Çok geçmeden gideceğimiz yere varmıştık. Allah'a bu kısa yolculuktan dolayı şükretmeliydim. Leon yol boyunca kahverengi gözlerini üzerimden çekmemişti. Rahatsızlık olmam gerekirdi ama gözlerinde hissettiğim sadece beğenen bir adamın bakışları değildi. Leon ablamı faytondan indirirken aynı nezaketle elini bana uzatmıştı eteklerimi toparlamak için başımı yere eğip kaldırıldığımda bana uzanan ellerin iki tane olduğunu fark etmiştim. Gece karanlığında parlayan Ela gözlerin sahibi ufak bir gülümseme ile bana bakıyordu. Hafif kirli sakalları vardı. Teğmen ile hemen hemen eşit bir boya sahipti. Şık kahverengi bir takım elbise giymişti. Leon'un çıkardığı tuhaf sesle bakışlarımı Ela gözlerin sahibinden çektim. Leon kaşlarını çatmış karşımdaki adama bakıyordu.
"Hanımefendiye ben yardımcı olacağım size lüzum yok."
Ikisinin da elini tutmadan faytondan kendim indiğimde bu gereksiz savaşın son bulmasını diledim. Ablam çoktan evin kapısına ulaşmış sabırsız bir ifade ile beni bekliyordu.
"Beni tanımadınız mı Hilal?"
Adımın söylenmesi ile şaşkınlıkla arkamı döndüm. Hatırlamaya çalışıyordum ama başarısız olmuştum .
"Hayır. Tanıyamadım."
"Hatırlamaman normal uzun zaman oldu görüşmeyeli. Tarık ben."
Burada durmuş Hilal ile kendini tanıtan adamın konuşmasını davetsiz misafir olarak dinliyordum. Hilal onu hatırlamamıştı ışte ne diye uzatıyordu. Hilal bir süre düşündükten sonra kocaman gülümsemesi Tarık'a bahşetti. Tarık Hilal'in elinden tutup onu bir tur etrafında döndürmüştü.
"Bu kadar güzel bir genç hanım olduğuna inanamıyorum."
"Teşekkür ederim sende çok değişmişsin sahi beni nasıl tanıdın."
"Ah Hilal bu gözleri nasıl unutabilirim. Izmir'de bu deniz gözlere sahip başka birinin olduğunu sanmam."
Hilal genç adamın sözlerinden sonra utanarak başını eğip gülümsemişti. Bende ona gözlerinin güzelliğinden sayısız defa bahsetmek istemiştim fakat cesaret edememiştim. Bu adam nereden çıktıysa çıkmış benim önümde bana emanet edilen bir kıza kur yapmaktan geri kalmıyordu.
'Yapma Leonidas. Hilal genç bir kız elbette görüştüğü kişiler olacaktır. Hem çocuk yakışıklı ve hiçte fena bir insana benzemiyor.'
Içimdeki sesi bastırıp dikkatimi tekrar onlara yönelttim.
"Hilâl artık içeri girseniz hem ablanız sizi bekliyor."
"Siz kimsiniz? Hilal Yunan bir teğmen ile senin ne gibi bir alakan var?"
Içimdeki küçümseyici bakışları Tarık denen adama diktim. Yayvanca gülümsedim. "Aynı evde yaşıyoruz."
Hilal cevap vermek üzereyken öne doğru atılmıştım. Bozulmuştu. Bozulurdu tabi flörtünü bölmüştüm.
"Tarık ben sana olanları daha sonra anlatsam şimdi gitmem gerekiyor. Sen Istanbul'a ne vakit döneceksin?
"Nikahtan hemen sonra dönmeyi düşünüyordum lakin bir süre daha halamlarda kalmak icin sebeplerim oluştu."
"Yarın öğlen hastaneye gelirsin hemşirelik yapıyorum."
"Tamam o halde görüşürüz. Hayırlı geceler."
"Selametle."
Hilal bana dönüp baş selamı verek yanımdan ayrıldı. Gözümün önünde randevulaşmışlardı.
'Sanane Leonidas.'
"Hayırlı geceler Teğmen."
Tarık da gidince sokakta kimse kalmamıştı. İçerden kahkaha ve türküler yükseliyordu. Camın tam önüne oturan kişiyi hemen tanımıştım. Perdenin ardından silueti bana göz kırpıyordu. Saçlarını açmış olmalıydı. Eliyle alkış yapıp ritim tutuyordu. Sağ taraftaki ağacı görünce ayaklarım aklimdan geçenlere uydu. Hayatımda ilk defa kına gecesi görecektim ve merak ediyordum. Bu onları gizli gizli izlememe yeterli bir bahaneydi. Kalın dalları özenle seçerek ikinci kattaki pencereye ulaşana kadar tırmandım. Ve pencerenin açılması ile yerime iyice sindim. İçerisi sıcak olmuş olmalıydı. Perdeyi de araladıkları zaman Hilal tam olarak karşımda duruyordu. Azize Hanım ve annem ise yan yana oturmuşlardı. Bir kaç genç kız Arap ezgileri ile ortada dans ediyordu. Kırmızı elbiseleri olan kişi gelin olmalıydı. Biri beni burada yakalasalar üzerimdeki üniformalar ile rezillik çıkabilir hatta benim canımı okuyabilirlerdi, gitmeliydim bu kadar eğlence yeterdi. Yıldız, Hilal'in kollarından tutup ortaya çekmesiyle olduğum yerde kaldım. Kollarını ve ince belini kıvırıyor saçları ahenk ile savruluyordu. Gözlerimi vücudundan ayırıp gülümseme saçan yüzüne çevirdim. Işık saçıyordu. Onu geldiğimizden bu yana hiç bu denli görmemiştim. O kadar farklıydıki çocuk bakışlı Hilal yoktu karşımda onu ilk defa bir kadın -evet kadın- olarak görüyordum. Ya öfkeli bakıyordu yada donuk, henüz isim koyamadığım bir bakışı daha vardı. O bakış ile ilk kez bana pansuman yaparken tanışmıştım daha sonra Andres'a yardım ettiğimde görmüştüm ve ona tatlı götürdüğümde. Hilal yerine otururken kızlar elinde mumlar ile evlenicek kızın etrafında dönmeye başlamıştı. Neden bunu yaptıklarını anlamıyordum. Kadife sesini duymam ile bu gece ikinci hayrete düşüşümü yasıyordum. Türküyü söylerken başını hafif yukarıya kaldırmış ve gözlerini kapatmıştı. Evin içini sadece kızların elindeki mumlar aydınlatıyordu. Karşımdaki güzel kadın beni masal diyarlarına sürüklemişti. Hilal'in muhteşem sesi ile adeta mest oluyordum. İnsanın ömründe bir kere duyma şansına erişebileceği seslerdendi. Türkü bittiğinde lambaları yakmışlardı. Bir kadın elindeki kabın içinden çamura benzeyen bir şeyi çıkarmış sırayla herkesin avuç içine bırakmaya başladı sıra Hilal'e geldiğinde dalın ucuna biraz daha kaydım buradan ne olduğunu daha rahat görürdüm. İşte ne olduysa o ara olmuştu. Oturduğum dalın çatırdayıp kırılması peşi sıra olmuştu. Can havli ile üst dala son anda tutunabilmiştim. Ev halkı çıkan gürültüden şüphelenmiş olmalıydı Smirna pencere çıkmış yüzüme şaşkınlıkla bakıyordu. Gözleri ve ağzı kocaman açılmıştı.
"S-sen ne arıyorsun burada!"
Fısıldayarak konuşuyordu. Benimse ona verecek bir cevabım yoktu. Zira dalın ucunda sallanmakla meşguldüm.
Azize Hanım'ın sesini duydum."Hılal ne oluyor kızım biri mi var yoksa?"
İşte şimdi yanmıştım muhtemelen beni burada linç edecekledi.
"Hayır anne! Kediymiş kedi."
Kediyi bastıra bastıra söylemişti. Adeta sen sonra görürsün diyordu.
"Bak hala gitmiyor." Dedi fısıldayarak. Daha sonra bağırdı. "Bu kedilerde iyice arsız oldu canım!" Bana ağız dolusu arsız demişti. Ancak şu an bunların hiç bir önemi yoktu ve o haklıydı. Derince bir oh çektim beni ele vermemişti hemen gitmez ve yakalanırsam bütün Izmir'i buraya toplamaları mevzu bahisti. Aşağıya doğru baktım çokta yüksek gözükmüyordu. Başımdan aşağıya dökülen buz gibi suyla saç diplerime iğne batırılıyormuş gibi olmuştum. Hemen tutunduğum dalı bırakarak yere atladım. Hilal çiçekleri sulamak için kullanılan kupayı da başıma atmıştı. Eli de amma ağırmış. Önüme düşen ıslak saçlarımı elimle gözümden çekip alnıma doğru itirdim. Koşarak uzaklaşmaya başladım. Ne diyordu Türkler merak kediyi öldürürmüş.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
TEĞMEN
FanfictionDizi ile Paralel çokça da bağımsızdır... Hilal ve Leonidas'ın birbirini bulma hikayesi.