10.Bölüm
Necdet ve Esra Söğüt'ün ilk bebekleri hayata tutunamadan kayıp gitmişti. Hamile olduğunu bile anlamamış olan Esra ilk günler ne dediğini ne yaptığını bilmeden dolaşmıştı ortalıkta. Henüz bir aylıkken düşen bebek ardında hüzünlü bir hava bırakmıştı.
Esra ilk önce düşen bebeği için üzülmediğini göstermeye çabalamış, sonra büyük bir üzüntünün pençesinde kıvranmış devamlı ağlamıştı. En sonunda da tüm suçu Necdet'e yıkıp kendini rahatlatmıştı. Hamile olduğunu bilmeden gittikleri Bigadiç seyahatini koz olarak kullanmıştı. Babasının ölüm yıl dönümünde orada olmak isteyen Necdet bu tepkide haklılık payı olup olmadığını öğrenmek için doktoru ile konuşmuştu. Aldığı yanıt, bu seyahat hiç yapılmamış olsa da o bebeğin düşme ihtimalinin çok yüksek olduğu yönünde olmuştu. Hastanedeki psikologun, hepsini genç kadının vereceği tepkiler konusunda uyarmış olması da pek işe yaramamış, evdeki huzurlu ortam kaybolmuştu.
Sedef ve Mine dönüşümlü olarak birer gün evde kalarak Esra ile vakit geçirmişti. Necdet Bey Esra'nın isteği ile gündüz işine gitmiş, kimseye neler olduğunu belli etmemişti. Akşamları devir aldığı refakat görevi karı koca arasındaki uçurumu biraz kapatmaya başlamıştı. İkinci haftanın sonunda nihayet birlikte kahvaltıya inmeye, akşam yemeğinde aynı masada oturmaya başlamıştı. Esra'nın üçüncü haftanın sonunda evden çıkması ile hayat artık biraz daha normale dönmüştü.
Babasının çevresi sayesinde bebeğin kaybı gazetelere haber olmamıştı. Fakat sonraki hırçınlıkları yüzünden bir iki kez kalabalık ortamlarda tartıştıklarının haberi yapılmıştı. Kızlar ikinci kez aynı haberi gördüklerinde felaketin yaklaştığını anlamışlardı.
Ertesi gün beklenen telefon geldi.
Binnur Canel, çok sevdiği(!) kızlarını özlemişti. Birlikte bir yemek yemek istiyordu. Kızlar kurtuluş olmadığını bildikleri için daveti kabul ettiler. Ve her zamanki lokantada, yani yalıyı gören boğazdaki hep gittikleri yerde sözleştiler. Binnur, bu seçimin kendisini kızdırmak için olduğunu biliyordu ama sesini çıkartamıyordu.
Sabah altıda kalkan kızlar kendileri için özel hazırlattıkları spor odasına girip koşu bantlarına çıkıp önce biraz hafif, ısındıktan sonra da biraz daha hızlı tempoda yürüyüşlerini yaptılar. Odanın pencereleri açık, içerisi temiz hava doluydu. yarım saat kadar sonra ikisi de farklı aletlerde çalışmaya devam ettiler. bir saatin sonunda kendilerine o günün savaşına hazır hissediyorlardı. Mutluluk hormonu salgılayan vücutları annelerinin taaruzlarını karşılamakta güçlük çekmeyecekti.
Yat bu sabah iki kez tur yapacaktı. Önce kızları bırakacak, sonra dönüp babalarını alacaktı. Böylece mesailerine başlamadan kuafördeki işlerini de bitirmiş olacaklardı. Anneleri ile olan randevuya en az onun kadar bakımlı gitmeliydiler.
Saçları yıkanıp, şekil verilmeye başlandığında kuaförün kapasına bir çiçekçi kuryesi gelmişti. Elinde muhteşem bir buket vardı. Herkes kime olduğunu anlamak için merakla bakınırken kurye aradığı ismi kuaförde çalışanlardan birine sorduktan sonra ikizlere doğru yürümeye başlamıştı.
"Mine Söğüt?" diye soru dolu seslenirken şaşkınlıkla gözleri açılmıştı. Kızlar mini tebessümleri ile bu şaşkınlığı karşıladıktan sonra Mine bukete uzandı. Kimin gönderdiğini anlamak için kart aradı, bulamayınca teslim fişinde yazabilir diye kağıda uzandı ama orada da gönderen belli değildi.
"Kimden bu çiçekler? Kartı unuttunuz mu?"
"Hayır, hanımefendi, ben de kart sordum ama yollayan beyefendi karta gerek yok demiş."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Korkutan Miras
General FictionBüyük bir holding ve onun başında babasından devraldıklarını devam ettiren Necdet Söğüt Genç eşi Esra ve ilk evliliğinden olan aynı zamanda birlikte çalıştığı ikiz kızları... Milyarlarca dolar değerindeki şirketin başı belada... Tehditlerin ardı ark...