6.Bölüm
Yiğit, teknede büyük patron ve iki kızı ile kısa deniz yolculuğunu yaparken düşünceliydi. Şirketin genel müdürü olarak bu ne ilk ne de son birlikte geçecek akşam olacaktı. Günün yorgunluğu üstüne bazen iş konuşmak sıkıcı olabiliyordu ama bu güzel ilkbahar akşamında iş konuşmak değil güzel bir yemek yemekti amaçları.
Öğleden sonraki toplantılar uzamış, son toplantı neredeyse sekize gelirken bitmişti. Necdet Bey, kendisini de yemeğe çağırmayı uygun bulmuştu. Eve giderken bir lokantada yiyeceğini, bunların da çok sağlıklı şeyler olmayacağını düşünmüş olmalıydı. Genelde haklı çıkıyordu. Yoğun günlerin akşamında hazır bir şeyler alıp eve gidiyor ya da ayak üstü yiyordu. Evinde hizmetçisi vardı ama onun yaptığı yemekleri çok sevdiği söylenemezdi. Damak zevki vardı ama yorgunluk o zevki arada törpüleyebiliyordu. Uzun seremonilerle yemeklerin servis edildiği lüks lokantalar da iş çıkışı kendisine hitap etmiyordu. Aç olmak ile keyifle akşam yemeği yemek arasındaki farktı böyle düşündüren.
Göz ucuyla baktığı ikizlerin kıyafetlerine aldırmadan yatın ön kısmındaki güneşlenme minderlerine uzandıklarını batan güneşe bakarak ve keyifle gülerek sohbet ettiklerini gördü. İkilinin kavga ettiklerini anımsamıyordu. Arada zıtlaşırlardı ama sesleri yükselmez, ağız dalaşına bile dönmezdi tepkileri. Annesi ile bir konuşmasında iki kızında gördüğü en iyi eğitilmiş insanlar olduğunu söylemiş, annesi ise 'O anneden öyle çocuklar olmaz, sen görmek istediğin gibi görüyorsun' diye yanıtlamıştı. Bu cümledeki kinayeyi anlamaması mümkün değildi. Neyse ki, kızların da davetli olduğu bir defilede annesine refakat etmiş, ikizlerle onu tanıştırmıştı. Sonraki yorumunu anımsadıkça gülüyordu, 'Bu kızları babaları doğurmuş olmalı.'
Annesinin yanıldığını kabul etme şeklini seviyordu. Uzun yıllar birlikte Amerika'da yaşamışlar, İstanbul sosyetesi denilen kitleden uzak kalmışlardı. Babasının ailesi çok varlıklıydı. Fazla kalabalık olan ailenin büyükler öldükten sonra dağılması kaçınılmaz olmuş, miras bölündükten sonra herkesi rahat yaşatacak miktarda para ve mülk kalmıştı. Yine de Söğüt ailesi ile yarışmaları mümkün değildi. Onların da bölündüğünü söylemek mümkündü. Necdet Beyin babası İstanbul'a gelip başka bir kulvarda çalışmaya başlayınca köyündeki ailesinden kopmuştu. Onlar hala çiftçilik yaparken Necdet Bey ve kızları ülkenin ileri gelen sanayicilerinden olmuşlardı. Daha da büyümek kaçınılmaz hedefti. Akıllı davranırsa onlar büyürken kendisi de büyüyecekti. İlk adımı atmış, şirket ortaklığına geçmişti. Komik bir hisse oranı da olsa bir yerden başlaması gerektiğini biliyordu. Holding hissesi küçük olabilirdi ama diğer şirketlerin hisselerinden de ara sıra alıyor ve hem çalıştığı, hem yönettiği şirketin bir yandan da ortağı oluyordu. Necdet Beyin bu konudaki teşvikleri onu daha da cesaretlendirmişti. Kendisine güvendiğini bilmek hoşuna gidiyordu.
Yandan gelen dalga ile yat biraz sallanınca yine dönüp kızlara baktı. İkisi de umursamadan konuşuyorlardı. Necdet Bey, bir şeyler anlatmaya başlayınca bu kez bakışlarını ona çevirdi. Ters rüzgar ile saçları dağılmıştı. Eli ile normalden biraz uzun saçlarını düzeltti. Yakında güneşten yine tutam tutam sarıya dönecekti. Annesinin renklerini almıştı. Sarışına yakın açık kumraldı annesi. Yemyeşil gözleri vardı. Kendi gözleri de çoğu zaman yeşil gözükürdü ama bazen sarı sarı baktığı olurdu. Orta okul ve lise yıllarında bu yüzden lakabı 'kedi' olmuştu. Duyanlar bunun ekine hemen nankör kelimesini ekliyorlardı. Öyle miydi? Kim bilir belki de öyleydi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Korkutan Miras
General FictionBüyük bir holding ve onun başında babasından devraldıklarını devam ettiren Necdet Söğüt Genç eşi Esra ve ilk evliliğinden olan aynı zamanda birlikte çalıştığı ikiz kızları... Milyarlarca dolar değerindeki şirketin başı belada... Tehditlerin ardı ark...