanlarına gelip tepsiyi yere koydu. Çınar'a baktı. Nefes alıyor gibi duruyordu. Ölecek hali yoktu ya. Netice de en fazla bir, bilemedin bir buçuk gündür açtı. Biraz daha yaklaşıp nefes alıyor mu diye dinledi. Yavaş yavaş da olsa nefes alıyordu.
"Uyuyor."
Sesi soğuktu. Duygusuzca Esin'e bakıp yerdeki pantolonu eline aldı. Sonra da boşta kalan eliyle cebinden küçük bir anahtar alıp Esin'in ellerindeki kelepçeyi çıkardı. Esin tam Serhat'ın elindeki pantolonunu alacaktı ki Serhat Esin'i boynundan tutup duvara itti.
"Sakın!"
Esin bir şey söyleyememişti. Bir Çınar'a , bir yemeklere bakıp sustu.
Serhat da Esin'in aklından geçenleri anlayıp onu serbest bıraktı ve hızlıca kapıya yönelip odadan çıktı. Kapıyı yine kilitlemişti.
Esin hemen Çınar'ın yanına gidip onu uyandırmaya çalıştı.
"Çınar. Hadi kalk. Ne olur kalk."
Sesi ağlamaklıydı. Yerdeki tepsiye baktı. Tepsideki bir bardak uyu alıp biraz avucuna döktü. Çınar'ın yüzüne biraz su sıçratıp yüzünü ıslattı. Bu hareketi işe yaramış, Çınar gözlerini aralamıştı.
"Nihayet. Hadi iç şu suyu."
Çınar daha tam kendine gelemeden bardaktaki sudan birkaç yudum içirmeyi başarmıştı.
"Aferin sana."
Mutlulukla gülümseyen Esin, bardağı tekrar Çınar'ın dudaklarına götürdü. Ama Çınar kafasını çekmişti.
"Tamam."
"Olmaz Çınar. İçmen lazım. Bak kaç saattir açsın."
Tekrar bardağı Çınar'ın dudaklarına götürdü; ama yine içirememişti suyu.
-Neden böyle yapıyorsun? Tamam , o zaman çorbadan iç.
Suyu tepsiye bırakıp, kupa bardağa doldurulmuş çorbayı aldı eline.
"Hadi bunu iç bari... Neden içmiyorsun?"
"(...)"
"Çınarr..."
Ağlamak üzereydi.
"Ne olur iç."
Uykuya dalmak üzere olan Çınar'ı dürtüp uyandırdı.
"Hadi aşkım iç şunu. Ne olursun iç."
Bir müddet kendine gelemeyen Çınar gözlerini aralayıp inledi.
"Tamam hadi, iç şunu."
Esin bardağı Çınar'ın dudaklarına götürüp birkaç yudum çorba içirmeyi başarabilmişti.
"Şükür."
Tekrar ve tekrar yılmadan içirdi çorbayı. Biraz uzun sürmüştü; ama başarmıştı. Sonra tepsideki bir kase yoğurdu eline aldı. Böyle yedirmek zor olurdu. Bir tabak dolusu makarna vardı tepside. Yoğurdu makarnanın içine boşaltıp eline bir çatal aldı. Biraz makarna yedirip, kuruyan dudaklarını nemlendirmek için biraz da su verdi. Hepsi bu kadardı. Daha fazla yedirmeyi başaramamıştı. Esin de çaresiz pes etmişti. Az da olsa bir şeyler yedirebilmeyi başarmıştı. Bu da bir şeydi. Büyük ihtimalle açlıktan güçsüz düşmüştü.
Esin de acıkmıştı zaten. Duvara yaslanıp tepsiyi kucağına aldı. O da yemeğini yemeye başladı. Ama birazını bırakmıştı. Zaten sadece iki bardak su vardı tepside. Bir bardağın yarısını Çınar içmişti. O da diğer yarısını içti. Diğer bardaktaki suyu Çınar'a bırakmıştı. Serhat'ın bir daha ne zaman yemek getireceğini bilmiyordu. Tedbirli olması lazımdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAHKUM (TAMAMLANDI)
Gizem / Gerilim"Konuşmanın ona bir faydası olmayacağını anlamıştı Çınar. Patlamış bir kaş, yüzüyle vücudundaki morluklar ona konuşmanın burada bir işe yaramadığını öğretmişti." "Söyle adi pislik." Adamın gözleri Çınar'ın bu sözlerinden sonra büyüdükçe büyüdü ve h...